Home page

Haber Menüsü


Yazara mail atmak için resmin üzerine tıklayın.
 
Teknik, taktik ve oyun felsefesi bakımından Euro 2004’ün genel değerlendirmesi (2)
 
Yazımızın ikinci bölümünde, Euro 2004’te mücadele eden takımların oyun anlayışları, oyun felsefeleri ve savunma futbolu üzerinde durulmaya çalışılacaktır.
 
Tuğrul Akşar
NTV-MSNBC
 
18 Temmuz 2004—  Turnuva boyunca takımların saha içi dizilişleri ve oyun anlayışları bakımından, oyun felsefelerini değerlendirdiğimizde karşımıza dört tür takım çıkmaktadır.

   
 
       
    MSNBC News Teknik, taktik ve oyun felsefesi bakımından Euro 2004'ün genel değerlendirmesi (1)
MSNBC News Yeni yasa futbolun sorunlarını çözecek mi? (3)
MSNBC News Yeni Yasa, futbolun sorunlarını çözecek mi? (1)
MSNBC News Yeni yasa futbolun sorunlarını çözecek mi? (2)
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Bu takımlardan ilki:
       
1-EGEMEN FUTBOL ANLAYIŞINA SAHİP TAKIMLAR
       
Bu takımlar, Egemen futbol anlayışının gereği kendi oyununu oynamak durumunda olan, her hal ve koşulda rakibine üstünlüğünü kabul ettirmeye yönelik, saha içi kurgu ve dizilişle oyunu domine etmeye çalışan takımlardır. Bu takımların başında Çek Cumhuriyeti, Fransa, İngiltere, Portekiz, Hollanda, İspanya gelmektedir.
       Her ne kadar bu takımlar turnuvada kupaya uzanma başarısı gösterememişlerse de, oynanan tüm maçlara bakıldığında hemen hemen tüm maçlarını forse ettikleri, rakibin durumunu ve yapısını dikkate almadan, kendi sistem ve oyun felsefeleri doğrultusunda oynamaya çalıştıklarını görüyoruz. Ancak bu takımların içinde Fransa’nın potansiyelinin çok altında bir performans sergilemesi, oyun felsefesinin tersine bir sonucun ortaya çıkmasına da neden oldu.
       Bu takımların önündeki en büyük engel, kapalı savunmaların açılmasında gerekli beceriyi gösterememeleri olmuştur. Örneğin Almanya, Letonya karşısında gol bulamazken, Fransa, Yunanistan’ın kapalı defansını aşamamıştır. Hatta ilk maçta Portekiz de aynı şekilde Yunan defansını geçemeyi başaramayınca, kendi evinde açılış maçını 1-0 kaybetmek zorunda kalmıştır.
Egemen futbol anlayışına sahip takımların önündeki en büyük engel, kapalı savunmaların açılmasında gerekli beceriyi gösterememeleri olmuştur; örneğin Fransa, Yunanistan’ın kapalı defansını aşamadı.

       
ÇEK CUMHURİYETİ: TAKIMLARINI YILDIZLAŞTIRAN YILDIZLAR TOPLULUĞU
       
Kuşkusuz ki, bu takımların içinde en parlak başarıyı gösteren ve turnuvanın başlangıçta gizli favorisi, daha sonra da açık favorisi olarak gösterilen Çek Cumhuriyeti takımı oldu.
       Çek Cumhuriyeti, gerçek anlamda takım olabilmeyi becerebilmiş ve bireysel yeteneklerin, üst düzeyde takım sinerjisi yarattıkları bir takım hüviyetindeydi. Belirli bir oyun planı dahilinde, ne istediğinin bilincinde, ne yapabileceğini çok iyi bilen bu takım, biraz da şansın ve Collina’nın taktir haklarının kurbanı olarak finallere veda etti. Bu takımın son 18 maçını kazanmış olmasının bir tesadüf eseri de olmadığı, bu turnuvada açıkça ortaya çıktı.
       Oturmuş ve neredeyse iki yıldır birlikte, aynı sistemle oynayan, potansiyelli yıldızlarının kapasitelerini maksimum kılacak bir mücadele gücüyle maçlara asılan bir kadroyla mücadele eden Çek Cumhuriyeti’nin hem ofansif hem de defansif futbol aklının geliştiğini, oynadığı maçlarda görmüş olduk. Bu takımın çözemeyeceği, defans kilidi ve takımın olamayacağına inanıyorum.
       Ne yazık ki, Yunanistan maçında en büyük yıldızları Nedved’in sakatlanarak çıkması, amaca ulaşmanın da önünü kesmiştir. Ama Yunan takımının da, Çekleri ilk yarıda oynatmadığını burada vurgulayalım.
       Poborsky, Nedved, Rosicky ve Galasek için şampiyonanın en etkili orta sahası demek yanlış olmayacaktır. Bu dörtlünün bitmez tükenmez enerjilerinin turnuva boyunca, zeka dolu futbolla da nasıl birleştiğini hep birlikte gördük. Forvette ise Mian Baros ve Jan Koller arasındaki mükemmel uyum, belki de turnuvanın diğer takımlarında olmayan en etkili forvet hattını oluşturmaktaydı.
       Yaklaşık iki yıldır aynı kadro ve oyun planı ile oynayan Çek Cumhuriyeti’ni, yıldızlaştıran yıldızlardan ilk akla gelenler: Nedved, Poborsky, Rosicky, Smicer, Baros ve Koller’di...
Portekiz, Figo ve Ronaldo gibi yetenekli oyuncularıyla kanat akınlarıyla rakibini çökertmeye çalıştı; bunu yapamadığında ise Deco, Rui Costa, Pauleta gibi yıldızlarıyla rakiplerini göbekten delmenin yolunu aradı; bu taktikle kendi evinde finale kadar yükseldi.

       
KISACA DİĞER TAKIMLARIN OYUN FELSEFELERİ
       
Portekiz: Figo ve Ronaldo gibi yetenekli oyuncularıyla, kanat akınlarıyla rakibini çökertmeye çalışan, bunu yapamadığında ise, Deco, Rui Costa, Pauleta gibi yıldızlarıyla, rakiplerini göbekten delmenin yolunu arayan; takımın total becerisinden daha çok, bireysel yetenek ve becerinin ön plana çıktığı, ofans anlayışı gelişmiş, futbolun bir gösteri endüstrisi de olduğunu unutmayan bir oyun anlayışı ve felsefeyle oynadılar.
       İspanya: Rakibini göbekten daha çok, çağdaş futbolun gereği kanatlardan yıpratarak, alt etmenin yolunu arayan, bunu yaparken de futbolun estetiğini de gözardı etmeyen bir futbol felsefesi ile oynadılar. Hem oynadılar, hem de rakiplerini oynattılar.
       Hollanda: Dünya futboluna, “toplu hücum, toplu müdafa” anlayışını, yani Total Futbolu hediye eden bu ekol olmuş ülke; her turnuvada olduğu gibi, yine futbolun estetiğini bir kenara bırakmaksızın, kendi atak ve göze hoş gelen futbolunu oynadı. Oyuncularını sahada iyi dağıtabilen, sahibi olduğu her topu amaca uygun olacak şekilde etkin ve çabuk çevirip, çağdaş futbolun kanat varyasyonlarını uygulayan, teknik gücü yüksek kanat oyuncularına boş alan yaratma arayışı içinde olan bir anlayış ile oynadılar. Ancak ne yazık ki, çok değerli ve yetenekli yıldızlarını tam olarak görme şansımız maalesef Advocaat yüzünden olamadı.
       Fransa: Generallerin çok, erlerin hiç olmadığı; her biri takım olmaktan, takım olabilme hüviyetine ulaşamamış; estetik kaygıların her zaman ön planda olduğu bir Fransa izledik. Takımın genelinde motivasyonsuzluk had safhadaydı. Kolektif oyun anlayışının yerini, gösteri takımı niteliği almıştı. Yıldızları son derece etkisiz ve yararsızdı.
       Üretkenliğin ve yaratıcılığın her zaman ilk adresi olan Fransa, teknik adamın da katkılarıyla potansiyelinin çok altında, yıldızlarının teknik becerilerini konuşturamadığı (sadece İngiltere maçında Zinedin Zidane’ın uzatma dakikalarında attığı iki gol ile gelen gelen galibiyet hariç), mücadele gücü azalmış; bir dönemin misyonunu başarıyla tamamlamış ancak “metal yorgunluğuna girmiş” bir Fransa izledik.
       İngiltere: Klasik 4-4-2 nin sadık uygulayıcısı olarak, oynadı. Kanat ortaları ve geriden Owen ve Rooney’e taşınan toplarla, gol yolarını zorlayan İngilizler, orta sahayı kalabalık tutarak, rakibe üstünlük sağlamaya çalıştılar. Temel felsefeleri, her zaman olduğu gibi, üstün fizik ve kondisyon güçlerini kullanarak, sahanın her yerinde maksimum mücadele ederek, savaşkan bir yapıyla, çabuk toplarla uzun ve etkili paslarla sonuca gitmeye çalıştılar.
İngiltere'nin temel felsefesi her zaman olduğu gibi, üstün fizik ve kondisyon güçlerini kullanarak sahanın her yerinde maksimum mücadele etmek, çabuk toplarla uzun ve etkili paslarla sonuca gitmeye çalışmaktı...

       
2-RAKİBİ BOZMAYA VE OYNATMAMAYA YÖNELİK TAKIMLAR
       
Sahip olduğu metodik oyun planına istinaden, haddini ve gücünü bilerek, silahlarını doğru ve yerinde kullanan Yunanistan, rakibi hem kendi alanında hem de defans bölgesinde oynatmayarak; rakip savunmanın konsantrasyonunun azaldığı bir anda, organize kontrataklarla gol bulmaya çalışmış ve rakip takımın teknik yetkinliği olan ayaklarını bazen adam, bazen de alan markajıyla oynatmayarak başarıya ulaşmasını bilmiştir.
       Bu tür takımlar: Rakibi oynatmamaya ve oyunlarını bozmaya yönelik bir oyun anlayışına sahiptirler. Şüphesiz ki, bu türün en parlak örneğini Kupa’yı alan Yunanistan oluşturmaktadır. Bu gruba giren diğer takımlar Letonya, İtalya, Almanya, İsviçre örnek verilebilir.
       Bu takımların içinde İtalya’nın da olması çok ilginçtir. İtalyanlar aslında kendi oyunlarını oynadılar. Çoğu görüşe göre dünyanın en iyi forvetlerine sahip, İtalyanların savunma yapmaktan hucum yapmaya ve düşünmeye zaman bulamamaları, bir dünya devinin gruptan çıkamamasına neden oldu. Aslında çok da iyi oynadıkları ve galibiyeti hakettikleri tek maç olan İsveç maçının 85. dakikasında, Z.İbrahimoviç’in akıllara durgunluk veren golünü yiyerek, maçı berabere bitirdiklerinde, İtalyanların da işleri bitmişti.
       Katenoçya oynamadıklarında bile rakibe kendi egemen oyun anlayışını kabul ettirecekleri yerde rakibi kendi alanında bozarak oyunlarını kurmaya çalışan İtalyan milli takımının büyüklüğünün ve potansiyelinin farkına varamadan kupadan elenmesi, Dünya Kupası’ndan sonra ikinci büyük darbe oldu onlar ve Trapottini için.
       Bu grup içinde yer alan ikinci takımın ise Almanya olması gerçekten de çok ilginçtir. Bu turnuvada da görüldü ki, Alman milli takımı yetenekli, hünerli, top tekniği yüksek, özellikle orta alanda beyin görevi yapacak çok yönlü oyuncu eksikliğini bu turnuvada bir kez daha yakıcı bir şekilde yaşadı. Aslında 2002 Dünya Kupası’nda da bu sorun vardı. Ancak, şansın yaver gitmesi onları finale kadar taşımıştı.
       Almanya’nın genel olarak oynadığı futbolu da gözlemlediğimizde oyun mentalitesi bakımından, İtalya’ya yakın bir felsefe ile oyun oynadıkları görülüyor. Ne yazık ki, başta kaleci olmak üzere, defans, orta alan ve forvette, İtalyanların sahip olduğu yetenek ve nitelikte, beceriye sahip oyuncularının olmayışı, oynadıkları futbolun zaafiyetini, daha bir gözönüne çıkarttı.
       Özellikle, kapanan takımlar karşısında, kilidi açacak futbol aklını geliştiremeyen ve ne yapacaklarını şaşıran Alman milli takımının, adeta saha içinde bilişim alanlarının daraldığını gördük. Sadece koşan ve mücadele etmeye çalışan bir takımın, kendi oyun anlayışını force etmesi gerekirken, rakibi kilitlemeye yönelik bir mentalite içine girmeleri, takımın büyüklüğüne de gölge düşürdü.
Danamirka ve İsveç gibi takımlar rakibin oyun anlayışından çok fazla etkilenmezler ve her zaman kendi bildiklerini oynamaya çalışırlar. Aslında buna kuzey disiplini de denilebilir.

       
3- BELİRLİ BİR OYUN ŞABLONU OLAN AMA EGEMEN OLAMAYAN FUTBOL FELSEFESİNE SAHİP OLANLAR (KUZEY DİSİPLİNİ)
       
Bu tür takımların belirli bir oyun şablonlarına sahip olduklarını görüyoruz. Bu gruplama içinde yer alan takımlara en tipik örnek olarak Danimarka ve İsveç’i verebiliriz. Genelde kendi oyun anlayışlarıyla oynayan bu takımlar, çoğu zaman rakiplerini force ederek, rakibin oyun planını yönlendirirler.
       Rakibin oyun anlayışından çok fazla etkilenmezler ve her zaman kendi bildiklerini oynamaya çalışırlar. Aslında buna kuzey disiplini de denilebilir. Oynatmamaya dayalı bir oyun anlayışını çok fazla tercih etmezler, futbolun estetik yönünü çok fazla ihmal etmezler. Bu gruptaki takımların klasik 4-4-2 şablonuna uygun bir oyun anlayışıyla saha içinde kurgularını oluşturduklarını görüyoruz. Her ne kadar bu takımlardan Danimarka’nın oyun anlayışı, İspanya’nın oyun mentalitesi ile türdeşlikler gösterirse de, bu takımlar beklenmedik sonuçlara da imza atarlar.
       Neredeyse turnuva öncesi gizli favorilerden gösterilen Danimarka, grupta iyi maçlar çıkartmasına karşın, Çeklerden üç gol farkı da yiyebilmesi de bu potansiyelin olduğunu göstermektedir. Aynı şekilde İsveç’te bu turnuvada güzel ve seyri hoş maçlar çıkartan bir futbol anlayışı ile oynamıştı.
       
4-RESESİF OYUN ANLAYIŞINA SAHİP OLANLAR
       
Bu grupta yer alan takımlar tamamen, resesif oyun anlayışına sahip, her türlü yönlendirime açık, teknik gücü ve kapasitesi sınırlı, oyunu domine edemeyen, ancak zaman zaman kendilerinden beklenmeyen performans gösterebilen; başarı standart sapmaları artı ve eksi yönde yüksek takımlardır. Hiç beklenmedik sonuçlara imza atabilir, sürpriz yapabilirler.
       Bu gruba İsviçre, Bulgaristan, Hırvatistan ve Rusya’yı dahil edebiliriz. Her ne kadar Yunanistan takımı gruptan çıkmayı büyük oranda garantiye alığı için, belki de çok fazla asılmadığı Rusya maçını 2-1 kaybettiğini; Kupayı alan Yunanistan’ın sadece Rusya’ya yenildiğini burada ifade edelim.
       
YUNANİSTAN NASIL OYNAYARAK KUPAYI KAZANDI?
       
Yunanistan ilk bakışta dörtlü savunma anlayışıyla 4-4-2 oynuyormuş gibi görülmekle birlikte; bazen Dellas’ın defansın gerisinde sarkık libero oynamasının, dörtlü savunmaya da pek uymadığını görüyoruz.
       Bazı maçlarda Dellas, Kapsis’le yan yana oynarken, bazen de maç içerisinde ya da ilk dizilişte, defansın gerisinde süpürücü olarak oynayabildiğini gördük. Değişik bir yerleşim tarzı...
       Örneğin, Rehhagel, Çek Cumhuriyeti maçında Seitaridis ile Barros’u, Kapsis ile de Kolleri adam adama marke ettirirken, Dellas’ı da bu ikilinin arkalarında sarkık libero olarak oynattı. Aynı oyun planı ve sistemi içinde, sol bekte Fyssas görevlendirilirken; dörtlü savunma olarak adlandırılabilecek bu dizilişin sağbekinde kimsenin de olmaması, bugüne kadar gördüğümüz dizilişlerden farklı bir oyun anlayışına karşılık gelmekteydi.
Rehhagel'in Yunanistan'ı, İtalyan Katanoçya’dan daha farklı bir savunma anlayışı ile kendi oyun alanı ve defans bölgesinde, metodik bir şekilde bazen adam, bazen de alan markajıyla oynadı. Scolari bile "Yunan milli takımının defansını geçemediklerini, kilidi bir türlü açamadıklarını" belirtti.
       Hücum ederken, pozisyon gerektiriyorsa, markaj yapan stoperlerden biri ya da sarkık oynayan Dellas bu bölgede bek olarak oynuyordu. Adam adama göre savunma yapılıyorsa Rehhagel, markaj durumuna göre bu üçlüden birini ya da Katsouranis’i bu bölgeyi kapatmak üzere görevlendiriyordu. Başta Çek Cumhuriyeti maçı olmak üzere, Rehhagel bu oyun sistematiğini, turnuva boyunca sürdürdü ve turnuvanın en iyi defans blokunu inşa etmeyi başardı.
       Turnuvanın metodik oyun planı olan ve bu planı uygulayabilme olanağı bulan iki takımı vardı. Bunlardan birisi Çek Cumhuriyeti diğeri ise Yunan takımıydı. Bu bağlamda, Yunan milli takımı savunma karakteri ağır da bassa, Metodik oyun planını pratiğe geçirirken, kadrosunda bulunan futbolcularının karakteristiği ile kaynaştırmayı becerebilmiş bir milli takımdır. Başarının arkasında yatan belki de en önemli unsurlardan birisi budur.
       Yunanistan’ın mucizevi sayılabilecek başarısına geri döndüğümüzde; Yunanlı futbolcuların öncelikle kendilerine olan özgüvenlerinin son derece yüksek olduğunu, üst düzey disipline maçın son dakikasına kadar sadık kaldıklarını, ikili pozisyonlarda gözüpek sertliği oyun anlayışlarının bir parçası olarak algıladıklarını, tüm oyuncuların arasında müthiş bir yardımlaşma ve dayanışma temelinde, mükemmel bir kademe anlayışı geliştirdiklerini görüyoruz.
       Yunan takımı ne kadar anti futbol oynadığına ilişkin eleştiri alırsa alsın, turnuva boyunca takım disiplininden maç boyunca kopmaksızın verdiği mücadele, onun ne kadar kompakt ve solid bir takım olduğunu ortaya koydu. Yani sıkı, sağlam ve kendi içinde tutarlılığı yüksek bir takım olan Yunanistan, oyunun son noktasına kadar, sürdürdüğü oyun disiplininden uzaklaşmadan, topun rakibe geçtiği andan itibaren, içindeki kazanma arzusunun yüksekliğiyle, sahanın her yerinde uyguladığı disiplinli ve metodik presle, rakip takımın gol ayaklarını susturmasını ve bıktırmasını bildi.
       Yunan takımı, İtalyan Katanoçya’dan daha farklı bir savunma anlayışı ile kendi oyun alanı ve defans bölgesinde, metodik bir şekilde bazen adam, bazen de alan markajıyla oynadı. Bu bölgelerde mükemmele yakın bir kademe anlayışı temelinde, büyük bir kararlılık ve disiplin ile uygulanan alan ve adam markajı, minimum hata ile oynanmasına olanak sağladı. Kaybedilen her top, bu pres ve savunma anlayışıyla kazanılıp, tehlike bölgesinden çıkartılarak, olgun ataklara dönüştürüldü.
       Rakibin baskısını arttırdığı anlarda bile, stres altında sakin kalmayı başarabilen ve kesinlikle topa dan dun vurmayarak, olgun atak öncesi hazırlık pasları yapan bir takımın, kaybetmesi gerçekten zordu ve öyle de oldu.
       Estetikten uzak, ama futbolun realistiğini sahaya yansıtan Yunan milli takımı, amaca yönelik işlevsel takım futbolunun, nasıl oynanacağını bize gösterdi. Takım oyunun temel, yıldız oyuncunun ise tali faktör olduğunu ortaya koyan Yunan milli takımı, sonuca ulaşmanın yıldız oyuncuların bireysel becerisinden değil, takım oyunundan geçtiğini tüm Avrupa’ya göstermiş oldu.
       Futbolda disipline bağlı oyunun, az pozisyon doğuracağının bilincinde olan Rehhagel, duran topların sonuca ulaşmada altın değerinde olduğunu tüm oyuncularına ezberlemiş adeta. Nitekim son üç maçta birbirinin karbon kopyası olacak şekilde yan orta ve kornerlerden gelen üç topu da Charisteas gole çevirmesini bildi. Dellas’ın defansta rakibine aman vermeyen ve neredeyse bir turnuva boyunca sıfıra yakın bir hatayla oynaması, Seitaridis’in sürat ve çabukluğuyla, Zagorakis’in takım içindeki lider ve saha içinde beyin görevini eksiksiz yerine getirmesi, başarının gelmesinde temel faktörlerdi.
Gerçekten de, futbolun yakın geçmişine baktığımızda, son on- onbeş yılda futbolun yeni bir sürece girdiğini görüyoruz. Bu turnuvada da görüldü ki, futbolun milyon dolarlık pahalı, iddialı yıldızları beklentilere karşılık verememiş, büyük hayal kırıklıkları yaşatmışlardır.

       
YUNANİSTAN’IN OYUN PLANI SAVUNMA KARAKTERLİ Mİ OLMAK ZORUNDAYDI?
       
Oyun stratejisi ve buna bağlı hareket planı, eldeki oyuncuların niteliği ve özelliklerine göre belirlenir, şekillenir. Top kullanma becerisi yüksek takımların, savunma bazlı bir oyun planı belirlemeleri bir tercih nedeniyken; kaynakları kıt, bireysel beceri düzeyi düşük takımların savunma tendanslı oynamaları bir zorunluluktur.
       Bu oyun anlayışı ve zorunluluktan hareket ettiğimizde, Yunanistan’ın neden savunma karakterli bir oyun planı belirlediği de kendiliğinden ortaya çıkıyor. Buna göre, Yunanistan, Hasan Gören’in 30 haziran 2004 tarihli Radikal’deki köşesinde de belirttiği üzere, “Yunanistan’ın, yerleşik savunmaya karşı hücum etmek durumunda olduğu tek karşılaşmayı(Rusya maçı-2-1)kaybetmesi, bu turnuvada uygulayabilecekleri en akılcı taktiğin savunma ve kontratak olduğunu düşündürüyor.
       
SAVUNMA FUTBOLU KAYBETTİ Mİ, KAZANDI MI?
       
İtalyan Herrera’nın dünya futbolunun başına sardığı kilit sistemi yani “Catenaccio”, İtalyanların uzun yıllar, tüm eleştirilere kulak tıkayarak oynadıkları, futbolun tüm güzelliğini alıp götüren, ancak İtalyanlara dünya kupalarını da getiren bir sistemdi. Günümüzda artık İtalyan takımları da pur anlamda Catenaccio uygulamaktan imtina eder oldular.
       O zamanlar da bugünlerde olduğu gibi, İtalyan milli takımının anti futbol oynadığı hep yazıldı, çizildi. Ama İtalyan milli takımı bu sistemi 40 yıl boyunca kullanmaktan da geri durmadı. Evet, Yunanlılar ‘Catenacio” uygulamadılar, ama onlarında oynadıkları sistem temelde oynatmama üzerine kurulu olunca, savunma futbolu yeniden günah keçisi yapılmış oldu.
       Yunanistan takımının pür savunma oynayıp, kupaya uzandığını söylemek, Yunanlıların hem başarısına haksızlık hem de oynadıkları oyuna insafsızlık olur. Yunan milli takımı son derece pragmatik bir oyun anlayışı ile kıt kaynaklarını, maksimum fayda sağlayacak şekilde kullanabilme becerisi gösterebildi. Yunan milli takımının oynadığı futbolun ne ölçüde savunma futbolu karakteri sergilediğinin analizine geçmeden önce, kısaca Savunma Futbolunun son durumu ile felsefi özüne bir bakalım.
       Savunma futbolu oynamanın, hücum futbolu oynamaktan çok daha zor olduğunu bir kez daha vurgulayalım. Hele dörtlü savunma oynamak, tam anlamıyla bir sanat icra etmek demektir. Hücum futbolu sürat, çabukluk gibi fiziksel yetenekleri ön plana çıkartırken; savunma futbolu akıl, dikkat ve takım birlikteliği gibi daha entelektüel yetenekler gerektirir. Yani savunma ile hücum arasındaki mücadele, akıl ile beceri arasındaki mücadeledir.
       Tabii ki günümüz çağdaş forveti de zekasını ve yaratıcılığını becerisiyle bütünleştirmek durumundadır. Bu turnuvada akıl, beceriye üstünlük sağlamıştır. Scolari’nin finali kaybettikten sonra, basına yaptığı açıklama, çağdaş futbolun tarihine geçecek ve futbolun önünü açacak bir demeçtir. Scolari, “Yunan milli takımının defansını geçemediklerini, kilidi bir türlü açamadıklarını” belirttikten sonra “bundan Yunanistan değil, biz sorumluyuz. Bizim bu kilidi çözecek ortak akla ulaşmamız gerekirdi” şeklinde yaptığı açıklama, futbolun tarihsel gelişim sürecinde yeni bir noktaya gelindiğini de işaret etmektedir.
       Gerçekten de, futbolun yakın geçmişine baktığımızda, son on- onbeş yılda futbolun yeni bir sürece girdiğini görüyoruz. Bu turnuvada da görüldü ki, futbolun milyon dolarlık pahalı, iddialı yıldızları beklentilere karşılık verememiş, büyük hayal kırıklıkları yaşatmışlardır.
       Buradan hareketle, bundan sonra yıldız futbolcuların devrinin bittiğini, tarihsel misyonlarını yerine getirdiklerini ileri sürüp, yıldız futbolcuya gereksinim kalmadığı gibi bir saçma teze ulaşılmamalıdır. Aksine, futbolun giderek endüstrileştiği günümüzde, yıldız futbolcuya daha çok ihtiyaç duyulmaktadır. Her zaman da böyle olacaktır. Ancak, milyar dolarlarla ifade edilen futbol pastasından daha fazla pay alabilmenin yolu, kaybetmemekten geçmektedir.
       Futbolda kaybedilecek şeylerin o kadar büyük değerlere ulaşması, takımları daha temkinli ve dengeli bir futbol oynamaya itmektedir. Tüm takımların defanslarının önlerine bir, bazen iki libero koymalarının, hatta üçlü ikinci bir savunma hattı oluşturmalarının felsefi ve ekonomik temelinde bu gerçek yatmaktadır. İşte bu gidişat savunma futbolunu bu turnuvada da zirveye çıkartmıştır.
       Sırf bu nedenle, İngiltere, İtalya, Almanya, Fransa gibi ülkeler kendi oyun anlayış ve felsefelerini domine etme yerine, savunma kaygısıyla, kendi oyun şablonlarından sapmanın bedelini kupadan elenerek ödemişlerdir.
Yunanistan’ı savunma ağırlıklı futbol oynayarak kupaya uzanmasını eleştirmek son derece yanlış; böyle bir kupayı kazanmasının sevindirici yanı ise Avrupa’nın periferilerini motive ederek, harekete geçirebilme olanağını yaratması...

       Yunan milli takımını, parlak, üretken ve yaratıcı bir futbol oynamadığı gerekçesiyle eleştirebiliriz. Ne var ki, Yunan milli takımının metodik oyun planında böyle bir kaygı da yok ki zaten. Tamamıyla pragmatik oyun planı ve oportünist bir felsefeyle hareket eden Yunan milli takımı başarıya da bu şekilde ulaşmışsa, burada sorgulanması gereken diğer takımlardır.
       Özellikle de her biri futbol ekolu olmuş, Avrupa’nın beş büyük ligine sahip bu takımların, Ahmet Çiğdem’in 9 Temmuz 2004 tarihli Radikal Gazetesi’ndeki köşesinde de belirttiği gibi, “kendi oyun planlarını, savunma kaygısıyla bozarak, resesif bir anlayışa yönelmeleri eleştiri konusu olmalı” diye düşünüyorum. İşte bu noktada savunma futbolunu oynamayı beceremeyen, bu takımlar kaybetmiştir. Kaybeden savunma futbolu değil, oyun planı olmayan bu takımların mental anlayışlarıdır. Ancak, bu işi çok iyi beceren Yunanistan, savunma futbolunun bayrağını da zirveye dikmiştir.
       Dikkat edilirse, tüm futbol sistemlerinde diziliş ve kurgular öncelikle savunma karakterli olarak formüle edilir. Zaten sistemlerin çıkış orijininde de savunma güvenliği yatar. Bugün sistemleri öz olarak savunma dizilişlerine göre adlandırmak da buradan geliyor.
       
SONUÇ
       Yunanistan’ı savunma ağırlıklı futbol oynayarak kupaya uzanmasını eleştirmek son derece yanlıştır. Bu turnuvada teknik ve taktik gücü yüksek takımların, kendi oyun anlayışlarından, savunma kaygısıyla ayrılarak, resesif bir oyun felsefesiyle hareket etmeleri kendi sonlarını da bir şekilde hazırlamıştır. Nitekim bu anlayış, Yunan kilidinin de açılamamasına neden olmuştur. Ancak, bu kupa göstermiştir ki, her tür savunma kilidini açacak, hücum yollarının bulunması futbolun geleceğinin de bir garantisini oluşturmaktadır.
       Yunanistan’ın böyle bir kupayı kazanmasının sevindirici yanı ise, Avrupa’nın periferilerini motive ederek, harekete geçirebilme olanağını yaratmasıdır.
       
 
 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları
Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın
Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları