Home page

Haber Menüsü


Yazara mail atmak için resmin üzerine tıklayın.
 
Birileri Suriye’ye de musallat olmadan...
 
İlk defa buralık bir yazıya başlamadan önce herkese kocaman bir “merhaba” diyesim geliyor. Ne yalan söyleyeyim, meğer bu yazma-okuma alışverişimizin kesildiği dönemde sizi ne kadar özleyeceğimi hiç kestirememişim.
 
NTV-MSNBC
 
22 Nisan—  Geçen geçen hafta bir ara hepten kötü oldum. Sanki daha aylarca yazamayacakmışım gibi geldi. Önceleri komplo teorileri niteliğinde kulağımıza gelen o, “ABD, Irak’tan sonra Suriye’ye, sonra da İran’a saldıracakmış” söylentileri vardı ya, işte o teorilerin gerçekleşme ihtimalinden ürker oldum. Ve resmen “bitti” denmeyen bu Irak savaşı, cismen bitince, Suriye’yi diline dolamaya başlayan Bush Efendi’den tez davranıp yeniden yazmaya karar verdim.

   
 
       
    MSNBC News Mademki savaşa karşıyım...
MSNBC News Tayfun Öneş'in tüm yazıları -5-
MSNBC News Tayfun Öneş'in tüm yazıları -4-
MSNBC News Tayfun Öneş'in tüm yazıları -3-
MSNBC News Tayfun Öneş'in tüm yazıları -2-
MSNBC News Tayfun Öneş'in tüm yazıları
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  (Sahi, “Bush” dedim de aklıma geldi; İngilizce bilenler bir satır öne çıkıp söylerse sevinirim: “bush”un ‘past tense’i neydi?)
       Parmaklarım ısınmaya başladı, öyleyse :
       
MERHABA !
       
“Dünya Futbol Klüplerinin Top 20”si yazımın ikinci bölümünü birkaç gün sonraya bırakıyorum. Önce, ortadan yok olduğum dönemde olan biteni kendi dilimde özetleyip biraz hasret gidermeye çalışayım.
       Hasbelkader protesto babından “yazmama eylemi”me “Mademki* Savaşa Karşıyım” başlıklı yazımla start verdikten bir gün sonra resmimin üzerine tıklanmayla açılmış mesajlar dolusu geri bildirimler almaya başladım. Bunların özü iki ana türde toplanıyordu. Birincisi “destekliyoruz”, ikincisi ise “ne alaaakası var kardeşim!” türündendi. Her ikisine de saygı duydum.
       Bu arada meşhur da oldum. Aynı sayfada, o hafta bana bir üst paragraf komşuluğu yapan Sayın Utku Erışık’ın “Savaş ve Sayın Öneş” başlıklı bir yazısı yayımlandı. Derhal “print” ettirip babama gösterdim. “İki kız çocuğu babası biricik oğlun olarak soyadını bu alemde belki sürdüremeyeceğim ammaa, bak, sana sanal alemde soyadımızdan olma, nur topu gibi bir manşet veriyorum” dedim. Sarıldık, ağlaşır olduk. Annem, arka planda beni alkışlayadurdu.
       (Utku Bey’e o yazısını çok estetik ve güzel bulduğumu, bir tek “yoksa bu protesto, bir çay molası mı?” yakıştırmasını asla kabul edemeyeceğimi belirterek düşüncelerimi kendisine bizzat bildirdiğim için bu satırları böyle rahat yazabiliyorum.)
       Neyse, sen misin “yazmayacağım” diyen? Allah’ın parmağı yok ki gözümüze soksun; bu dönemde malzemeden bol bir şey yoktu sanki, yazacak. İngiltere-Türkiye maçı mı dersiniz, Nilüfer’in şarkısındaki gibi “yine, yeni, yeniden...” nameleriyle Dereağzı istifaları mı, kızışan lig yarışı mı, parmak ısırtan Gençler temposu mu, Kartal’ın kendinde ve rakiplerinde stres yaratan o namağlubiyet meselesine bir temditte vedası mı? Neler, neler... Hele, bu arada bir iş vesilesiyle Brezilya’ya, Rio’ya (evet evet göbeğinde o muhteşem Maracana’nın kurulu olduğu o güzel şehre) bir seyahatim oldu ki, işte onu yazmazsam hepten kudururum. Hele bir kendime geleyim.
       
ÖNCE İNGİLTERE-TÜRKİYE...
       Önce İngiltere-Türkiye maçını birkaç cümleyle geçeyim; rövanşa kadar susayım. Maçtan önce ilk kez bir dünya futbol dergisinde, bildiğiniz, duyduğunuz “World Soccer”da bu kadar çok futbolcumuzu ve futbolumuza dair haberi görünce üç kuruşluk spor gazetelerimizdeki köşe yazılarının içeriğindeki kadar gaza gelmesem de bayağı ümitlenmiştim ben de. Düşünsenize, kapağında tam sayfa Hasan Şaş fotoğrafı, içeride bir buçuk sayfa İlhan Mansız, bir o kadar sayfa Emre Belözoğlu, bir sayfa da Şenol Güneş söyleşisi. Sayfaları çevirdikçe nerdeyse “Heheyt! Kim tutar bizi leyyn (meşhur ‘ulan’ın İngilizcesi niyetine)?” diye bağıracağım.
       Tuttular ama... Dünya Kupası üçüncüsü olmak, belki medyatik yapmıştı bizi ama bir o kadar da dezavantajlı işte. İngiltere, Almanya’ya deplasmanda 5 çektiği maçtan beri bu kadar hırslı ve agresif oynamamıştı. Sanki, tarih boyunca gol atamayan biz değildik de onlardı. Ha, bu arada World Soccer dergisinden şöyle bir ironi de doğmuştu: Kapaktaki Şaş, ilk 11’de yoktu. Emre vardı da ne oldu? Saç, baş yoldurttu. İlhan Mansız da vardı ama, o da Hakan Şükür’ü (bile) arattı. Hepsini toplasanız bir Beckham etmediler. Rüştü de olmasaydı, “yahu hani 8-0’lar, 5-0’lar geride kalmıştı?” diyecektik.
       
DÖNDÜK LİGE...
       
Gençlerbirliği’ni art arda iki hafta yarışta eksik bırakan kafalar sonunda baktılar, olmuyor, pes ettiler. Bir de şu kafalar pes etse: Gençlerbirliği’nin şampiyon olması, Şampiyonlar Ligi’nde bir sene boş geçilmesi demekmiş; o yüzden şampiyon olmasınmış, oldurtmazlarmışşş. Hele bir olsunlar da, seneye de olmayacakları, tecrübe kazanmayacakları ne mâlum ki? Üstelik her “Üçün Biri”, katıldığı her sezon Avrupa’yı dolu dolu mu geçiriyor ki? Hadi canım siz de!
       
OĞUZ ÇETİN’E GELİNCE...
       
Tavlada bir espiri vardır; rakibi 6 kapıya alınca söylenir : “Doktor, ne yerse yesin dedi”. Fenerbahçe de işte o hesap. Birileri 6 kapıyı tutmuş, “siz ne yerseniz yiyin” diyor.
       Ya da şöyle bir benzetim yapayım: Bir şirket düşünün, sürekli başarısız oluyor ve sürekli uzmanlar, müdürler, genel müdür yardımcıları değiştiriliyor yine de bilançonun son satırında eksiden artıya geçilemiyor. O zaman sıra artık genel müdüre gelmiş demektir.
       Bu arada okuyorum, yeni Teknik Direktör (bir genel müdür yardımcısı kurban daha) aranıyor ve hemen her yerde Daum da adaylar arasında sayılıyor. Herr Daum’la iki saatten fazla karşılıklı oturup söyleşi yapmış bir kulunuz olarak “aman ha!” derim, başka bir şey demem. Hele o... O, sizi, bizi sömürür de gider. Bir sene daha çırak çıkar Fener.
       Laf uzadı, yazmadığım günlerin acısını çıkartayım derken dolduruşa gelip BJK-GS yarışına da dil uzatıp “şampiyon şu olur” dersem, sezon sonunda madara olmak var. İyisi mi susayım. Sizler gibi ben de, meraktan öleyim.
       Şimdilik bu kadar.
       * Mesaj atan bazı okuyucularım adeta bana uyarı olsun diye başlığı tekrarlarken benim aksime “madem ki...” diye yazmışlardı; oysa ki, “ki”si beraber yazılan istisnai edatlarımızdandır, “madem”. Mersi!
       
 
 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları
Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın
Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları