|
Dünya futbolunda "Top 20" kulüp Tayfun Öneş'in tüm yazıları -5- Tayfun Öneş'in tüm yazıları -4- Tayfun Öneş'in tüm yazıları -3- Tayfun Öneş'in tüm yazıları -2- Tayfun Öneş'in tüm yazıları |
|||
- Beşiktaş, bana göre Gordon Milneli dönemine benzer bir döneme yeniden başlar gibi şampiyon olurken bazı maçlarının kopma noktasına geldiği anlar oldu. İşte, o en kritik anlarda iki kişi, sezonu Beşiktaş adına sırtlayan oyuncular oldular. Birinci yarıda Pancu, ikinci yarıda da Sergen yaptı o işi. - Fenerbahçe, Galatasarayı 6-0 yendi. (Bu, zaten başlı başına unutulmayacak bir şey ama...) Maç henüz bitmişti, Terim, 55 bin kişinin önünde yedek kulübesinden yürüyerek karşı tribünün altındaki, soyunma odalarına giden körüklü tünele doğru sahayı enlemesine kat etmeye başlamıştı. Boynu büküktü, doğal olarak. Adımlarının birkaç santim ötesine zor bakarken, birden, kameraların onu çektiğini fark etti. Gururuyla tetiklendiği belli olan bir refleksle başını aniden kaldırdı, omuzlarını dikleştirdi ve yürüyüşüne mağrur bir eda ekledi. Nedenini sonra kendime de tam izah edemedim ama Terimin bu hareketini çok sevdim. Belki de, hem sezon boyunca yaptığı antipatik mimikleri örtbas edecek kadar insanca ve güzel geldiği içindir, hem de aslında ilk kez unvanına bu kadar yakışır biçimde, imparatorca davranmasındandır. - Ha bir de, Galatasaraya attığı o, şampiyonluğu getiren golünden sonraki 2-3 saniyelik sürede, Sergenin yüzünde gördüğüm ifadeyi hiç unutmam. Siz de fark ettiniz mi bilemem; o an nereye koşacağına dair karar veremeyecek kadar şaşkın, gergin ve donuktu Sergenin yüzü... Hani derler ya, ölüme (Allah geçinden versin de derler) ramak kala, insanın hayatı film şeridi gibi geçermiş gözlerinin önünden... Sanki onun gibi bir şey sezdim yüzünde. Beşiktaşta başlayan ve nihayetinde yine Beşiktaşa dönerek süren, hovardaca ama bir o kadar da mertçe yaşanmış bir serüvenin film şeridi gibi geçtiğini sezdim... Onun kadar rahat bir oyuncunun, o anlık ifadesini atlamamak lazım diye düşünüyorum. - Lucescu, iki takımı birden şampiyon yapan üçüncü yabancı hoca, art arda şampiyon yapan ilk hoca unvanını kazandı. Bunu da hatırlayacağım elbet ama Lucescunun bu özelliği gazetelere manşet oldukça, zaman zaman içimden, onun adına çıtayı nasıl yükselttiğimi de söyleyeyim: Minimumu yüzde 33.33lük bir ihtimal de olsa şampiyonluğa art arda farklı formalar giydirmek hoş tabii, ama yiyorsa bir de Anadolu takımlarından birini şampiyon yapmayı becerse ya... Bakın o zaman, Anadolunun bir yerine dikilecek heykeline ana sponsor oluyor muyum, olmuyor muyum? - Ersun Yanal benim Anadolu menşeli bir şampiyonluk takıntımla ilgili olarak bu sezon yüzdü yüzdü kuyruğuna geldi, lâkin kuyruk, o aralar bas bas bağırarak hoca arayanların kancasına takıldı, kaldı. Ama bu kez Gaziantepin 2 sezon önce son düzlükte pes etmesi gibi gelmedi bana. Ümidimi, en geçinden, içinde 2005 geçen bir sezona taşıyabiliyorum artık. Tabii, eğer o zamana kadar içine sinen başka bir hoca bulursa Fener! - Gençlerbirliğinden söz etmişken... İlhan Cavcavın tribünlerde yaptığı ve kameralara yakalandığı (yakalanmasaydı ne fark edecekti ki sanki; yaptı ya ona bakmak lazım) el-kol hareketini de kolay kolay unutmaz insan. Ama her Pazar akşamı, cafcaflı bir TV stüdyosunu 60 milyonluk kıraathaneye (bu, kıraathane yakıştırmasını Yılmaz Erdoğandan da duymuştum, kopya çekmiyorum sadece aynen katılıyorum) çevirenlerin reyting rekorları kırdığı bir ülkede yaşayan biri olduğum için İlhan Beyin o hareketini görünce, ağzım pek de açık kalmadı doğrusu! - Hemen, o harekete paralel bir başka unutulmaza (!) geçeyim. Hepimizin her gün ve günde birkaç kez (en az yani) tuttuğumuz oramızı, Noumanın sadece bir kere ama herkesin gözü önünde ve bazılarının gözüne sokarak tutmuş olmasından bahsediyorum. Daha fazla detaya girmek yerine huzurunuzda kendime şu soruyu sorayım: Eğer İlhan Cavcav, Fransız bir futbolcu, Nouma ise kulüp başkanı bir Türk olsaydı, ben bu son iki paragrafı şimdi nasıl yazıyor olurdum acaba? Onu, bunu bilmem; her iki hareketten de Serdar Bilgili kârlı çıktı, iki gafı da tam zamanında ve iyi kullandı. - Bir GS-FB derbisi seyrettim Ali Sami Yende; ortamı hiç ama hiç sevemedim. Sağım-solum-önüm-arkam sarı kırmızıydı. Ben hep, Galatasaray iddiasız herhangi bir başka şehir takımıyla oynarken bile en az bin kadar farklı renkte taraftarı o statta görmeye alışmışım. Aynı şehrin ve Türkiyenin diğer büyük takımını temsil eden bir renk, bir bayrak, bir Allahın kulu bile yoksa koca tribünde, kendin oyna kendin seyret formatına büründüyse cânım derbilerimiz, ben ne anladım o işten? (Ama Tayfun Bey! Peki ya Fener Stadında olanlar..? demeye yeltenenlerden ricam olsun, rahatlayacaklarsa eğer, bu paragrafın içinde geçen Galatasaray ile Fenerbahçe kelimelerinin yerlerini değiştirebilirler. Benim için bir mahsuru yok.) Maalesef derbilerde iş çığırından çıktı artık. Y-A-Z-I-K çok Y-A-Z-I-K. - Aynı derbide yaşanan güzel bir olay varsa o da bence şuydu: İkinci yarının başlarında bir ara korner direğine yakın bir yerde faule maruz kalan bir FBli oyuncuyu fırsat bilen Galatasaray tribünlerinden (pardon tribünlerden) o bölgeye yabancı cisimler (bu saatten sonra, ben bu yabancı tabirini de pek anlayamıyorum ya, hadi neyse!) atılmaya başlandı. Rüştü, koşarak faul atışını kullanmaya giderken kollarını havaya kaldırarak tribünlere atmayın der gibi, sanki kendi tribünlerine işaret verir gibi rahat bir şekilde ellerini salladı. İnanır mısınız, o yabancı cisimler bir anda son bir plastik su bardağı oldu ve bitti. O an için de olsa arkası gelmedi. Kendini bu kadar çok sevdirmeyi başaran Rüştüyü seyrederken yüreğimin yağları erir gibi oldu o an. - Denizlispordan Ersen ve Mustafa, 3 Büyüklerin dışında Avrupaya çıkanlar ülkemizi iyi temsil edemez savında katı defans yapanlara çok güzel goller attılar bu sezon. - Gol dedim de, neden bilmem, Gökdenizin bu sezonun ilk yarısında Altay maçında attığı, zamanlama, teknik ve zeka harikası o aşırtma golü uzun süre unutmam ben. Daha önce ve sonra Gökdenizi hiç seyretmemiş bile olsaydım eğer, o gol, onun üstün yeteneği konusunda bana yeter. - Lorantı ve Ortegayı da unutamıyorum. Lorantı mimikleriyle hatırlayacağım, Ortegayı da saha içindeki, çırpınıp duran çaresizliği ve saha dışındaki yüz ifadesiyle. İkisi de öylesine şaşkın ve uyum kabızlığından mustarip bakıyorlardı ki? - Matematiğe girmeyeceğim dedim ama, hazır FBden bahsetmişken şu ilginç istatistiği atlamak istemiyorum: Bu sezon sonunda Fenerbahçe ile şampiyon arasındaki puan farkına dikkat ettiniz mi? Tam 34 puan. Bu, şu demek: Beşiktaş, sezon boyunca ortalama her hafta 1 puanlık fark atmış Fenere. Bence bu durum, bu sezon sonunda Fenerin Avrupaya kalamamasından daha vahim bir durumdur. - Bir de mutlaka bahsetmem gereken bir maç var; İnönüde altın golle biten Beşiktaş-Gençlerbirliği kupa maçı. O akşam oynanan futbolu da unutamam. Maçı seyrederken Türk Futbolunun Dünya Kupasında 3. oluşunu bir kez daha iliklerime kadar hissettim sanki. İsimlerini tekrar edip yara deşmenin lüzumu yok ama son olarak, bu sene ligden düşenlere geçmiş olsun derim. Seneye mutlaka bekleriz, efendim. | ||||
|
|||||||
Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||