Home page

Haber Menüsü


Yazara mail atmak için resmin üzerine tıklayın.
 
Teknik, taktik ve oyun felsefesi bakımından Euro 2004’ün genel değerlendirmesi (1)
 
Yunanistan’ın oynadığı futbolu beğenelim beğenmeyelim, sonuçta Yunanistan büyük bir kupayı alarak çok büyük bir iş başardı.
 
Tuğrul Akşar
NTV-MSNBC
 
13 Temmuz 2004—  Avrupa futbolunun patronu UEFA’nın 50.kuruluş yılında on ikincisi düzenlenen Avrupa Futbol Şampiyonası’nı (Eurocup 2004), Yunanistan tüm futbol kamuoyunun beklentisini boşa çıkartarak kazandığında, komşunun oynadığı futbola ilişkin yoğun bir tartışma süreci de toz duman bulutu içinde başlamış oldu.

   
 
       
    MSNBC News Yeni yasa futbolun sorunlarını çözecek mi? (3)
MSNBC News Yeni Yasa, futbolun sorunlarını çözecek mi? (1)
MSNBC News Yeni yasa futbolun sorunlarını çözecek mi? (2)
 
NTVMSNBC Reklam  
 

 
Yunanistan, kolektif oyun anlayışına doksan dakika sadık kalarak, oyun disiplininden hiç taviz vermeksizin, sadece bir maçta Rusya'ya yenilerek kupaya uzandı.

       Yunanistan’ın oynadığı futbolu beğenelim beğenmeyelim, sonuçta Yunanistan büyük bir kupayı alarak çok büyük bir iş başardı.
       Kupaya uzanan yolda Yunanistan, kolektif oyun anlayışına doksan dakika sadık kalarak, oyun disiplininden hiç taviz vermeksizin, takım oyunu temelinde şekillenen üstün mücadele azmi, fizik ve kondisyon gücünü gayet efektif kullanıp; futbolu basit, ama işlevsel oynayıp, kapasitelerini maksimum kullanarak, oynadıkları altı maçın dördünü kazanıp, birinde berabere kalarak ve bir maçta da Rusya’ya yenilerek, dört yılda bir düzenlenen bu büyük kupayı havaya kaldırdı.
       Bir makine düzeni içinde, Otto Rehhagel’in pragmatik futbol felsefesini, tüm rakipleri karşısında eksiksiz uygulayan Yunan takımı, bu başarıya ulaşma sürecinde “Savunma Futbolu”nu da yücelten bir oyun anlayışıyla, saha içinde rakibine üstünlük mücadelesi vermeye çalıştı. Sonuçta; bu amacına ulaşırken, çağdaş futbolun odak noktasının savunma güvenliğinden geçtiğini de, bize bir kez daha hatırlatmış oldular. Bu kupaya uzanma sürecinde Yunan takımının hiçbir futbolcusu kendilerini üstün bir yetenek olarak görme psikozuna girmeden, şişik egoların esiri olmadan, sergiledikleri kolektif oyun anlayışı ile takımlarını yıldız yaparak, kendilerini yücelttiler. Takım içi dayanışma ve yardımlaşmayla, oluşturdukları sinerjiyi en üst noktaya taşıdılar. Kısacası, bu konuda, diğer takımların düştükleri tuzaklardan kendilerini sakınmasını da bildiler.
       
DÖRTLÜ SAVUNMA, TEK FORVET
       
Euro 2004’ün göze batan en belirgin özelliklerinden birisi, ileride tek forvetle oynama olmuştur. Savunma güvenliğinin ön planda olduğu bu turnuvada, takımlar dörtlü savunma oynamalarına karşın, hepimizin bildiği klasik dizilişleri de tam olarak uygulamaktan kaçınmışlardır. Örneğin tam olarak 4-4-2 ile maça çıkan takım sayısı sınırlı kalmıştır. Klasik 4-4-2’yi uygulayan takımların başında Fransa ve İngiltere gelmiştir.
       Euro 2004’te mücadele eden 16 takımın hemen hemen hepsi, tüm maçlarına dörtlü savunma ile çıktılar. Oyun içinde üçlü savunmaya dönen anlayışı tercih eden takımlar da oldu; ancak üçlü savunmayla maça başlayan sadece Alman milli takımıydı. Çek Cumhuriyeti maçında da olduğu gibi genelde üçlü savunmayla rakiplerinin karşısına çıktılar ve sahada genel dizilişleri 3-4-2-1 şeklindeydi. Onun dışında üçlü savunma yapan takım yoktu.
Turnuvaya genelde dörtlü savunma damgasını vururken, takımların ileride genelde tek forvetle gol aradığı görüldü. Genel olarak takımların en çok tercih ettikleri saha içi diziliş 4-2-3-1 veya 4-3-2-1 şeklinde oldu.

       Her ne kadar dörtlü savunma temelinde oynayan takımların saha içi kurgu ve dizilişleri, maçın gidişatı ve rakibe göre zaman zaman taktik anlamda değişiklikler de gösterse, burada önemli olan savunmanın üçlü mü yoksa dörtlü mü yapıldığıdır. Çünkü, üçlü savunma ve dörtlü savunma felsefe ve teknik yönden de ciddi ayrımlar gösterir.
* Üçlü savunma da, bir oyuncu orta alana kaydırılarak, ofans gücü daha zenginleştirilmeye çalışılırken; dörtlü savunma, daha az risk üstlenme adına, kaybetmemeyi temel alan bir oyun anlayışı ile karşımıza çıkar.
* Üçlü savunmada kanatların çok daha efektif ve hızlı çalışması gerekir. Sağda ve solda oynayan bekler yaklaşık 70 metrelik bir alanı, maç içinde sürekli ileri geri kat etmek, deplase olmak durumundadırlar. Bu, üstün kondisyon ve fizik gücü gerektirir.
* Dörtlü savunmada alan savunması yapmak ise daha kolaydır. Alan paylaşılmasında geride dört savunmacı yer alırken, kişi başına düşen metrekare alanın küçülmesi, savunmayı daha güvenlikli hale getirir. Kademe anlayışı daha gelişmiştir.
* Dörtlü savunmada defans genelde çizgi halindedir ve göbekte iki stoper tandem oynarlar. Ancak göbekte yer alan bu ikilinin kendi aralarındaki uyum, savunmanın güvenliği ve hayatiyeti için çok önemlidir. Uyumsuz bir ikili, savunmanın göbekten delinmesine ve rakibe daha çok pozisyon verilmesine neden olur.
* Üçlü savunmada ise bir libero önde yer alan iki savunmacının arkasında süpürücü olarak oynar. Sürekli kademededir ve çoğu zaman bu şekilde oynayan oyuncuya sarkık libero adı verilmektedir. (Rehhagel, bazı maçlarda Dellas’ı sarkık libero oynatmıştır)
       Ancak şunu da burada belirtmekte yarar görüyorum: Teknik adamlar, düşündükleri ve hayal ettikleri için değil, ellerindeki oyuncunun nitelik ve yeteneğine göre üçlü ya da dörtlü savunma oynatırlar.
       Bu kapsamda turnuvaya genelde dörtlü savunma damgasını vururken; takımların ileride genelde tek forvetle gol aradığı görüldü. Genel olarak takımların en çok tercih ettikleri saha içi diziliş 4-2-3-1 veya 4-3-2-1 şeklinde oldu. Bununla beraber final oynayan Portekiz genelde sahaya 4-1-4-1 şeklinde yayılmayı tercih etti. Finalde Yunanistan maça 4-3-2-1; Portekiz ise 4-2-3-1 dizilişi ile çıktı.
       Takımların genelde orta alan egemenliğini ele geçirebilmek amacıyla, saha içi dizilişlerine bakıldığında ya defansın önünde çift libero (Portekiz’de Maniche ve Costinha-zaman zaman Costinha, Portekiz’in 4-14-1 oynadığı durumlarda tek ön libero olarak oynadı; İspanya’da Xabi ve Albelda; bazen de Baraja; Fransa’da Vieira- Makelele, İtalya’da Zanetti ve Perrotta, bazen Gattuso ve Pirlo, Danimarka Daniel Jensen ve Paulsen) ya da tek libero ile (Rusya’da Aldonin; Çekya’da Glasek; Yunanistan’da Katsouranis, Basinas, Almanya’da Baumann -daha sonra değişti) sahaya çıktıkları görüldü.
Çoğu zaman eleştirdiğimiz Hakan Şükür örneğinin sıkça kullanıldığına tanık olduk. Pivot forvetler bir yandan kanatlardan gelen topları yanlarındaki forvete indirirken, diğer yandan rakip savunmayı da meşgul ederek forvete pozisyon yaratmaya çalıştılar.

       
TAKIMLARIN VAZGEÇİLMEZİ: TEK FORVET VE PİVOT SANTRFOR
       
Euro 2004’te takımların genelde dörtlü savunma ile oynamasına karşın, genellikle ileride tek forveti tercih ettiklerini ve çoğu zaman da bu forvetin pivot santrfor gibi oynadığını görüyoruz. Yani bizim çoğu zaman eleştirdiğimiz Hakan Şükür örneğinin, bu turnuvada sıkça kullanıldığına tanık olduk. Özellikle İsveç’ta Zlotan İbrahimoviç, Çek Cumhuriyeti’nde Koller, tipik pivot santrfor olarak oynamışlardır.
       Bu oyuncular bir yandan kanatlardan gelen topları, yanlarındaki forvete indirirken, diğer yandan rakip savunmayı da meşgul ederek, forvete pozisyon yaratmaya çalıştılar. Hentbol oyunundaki pivot oyuncu benzeri, sırtı kaleye dönük, pas alan, dağıtan ve pozisyon hazırlayan bu oyuncuların takımların ofans gücüne ciddi katkı sağladıkları görülmüştür. (Özellikle Zlotan İbrahimoviç’i yaratıcı ve çok yönlü santrfor olarak da görmek gerekir.)
       Aslında tek forvet oynamanın amacı, egemenliğin sağlanmasına yönelik olarak orta sahaya personel yığmaktır… Bu amaçla çoğu takımın ileride oynattığı tek forvetin hemen arkasında oyun tekniği, kapasitesi ve şut yüzdesi yüksek (bir çeşit striker gibi) santrforlarını yerleştirdiğini gördük. Bu ikili, hatta bazı maçlarda üçlü forvet arkasında yer alan ofans elemanlarının, forvete pozisyon yaratma, alan daraltma görevlerinin dışında, ileride pres yapma gibi bir işlevleri de olduğu ortaya çıktı.
       Aynı zamanda bu ikili ya da üçlünün en önemli görevlerinden birisi de, kapalı savunmaların çözülmesiydi. Ancak, ne yazık ki, bu turnuvada kapalı savunmalar, teknik yetkinliği ve kapasitesi yüksek oyuncular ve takımlar tarafından bile çözülemedi. Buna en tipik örnek olarak, Fransa-Yunanistan maçını verebiliriz. Yunan defansını bir türlü göbekten delemeyen Fransa’nın bir türlü kanatlarını çalıştırıp gole ulaşamaması, onların sonunu getirdi.
       Bu turnuvada hücumu düşünen ve buna göre kendi iç organizasyonunu sağlayan takımlar, kapalı defansları açma konusunda başarılı olamamışlardır. Yunanistan şampiyonluğa da bu sayede ulaşmıştır.
       Turnuvada ileride tek forvet oynayan takımlara baktığımızda, Yunanistan’da Vryzas’ın, Portekiz’de Pauleta’nın, İtalya’da Vieri’nin, Almanya’da Kurany’nin, İspanya’da Morientes ya da Torres’in, Bulgaristan’da Berbatov’un, Hırvatistan’da Prso’nun, zaman zaman da, Hollanda’da Van Nistelrooy’un forvette yalnız oynadıklarını görüyoruz.
       
TEK FORVET DÖRTLÜ SAVUNMAYA İHANET Mİ?
       
Dörtlü savunma ya da klasik 4-4-2 dizilişi ileride çift forveti zorunlu kılar. Aslında öz itibariyle, dörtlü savunma oynayan takım, orta saha ile defans bloku arasında dörderli ve kademeli bir yardımlaşma ve dayanışma oluşturup, ileride forvete kanatlardan top taşımak durumundadır.
       Her iki kanattan gelecek ortalara sadece tek forvetle değil, birbirini tamamlayan, birbiriyle verkaç yapan, birbirine pozisyon hazırlayan çift forvetle müdahale edip, gol aramak sistemin özü gereği olduğu halde, başta Scolari olmak üzere çoğu teknik adamın takımlarını tek forvetle oynatması, sistemin ruhuna aykırı gibi görünmektedir.
       Gerçekte, amaca ulaşmada çok değişik varyasyonları deneyen teknik adamlar, bunun da çözümünü, forvetin arkasına çift santrfor koyarak bulmaya çalışmışlardır.
       Her ne kadar turnuvada ileride tek forvetle oynayan takımlar olduğu gibi, maçın gidişatına göre risk alma uğruna, forveti üçleyen hatta dörtleyen takımlar ve teknik adamlar da olmuştur. Buna tipik örnek olarak, Scolari’nin İngiltere karşısında risk alıp kurguyu 3-3-4’e çevirerek, forveti dörtlemesi, Portekiz’e maçı kazandırırken, buna benzer uygulamayı yapan forveti üçleyen Advocaat, 4-3-3 ile göze hoş gelen ama sonuç vermeyen futboluyla yarı finalde 4-1-4-1 oynayan Portekiz’e kaybetti.
Scolari, İngiltere karşısında risk alıp kurguyu 3-3-4'e çevirerek forveti dörtledi ve finale kadar yükseldi. Forveti üçleyen Advocaat ise yarı finalde 4-1-4-1 oynayan Portekiz'e kaybetti.

       
ÇOK FORVET ÇOK GOL MÜ DEMEK?
       
Tek forvet futbolun estetiği bakımından göze hoş gelmese de, 3-3-4 sistemi de futbolu çok güzelleştirip, daha fazla gol imkanı sağlamıyor. Nitekim bu oyun dizilişi ile İngiltere’ye karşı forveti dörtleyip, İngiltere’nin işini kısa zamanda halletmeye çalışan Portekiz’in, işi uzatmaya kalmadan bitirmesi gerekirdi. Ama öyle olmadı. Çok forvet, bol gol anlamına gelmiyor.
       Kişisel görüşüm, oyunda hücum zenginliği ve pozisyon bolluğu gibi, futbolun estetiğini de ihmal etmeyecek şekilde, saha içinde teknik adamın gerekli istihdamı sağlaması gerekiyor. Bu anlamda yine ileride 2 forvet ama arkasında bir besleyici ve destekleyici ofans yönü zengin, oyun tekniği yüksek, iyi top dağıtabilen, alanı iyi parselleyip, pozisyon bolluğu yaratabilen, sadece pasör değil, aynı zamanda striker gibi bir elemanın, bu ikilinin arkasında istihdam edilmesini gerekli görüyorum.
       Nasıl ki 4-2-4 ilkel ise, 3-3-4 de ilkel ve modern futbol bunu kaldıramaz. Her ne
       kadar sıkıcı da olsa, her zaman çağdaş futbolun odak merkezinin, savunma güvenliğinden geçtiğine inanan birisiyim. Yani, gol atma adına her türlü riski alıp, savunma güvenliğini ihmal eden bir anlayışın kazanmasını, sadece tesadüfe ve rakip golcülerin beceriksizliğine bağlıyorum.
       Geriden ve ortadan eleman alıp, ileride personel bolluğu yaratmanın
       hareket alanını kısıtlayacağını, marjinal verimliliği azaltacağını, çok fazla gol getirmeyeceğini söylemek yanlış olmayacaktır.
       Ancak orta saha egemenliğini sağlamaya yönelik, geriden bir oyuncunun orta sahaya çekilmesi mantıklıdır. Ne var ki, orta göbekte oynayacak bu oyuncunun hüneri çok fazla olmalıdır…
       
EURO 2004’TE ALAN DARALTARAK OYNAMAK TEMEL AMAÇTI
       
Yukarıdaki söylediklerimizden hareket edecek olursak; Fransa, İngiltere, İtalya, Portekiz, İspanya hızlı ve kanatları etkin kullanacak yeterlikte elemanları olmadığı için mi dörtlü savunma yaptılar? Sorunun yanıtı tabii ki “evet” olmayacaktır. Bu takımlarda üçlü savunma yapabilecek yetenek ve nitelikte oyuncuları elbetteki mevcuttur. Ancak klasik 4-4-2 ya da dörtlü savunma, genelde turnuvalarda ya da deplasmana giden veya eleme usulü maçlarda kullanılan, yenilmemeyi (gol yememeyi) esas alan bir savunma anlayışı olmasının yanı sıra, takımların defansın gerisinde fazladan bir libero bulundurmak istemeyişlerinin de etkisiyle ön plana çıkmıştır. Çünkü defansın gerisinde bir libero tahsis etmek istemeyen takımlar, bu oyuncusunu orta alana ya da defansın önüne koyarak, defans ile orta alan arasındaki iletişim ve koordinasyonu sağlayacak şekilde tahsis etmeleri dörtlü savunmayı gündeme getirmiştir.
       Bunun bir başka nedeni de, alan savunmasının dörtlü savunma ile daha efektif yapılacak olmasında yatmaktadır.
       Belirttiğimiz gibi, sahayı dikine dört eşit parçaya ayırdığımızda, defansta hangi oyuncunun nerede oynayacağı açıkça ortaya çıkar. Sağda ve solda birer bek ve orta sağ ile orta solda yer alacak iki stoper, dörtlü savunmayı oluştururlar. Çağdaş futbolda rakibe boş alan bırakmama anlayışı, alan savunmasını zorunlu hale getirmektedir.
       Bir yandan alan savunması yaparak, rakip forvetlerin pozisyona girmelerini önlemek, diğer yandan ise rakibin teknik üstünlüğü olan futbolcularına boş alan bırakmamak bu savunma anlayışının temel amacıdır. Ancak bu anlayışın sadece defans bölgesinde değil, aynı zamanda orta alanda ve ileride de kombine ve organize şekilde yapılması halinde sistem amacına ulaşmış olacaktır. Bu nedenle defans bloku ile diğer bloklar arasında mükemmel bir yardımlaşma ve sinerji şarttır.
       İşte bu anlayıştan hareket eden takımlar maçlara genelde dörtlü savunma ile çıktılar ve maç içerisinde hemen hemen tüm takımlar, rakibin teknik gücü yüksek, top yapan, boş alan bulduğunda ciddi sıkıntılar yaratabilecek oyuncularını, alan daraltarak kilitleyebilmek için dörtlü savunmayı tercih ettiler.
Rehhagel, Yunanistan'a şüphesiz çok yaratıcı ve üretken bir futbol anlayışı ile oyun oynatmadı. Her hamlesini oldukça oportünist bir şekilde gerçekleştirdi.

       
TAKTİK ANLAYIŞLAR TURNUVAYA DAMGASINI VURDU
       
Rehhagel, Yunanistan’a şüphesiz çok yaratıcı ve üretken bir futbol anlayışı ile oyun oynatmadı. Her hamlesini oldukça oportünist bir şekilde gerçekleştirdi. Çelik bir disiplin içinde takımının oyun kurgusunun bir dakika bile bozulmasına izin vermedi. Son derece sabırlı ve rakibin hatasını kollayarak, hızlı kontratak taktiği ve gayet fırsatçı bir oyun anlayışıyla maçlarını tamamladı. Duran toplardan altın çıkartmasını bildi ve takımını maç öncesi ciddi bir şekilde takım disiplinine hazırlayıp; rakibi bozarken, kendi takımının bozulmamasını sağladı. Yeri geldi takımını adam adama oynatarak, bize 80’li yıllardan nostaljiler de yaşattı. Rehhagel bunu savunmanın her tülü varyasyonunu deneyerek yaptı.
       Yunanistan teknik direktörü Rehhagel bu konuda pragmatik bir anlayış sergileyerek, dörtlü savunma ile başladığı ve savunmanın göbeğinde görev verdiği Dellas ve Kapsis ikilisini zaman zaman yan yana oynatırken; bazen de Çek maçında olduğu gibi maç içinde Dellas’ı defansın gerisine çekerek, sarkık libero olarak oynattı. Rehhagel adam adama savunma yapacağı zaman Dellas’ı, Kapsis’in arkasında kademeye çekerek bir nevi üçlü savunmaya dönerek, maçı devam ettirdi.
       Çek Cumhuriyeti maçında Rehhagel inanılmaz bir kumar oynayarak, maçı belki biraz da şansın yardımı ve Collina’nın da taktir haklarını Yunanistan lehine kullanmasıyla geçmeyi başardı. Yani, Rehhagel takımına dörtlü savunma oynattığı maçlarda, bazen Dellas’ı sarkık libero oynatarak (adam adama savunma yapacağı zamanlarda), oyun içinde üçlü savunmaya döndüğü de olmuştur.
       Nitekim, Yunanistan turnuvada belki de adam adama savunma yapan tek takım oldu. Özellikle yarı final maçında, Çek Köller’i Kapsis’e, Milan Baros’u da Seitaridis’e marke ettiren Rehhagel, Çek Cumhuriyeti’nin üç yıldızı Poborsky, Rosicky ve Nedved’e hiç boş alan bıraktırmayarak takımı kilitleyip, finale çıkmasını bildi. Bunu yaparken de, eminim hiçbir zaman futbol estetiği kaygısı içinde olmadı.
       Sadece amaca yönelik, işlevsel bir oyun anlayışıyla oyuncularının gücünü ve yeteneğini en efektif şekilde, kapasitelerini ise maksimum kullanarak, kupaya uzanmayı başarabildi. Çek Cumhuriyeti’nden sonra takım olabilmeyi en iyi becerebilmiş bir ekip yaratan Rehhagel için kim ne yorum getirirse getirsin, kazanan daima haklıdır ve Rehhagel’in ekibi bu kupayı da hak etmiştir.
       
BRUCKNER, YILDIZ; ADVOCAAT, VÖLLER, TRAPATTONİ, SANTİNİ İSE HAYAL KIRIKLIĞI!
       
Rehhagel’in dışında en başarılı ve turnuvanın gerçek anlamda en yaratıcı ve üretken teknik adamı Çek Cumhuriyeti’nin teknik adamı Bruckner’di.
       Her takımın teknik direktörü maç içinde, gerekli taktik değişikliklere giderek, saha içi diziliş ve sistematik yapıya müdahale etti. Kimi zaman bu müdahaleler yerinde sonuçlar verirken, kimi zaman da Hollanda-Çek Cumhuriyeti maçında Dick Advocaat’ın 2-0 öndeyken yaptığı değişikliklerde de olduğu gibi maçın 3-2 kaybedilmesine neden olundu.
       Bir maçın çevrilmesi ve alınmasına pozitif etkileri bakımından Çek Milli Takımının hocası Bruckner ve Yunan Milli Takımının Alman hocası Rehhagel ile Portekiz’in Brezilyalı hocası Scolari’nin hamlelerini örnek gösterebiliriz.
Fransa Milli Takımının grup eleme maçlarının tamamını kazanması, onları ve Jack Santini'yi ayrı bir havaya sokmuştu. Santini'nin takımı turnuvadaki ilk maçını uzatmalardaki 2 golle kazandı ama daha sonra beklentileri karşılayamadı.

       Olumsuza örnek olarak ise Fransız teknik adam Santini ve Hollandalı teknik adam Advocaat’ın maçın gidişatı sırasında, aksayan yönlere müdahale edemeyip ya da yanlış hamlelerle maçların kaybedilmesine neden olmaları gösterilebilir. Ayrıca, oyunun gidişine müdahale anlamında gerekli basireti gösteremeyenlere örnek olarak da Alman Milli Takımın hocası Völler, İtalyan Milli Takımının hocası Trapattoni ile Fransız Milli Takımının teknik direktörü Santini verilebilir. Gerçekten de Rudi Völler’in, Almanya-Letonya maçında Letonya savunmasının kilidini açamayıp, maçın 0-0 bitmesi bu konuya çarpıcı örnektir.
       Nitekim Almanya oynadığı 3 grup maçının hiç birini kazanamayarak, finallere veda etmiştir. Oynadığı üç maçtan ikisinde berabere kalan ve bir maçı da kaybeden Alman Milli Takımı ve Völler gerçek bir düş kırıklığı olmuştur.
       Alman futbolunda gerilemenin kronik bir hal aldığı Portekiz’de bir kez daha görüldü. Çok şanslı bir şekilde milli takımın başına gelen (futbolculuk kariyeri tartışılmaz) ve 2002’de Dünya Kupası’nda final oynayan Völler’in elindeki malzemeyle yapabileceği çok da fazla bir şey yoktu. Nitekim de öyle oldu.
       Euro 2004, teknik adamların düşündüğümüzden de daha önemli olduğunu bize göstermiştir. Rehhagel başta olmak üzere, Bruckner ve Scolari teknik ve taktik olarak takımlarına çok fazla katkıda bulunan teknik adamlar olmuşlardır. Sözkonusu teknik adamların içinde Bruckner’in takımına oynattığı futboldaki yaratıcılık, taktik ve teknik zenginlik bakımından futbola olan katkısı, diğer iki teknik adama göre bir üstünlüğü ortaya koyuyor.
       2002 Dünya Kupası sonrası görevi Jose Antonio Camacho’dan devralan İnaki Saez ise İspanya Milli Takımının başında gayet güzel maçlar çıkartmasına karşın, kadro seçimi ve saha içi kurgulamada gösterdiği bazı teknik hatalar ve milli takıma bazı formda isimleri (Tristan ve Reyes’in) almaması; Raul’un formsuzluğu; orta sahasını çekip çevirecek bir beynin olmaması Euro 2004’te yaş ortalaması 24 olan ve tecrübe eksikliği yaşayan Boğaları başarısızlığa sevk etti.
       İspanya ile birlikte sürpriz olarak evine dönen bir diğer dev ise İtalya oldu. Kağıt üzerinde çok güçlü bir kadroya sahip görünen Gök Mavililerin, Trapattoni’nin günümüz futbol mentalitesinin dışında, kendi gücü ve kalitesinin en büyük rakibi olan defans ağırlıklı oyunlarına, Kuzeyin iki takımı İsveç ve Danimarka’nın “viking kardeşliği” sonucu 2-2 beraberliği de eklenince İtalya evine erkenden dönmek zorunda kaldı.
       Kulüpler bazında büyük başarılara imza atan yaşlı kurt Giovanni Trapotti, dünyanın en iyi kalecisi, defansı, orta sahası ve en iyi forvetine sahip olmasına karşın takımını gruptan çıkartamadı. Euro 2004 yolunda takımı adına 6 gol kaydeden Filippo İnzaghi’nin Portekiz kadrosunda yer almaması Trapattoni’nin en büyük hatalarından birisiydi. Nitekim, İnzaghi’nin yokluğunda İtalyanlar gol yollarında oldukça zorlanırken, diğer yandan Euro 2004’e damgasını vurması beklenen Totti’nin Danimarka maçında Poulsen’e tükürmesi sonrası, UEFA’dan 3 maç ceza alması da İtalyanlar’ın gücünü büyük oranda azalttı.
       Fransa Milli Takımının grup eleme maçlarının tamamını kazanması, onları ve Jack Santini’yi ayrı bir havaya sokmuştu. Kırmızı mavililerin en son Dünya Kupası’nda da başarısız olmaları, bu kupayı, onlar için daha önemli bir hale getirmişti. Ancak Fransızlar’ın son derece duyarsız ve isteksiz ruh halleri, mücadele azimlerini alıp götürmüştü. Bu durum, Fransız Milli Takımının bir yere gidemeyeceğini ortaya koyuyordu.
       Pires, Zidane, Henry, Trezeguet, Makalele’nin bekleneni verememeleri, Fransız Milli Takımının da sonunu getirdi. Santini’nin maçın gidişatına etki edecek değişiklikleri zamanında yapamaması, kanatları çalıştırarak Yunanistan gibi kapalı defansları açacak beceriyi gösterememesi; sadece kişisel becerilerle sadece bir maçın kurtarılabileceğini, ancak kupanın kazanılamayacağını ortaya koydu. Kısacası takım olmaktan uzak, tarihsel misyonunu tamamlamış ve doymuş oyuncularla başarıyı yakalamak hayaldi, nitekim sonuç da farklı olmadı.
       Hollanda Milli takımda ise Advocaat’ın, maçın gidişatına etki edecek hamlelerdeki zamanlama yanlışlıklarına bazı acemice hataları da eklenince, Portakallar kupadan eli boş dönmek durumunda kalmışlardır. Özellikle, saha içi kurgulamada ve teknik personel dağıtımında elindeki yıldızları yerli yerinde kullanamaması, Hollanda’yı kupadan etmiştir.
       Bu söylemin pratikteki en trajik örneği olarak, Çekler’le oynadığı ve 2-0 önde götürdüğü maçı teknik hataları yüzünden ve oyuncu değiştirimindeki yanlışlıklarından dolayı 3-2 kaybetmesi olarak gösterebiliriz.
       
       ***********************
       İki bölümden oluşan yazımızın ikinci bölümünde ise aşağıdaki konular üzerinde durulacaktır.
       - Oyun Felsefelerine Göre Takımlar
       
1-Egemen Futbol Anlayışına Sahip Takımlar
       Çek Cumhuriyeti: Takımlarını Yıldızlaştıran Yıldızlar Topluluğu
       2-Rakibi Bozmaya ve Oynatmamaya Yönelik Takımlar
       3- Belirli Bir Oyun Şablonu Olan Ama Egemen Olamayan Futbol Felsefesine Sahip Olanlar (Kuzey Disiplini)
       4-Resesif Oyun Anlayışına Sahip Olanlar
       - Yunanistan Nasıl Oynayarak Kupayı Kazandı?
       
Yunanistan’ın Oyun Planı Savunma Karakterli mi Olmak Zorundaydı?
       - Savunma Futbolu Kaybetti mi, Kazandı mı?
       - Sonuç
       

       
 
 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları
Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın
Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları