|
|
26 Ocak 2005 Öner Yağcı, 1985te başladığı çalışmasını uzun okumalar ve hazırlık döneminden sonra hazırlamış. Papirüs Yayınlarından çıkan 607 sayfalık Nazi Kampları Türkiyede bu alanda yapılmış en kapsamlı çalışma. |
Demirtaş Ceyhun fırtınalar yaratıyor |
|||
1919 doğumlu, 1972 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Alman Edebiyatının en güçlü yazarlarından Heinrich Böllün 1952-1966 arasında yazdığı denemelerden yaptığı konuşma ve söyleşilerden oluşan Denemelerde Kardeşin Nerede başlıklı konuşmasında (1956) kamplarla ilgili değerlendirmeleri yer alır: Tarih, olan bitenlerin kayda geçirildiği yer olmalıydı aslında ve bizler, tarafımıza yöneltilen Kardeşin nerede sorusunu, kardeşim tarihte yitip gitti diye kestirip atmamalıydık. Bu yitiş nerede tarihin hangi noktasında gerçekleşmiştir?... ... Peki kardeşin nerede? Tarih kitaplarında çok haneli sayıların sonundaki sıfırların gerisinde saklı yatmaktadır. Sayı önemli bir rol oynar: vartayı atlatıp aramızda yaşayan katiller, öldürülen Yahudiler 4 milyon muydu, yoksa 6 milyon mu konusunu tartışıp dururlar. Böylesi tartışmalarla Yahudilerin kanlısı olan barbarlık, gücünü azaltmadan sürdürür varlığını. Yuvarlak sayılar tek kişilerin silindir gibi geçer üzerlerinden, ağızlardan işte öylesine hızlı bir tempoyla dökülürler... ... Şeytanın büyük ve yaman birşey , ortanın üstünde bir yaratık olduğunu sanmak bir yanılgıdır; rastladığı sıradan kişilerin içine girip yuvalanır; kendisine uygun gördüğü giysidir, sıradan kişiler. |
||||
Yasemin Arpa: Senin de kitabından alıntı yaptığın Uğur Kökden Tiksinti Çağında şu soruyu sormuş: Bugün korkunç savaşın bitiminden 30- 40 yıl sonra bile kaç Türkiyeli toplama kamplarının ne olduğunu biliyor? Ben de bu soruyla başlamak istiyorum konuşmamıza. Toplama kampları denildiğinde akla sadece Yahudilerin yok edildikleri bir uygulamanın gelmesini neye bağlıyorsun?. Yakın geçmişte yaşanan bir vahşetin bütün boyutlarıyla algılanamamasını nasıl yorumlamak gerekir? Öner Yağcı: Nazi Kampları kitabımda görüleceği gibi konuyla ilgili Türkçeye çevrilmiş yüzlerce kitap var. Bu kitapların basım sayılarını düşünürsek, yüzbinlerce insanın Nazi kampları vahşetiyle ilgili bilgi sahibi olduğu sonucuna ulaşabiliriz. Ama bu yanlış bir değerlendirmenin sonucu olacaktır. Çünkü yayınlanmış olan kitapların 50-60 yıl gibi bir zaman sürecine dağılmış olması ve büyük bir çoğunluğununu 2. basımını bile yapamamış olması, bu kitapların yaygın bir kitle tarafından okunmamış olduğunu gösteriyor. Ayrıca konuyla ilgili olan insanların çeşitli kitapları okumamış olduklarını da dikkate alırsak, böylesine evrensel bir olayın toplumumuzda yeterince ilgi görmüş olduğunu söyleyemeyiz. Ayrıca kitapta da görüleceği gibi Türkiyeli aydınların konuya ilişkin yapıtları devede kulak kalır. Nazi kampları ile ilgili yazı yazan yazar- aydın sayısı ne yazık ki bir elin parmaklarını geçmez. Y.A.: Niçin? Ö.Y.: Birincisi Türkiyede yaşanan yoğun siyasallık ve siyasal mücadelenin sürekli baskılar altında olması ve güncelliğe boğulması, tarihsel olayların derinliğine incelenmesini engellemesidir. Yahudileri ve biraz da komünistleri ilgilendiren bir olay olarak algılanması; bu algılamada kitleleri daha çok etkileyen filmlerin etkili olması. Örneğin: Piyanist, Schindlerin Listesi, Sophienin Seçimi, Hayat Güzeldir gibi aslında toplama kamplarıyla direkt ilgisi olmayan, o gerçeğe şöyle bir dokunan filmlerin kamuoyu oluşturması, aydınların da bu dalgaya kapılmasına yol açmış olabilir. Bir de Nazi kampları ile ilgili basında sürekli küçük küçük haberlerin çıkması, olayın magazinleşmesi ve tüketilmesine (tüketimine) yönelik propagandanın egemen olmasına, kanıksanmasına yol açmıştır. Y.A.: 55 milyon kişinin hayatını kaybettiği savaşta en az 10 milyon insanın SSlerce öldürüldüğü gerçeği karşısında Nietzschenin dediği gibi, Trajedi - evet, o, burada başlıyor sözünü nasıl tamamlamak gerekir? Trajedinin bu büyüklükte tekrar yaşanmaması için insanlık geçen süre zarfında gerekli önlemleri almış sayılabilir mi? Ö.Y.: Tabi, dünya coğrafi olarak olduğu gibi durmasına rağmen, insan nüfusu açısından, ekonomi ve teknoloji açısından alabildiğince yürüyor. Bu siyasetteki uygulamaların ve doğal olarak savaşların ve trajedinin büyümesini getiriyor. Amacın egemenlik tutkusu olduğu dünyada, bunu sağlamak için var olan teknolojik araçların - bombalar, tanklar, silahlar- yoğun olarak kullanılması trajediyi de büyütmektedir. Büyüyen bir diğer şey de yok etme ve egemenlik altına alma yöntemleridir. Zaten Nazi Kampları bu anlamda bir yöntem, bir egemenlik altına alma projesinden başka bir şey değildir. Ne yazık ki, Naziliğin yok edildiği 2. Dünya Savaşından sonra kurulan dünya düzeninde barış ve eşitlik hayalleri, yeni egemenlik tutkuları nedeniyle kısa sürede yok oldu. Çin, Vietnam, Kore, Kamboçya, Afrikanın nerdeyse tamamı ve günümüze gelindiğinde Yugoslavya, Afganistan, Irak gibi ülkelerde yaşananlara ve yapılan uygulamalara baktığımız zaman, egemenlik altına alma tutkusunun, Nazi yöntemlerinden yararlanmanın yanısıra yeni yöntemlerle de desteklenerek, yeni trajediler yarattığını görüyoruz. Bu da ne acıdır ki insanlığın, Nazi vahşetinden, gereken dersleri almadığının apaçık bir kanıtıdır. Y.A.: Merak ettiğim diğer bir konu da şu. Yakın geçmişte yaşanmış, belgeleri, tanıklıkları olan bir vahşeti görmezden gelerek, Nazi vahşetini küçümseyip, Hitleri Hitlerden daha çok savunanların varlığı. Bunu nasıl yorumlamak gerekir? Böyle düşünenlerin sayısı ve etkinliği ciddiye alınacak ölçüde değildir umarım. Ö.Y.: Ne yazık ki umduğunuz, gerçeğimiz değil. Hitlerin Kavgamı hâlâ dünyanın birçok ülkesinde en çok satanlar listesine giriyor. Ülkemizde de 7-8 yayınevi tarafından ayrı ayrı basımlarla sürekli yeniden yeniden piyasaya sunuluyor. Tabii, bundan etkilenen, gıdalanan ve örgütlenmesini bu doğrultuda yapan, temeli bağnazlık olan ideoloji ve örgütlenmeler de palazlanmaya devam ediyor. 2. Dünya Savaşı sonrasında, savaştan en az yara alarak çıkan ABDnin dünyaya dayattığı soğuk savaş politikasının doğal bir sonucu olarak insanlığın bağnazlığa yönelmesi kaçınılmazdı. Anti-komünizm, Demirperde, Yeşil Kuşak, Truman Doktrini, Marshall Yardımı, ülkeleri borç batağına sürükleyen IMF ve Dünya Bankası dayatmaları tüm dünyada etkin olmak için bağnazlık ve barbarlık geleneğinden alabildiğince yararlandı. Örneğin ülkemizde de 2. Dünya Savaşından sonra izlenen ekonomi politikaları ve siyasetler, sürekli ırkçı ve dinci bağnazlıklarla dolu kuşaklar yetiştirdi. Özgür düşünüşlü aydınlar ve toplumsal muhalefet, yasal ve yasadışı baskılarla ezilirken, komando kampları, Kuran kursları gibi uygulamalar, bağnaz gençlerin yetiştirilmesinde çok etkin oldular. Buna Cumhuriyetin temeli kültür olan, özgür düşünüşlü insanlar yetiştirmeyi hedefleyen politikaları terk edilip, yerine ırkçı ve dinsel bağnazlık eğitim politikalarının getirilmesiyle bu hedef gerçekleşmiş oldu. Böyle geçen yıllardan sonra tarihin gördüğü en barbar uygulamalardan biri olan Nazilik ve Hitler ideolojisi, elbette gözde bir araç olarak hep gündemde idi. Bu da doğal olarak, Nazi ve Hitler hayranlarının, özellikle ülkemiz gibi soğuk savaş politikalarının yoğun olarak uygulandığı ülkelerde öngörülerimizin çok çok üzerinde hayranlar ve militanlar yarattı. Zaten Hitlerin Kavgamının baskı üstüne baskı yapması ile, Nazi Kampları ile ilgili kitapların yeterli ilgi görmemesi arasındaki paradoksun gözlenmesi de bu sonucu doğrulamaktadır. Y.A.: Hitlerin Psikopatolojisi bölümünden bir alıntıyla sürdürmek istiyorum konuşmamızı. Hitler için Dünya önce ciddiye almadı, sonra şaşkınlığa uğradı, şaşkınlık inanmazlığa dönüştü, Onun delinin teki olduğu söylendi. Oysa doğru yaklaşım Führerin deliliğinin, kıtanın büyük bir bölümünde olmasa bile, bir ulusun deliliğine dönüştüğünden söz ediliyor ve Bir deli olarak sadece Hitler yaratmamıştı Alman çılgınlığını, bu çılgınlık da Hitleri yaratmıştıdeniyor. Bir aydın olarak düşünceni öğrenmek istiyorum. Günümüzde böyle bir çılgınlık belirtisi görüyor musun? Ö.Y.: Tam da Bushun tanrı buyruğuyla dünyaya egemen olma isteğini açıklaması, sorunun yanıtıdır sanıyorum. Burada önemli olan daha önce de söylediğim gibi, egemenlik tutkusunun aldığı boyutlardır. Dünyanın tamamına egemen olmak isteyen Ortaçağ imparatorluklarından sonra, Amerika Kıtasının yağmalanması ve Kızılderililerin yok edilmesiyle başlayan büyük vahşet, Afrika Kıtasının yağmalanması ve Afrikanın yerli halkları olan zencilerin köleleştirilerek gemilerle yeni kıtaya Amerikaya götürülmesiyle başlayan bir büyük vahşetle daha devam etmişti. Sonrasını biliyoruz. Egemenlik tutkusu 1. Dünya Savaşı ve ardından da 2. Dünya Savaşına yol açtıktan sonra bugün Irak işgaliyle devam ediyor. Barakanın önünde çocuğunu emziren bir kadın vardı ve her nasılsa köpekler ve muhafızlar onu görünce donup kaldılar. Kalan tek kişi oydu. Bu kadına kimsenin dokunmadığını gören komutan içeri daldı, çocuğu yakaladı ve orada ... çocuğun beyni ve kanı duvardan akmaktaydı. Komutan çocuktan geriye kalanı gaz vagonuna fırlattı; sonra kadına yaklaşıp elbiselerini parçalamaya başladı. O arada dişlerinin bazılarının altın olduğunu farketti. Eline geçirdiği sert bir şeyle kadının ağzına vurdu ve kan boşalırken dişlerini çekip aldı... Y.A.: Nazi Kamplarında 1 milyon Yahudi çocuk öldürülmüş. Kitaptan yukarıda alıntı yaptığım bölümü okuduğumda insanlık masumiyetini çoktan yitirmiş diye düşündüm. Şair Behçet Aysanın dizelerini anımsadım. Çocuğum da büyüyor benim gibi Koca bir oyuncakçı dükkanı Sanarak dünyayı Sivasta yakılarak öldürülen 35 aydından biriydi şair Behçet Aysan. Bu dizeleri yazan bir ozan yakıldıktan sonra hâlâ umutlanmalı mı? Çocukların koca bir oyuncakçı dükkanı sanacakları dünyayı kurabilecek mi büyükler? Ne dersiniz? Ö.Y.: Sivas vahşetinden ben de kıl payı kurtulanlardan biriyim. Ve Sivas katliamı ilk ve son değildi ve birdenbire olmamıştı zaten. Ülkemiz adım adım bu katliama sürüklenmişti. Ne yazık ki, tüm dünyada adaletli ve eşitlikçi bir düzenin arayışları birçok insanın, aydının ütopyası,düşü, projesi anlayışı olarak hep vardı. Ama bir türlü bu arayışlar gerçekleşememişti. Geldiğimiz noktada bu arayışların da sürdüğünü elbette görüyoruz ama evrensel planda bir arayışın galip geleceği gibi bir umut ne yazık ki ufukta görülmüyor. Bu da insanlığın saf çocukluğunu yitirdiğini ve çocukluğununu aradığını ama sanki hayali bir hazinenin aranışı gibi boşuna çırpınışlarla zamana yenildiğini gösteriyor. Yine de umut etmek ve herşeye karşın iyimserliğimizle insanlığın insan sözcüğüne uygun bir biçimde kardeşçe bir yaşama kavuşabileceği projelerin ve ütopyaların yeniden doğmasını ve dünyaya egemen olmasını beklemek zorundayız. | ||||
38. Rotterdam Film Festivali başladı | |||
|
|||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||
Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler | Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||||||||||||