Home page

Haber Menüsü


Yazara mail atmak için resmin üzerine tıklayın.
 
Film aynı, figüran farklı
 
Şimdi taraftarın kafası karışık. Oğuz’u seviyor, muhtemelen Lorant’tan daha fazla güveniyor ama ileriye dönük beklentiler konusunda hissiyatı Turan Sofuoğlu’nun takımın başına getirildiği zamankiyle aynı.
 
NTV-MSNBC
 
12 Aralık—  Üç Büyükler’imizden, aynı yakanın/kıtanın mukimi olan ikisi son derbideki bir penaltı vesileyle maç sonrasında bile üst düzey(!) basın açıklamalarıyla birbirilerini topa tutmaya devam ediyorlar. Öte yakada mukim olan ve “hoca” konusunda yıllardır iki yakası bir araya gelemeyen üçüncü büyüğümüz ise, bu arada yeni/yine bir kan değişimi kararı aldı. Camia, haftalardır zaten topun ağzında tuttuğu Herr Lorant’ın ağzının içine bakmaktaydı; ne zaman “Ja, ich gehe nach Deutschland zurück! - Ben var Almanya’ya geri dönmek” diyecek diye.

   
 
       
    MSNBC News Tayfun Öneş'in tüm yazıları -5-
MSNBC News Tayfun Öneş'in tüm yazıları -4-
MSNBC News Tayfun Öneş'in tüm yazıları -3-
MSNBC News Tayfun Öneş'in tüm yazıları -2-
MSNBC News Tayfun Öneş'in tüm yazıları
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Kimse, bu, isyan körükleyici bekleyişin üzerini örten “istikrar uğruna” sözleri ile süslü eğri büğrü örtünün altında yatan gerçeği tam çözemedi ya, neyse. Lorant’ın istifa ettiği/ettirildiği 6 saatlik toplantının ardından Sayın Kıyat’ın yaptığı açıklamanın ilk cümlesi özellikle ve özenle seçilerek “Lorant, tazminat talebinde bulunmadan istifa etmiştir” olunca, aynı camiadan kaç allahın kulu, “oh neyse, beklediğimize değmiş!” demiştir, merak ederim, doğrusu. Ne diyelim? Hayırlısı olsun.
       Sırada, topun ağzına zamanı geldikçe ya da birilerince gerek görüldükçe sürülecek olan (allahım, inşallah yanılırım) yeni bir isim var: Oğuz Çetin.
       Her ne kadar kendisinden asıl şimdi bir (ya da bazı) “imparator”lar gibi olması beklense de, Oğuz Çetin, bu ülkenin top oynarken “imparator” unvanına layık görülmüş ender isimlerindendir. Malumunuz olduğu üzere, diğer iki imparator, sevilenlerince, ancak “hoca” ve “menajer” olduktan sonra “imparator” olabilmişlerdir.
       Ben Oğuz’un futbolculuk dönemindeki stiline, top tekniğine ve oyun zekasına ve elbette saha içindeki beyefendiliğine hayran olanlardandım. Kar kış ortamında oynanan zorlu maçlarda, onun 90 dakikaları genellikle arkadaşlarının aksine forması bile pek çamurlanmadan tamamlamasını bir çoklarına uyup “kız gibi oynuyor” tabiriyle değerlendirmez, aksine, bunu ona has, üstün bir meziyet olarak görür, gıpta ederdim.
       Onun karakterini ya da huyunu-suyunu pek bilmem. Saha dışı özellikleriyle ilgili olarak kafamda, sağdan, soldan duyma tek-tük bilgiye sahibim. Örneğin Oğuz Fenerbahçe’de ve milli takımda altın çağını yaşarken, onunla eskiden, Sakarya’da, öğrencilik yıllarında aynı yatakhaneyi paylaşan bir yakınım ile aramızda şöyle bir konuşma geçmişti : “Biz maç yaptığımız günlerin akşamında turşu gibi odamıza çıkar, uykuya yatarken Oğuz, yatakhanede geç saatlere kadar kitap okurdu.” “O zaman da güzel oynar mıydı?” “Hem de nasıl! Orta sahadan bile gol atardı”
       Ben zaten kimi sevsem, başına bir iş gelir. (örnek mi? Çook... Hakan Şükür, Rasim Kara, Nihat Kahveci, Aykut, Oğuz, Ertuğrul, Hayrettin, Lucescu, etsetra etsetra... Bir ara ödüm kopmuştu, Ergün’üm de zorla, 3-5 kuruşa isimsiz bir Avrupalı’ya peşkeş çekilecek diye! Neyse dönelim konumuza) İşte o Oğuz, futbolcu Oğuz, Fener’in sondan bir evvelki şampiyonluğundan, hani şu, Şenol Güneş’i yıllarca, ağzıyla kuş tutsa kimseye yaranamaz hale getiren bir manevrayla Trabzon’da yakaladığı şampiyonluğundan (ki o maç bana hep, Pele’li, Silvester Stallone’lu “Escape to Victory - Zafere Kaçış” filmini çağrıştırır) birkaç gün sonra kendini Dereağzı’na imparator gibi girip çıktığı kapının dışında bulmuştu. “Yahu çocuk/adam ne yaptı ki?” demeye kalmadı, dönemin medyatik başkanı medyaya gereken haberleri sızdırmıştı(!) bile. Meğer “takımda ikilik yaratıyor, hizipçilik yapıyor”muş.
       Sonra birileri balıklama atlayıp hatırlatıvermişti: “Tanju da dediydi” diye...
       Oğuz’u Kadıköy’den uzaklaştıran şahıs, taa Bodrum’lara uzaklaşınca, Aziz Bey de Oğuz’u, kulübeye, Mustafa Denzili’nin yanına çağırdı. En ateşli zaferler sonrasında bile Oğuz’u bir kere olsun Denizli ile sarmaş dolaş göremeyenler “anlaşamıyorlar/uyuşamıyorlar” demeye başlamışlardı bile. Denizli, sırası geldi, gitti. Oğuz kaldı. Bu kez Lorant getirildi, Oğuz’un yanına. Denizli ile anlaşamadığı söylenen Oğuz hakkında Mustafa Bey, hâlâ ağzını açıp tek kelime söylememişken, daha iyi anlaşacağı varsayılan Lorant bugün giderken “Oğuz bana ihanet etti” deyiverdi.
       Camiaya yakın olanların ağzından çıkma bir saptama var, son günlerde duymuş olduğum: Oğuz, eski başkan tarafından dışlandığı için, otomatikman şimdiki başkanla aralarında çok yakın bir bağ var. Başkanın takım içindeki haber kaynağı, adamı...
       Şimdi o adam, o başkan tarafından (bence yönetim kurulu bu konuda zor ikna olduğu için son toplantı 6 saatte tamamlanabildi) takımın başına getirildi.
       Bir televizyon programında bir yorumcu birkaç hafta evvel şöyle buyurmuştu: Denizli, Derwall’in yanındayken de Denzili’ydi; Terim, Piontek’in yanındayken de Terim’di, ama Oğuz Çetin, Lorant’ın yanındayken bile Oğuz Çetin olamadı.
       Çarpıcı bir saptama.
       Şimdi taraftarın kafası karışık. Oğuz’u seviyor, muhtemelen Lorant’tan daha fazla güveniyor ama ileriye dönük beklentiler konusunda hissiyatı Turan Sofuoğlu’nun takımın başına getirildiği zamankiyle aynı.
       Umarım, Oğuz futbolcuyken gösterdiği başarıları teknik adam olarak da gösterir. Çamurlu sahalardan tertemiz formayla çıkabilen imparator, giydiği ateşten gömleğin yakıp kavuran ateşinden de aynı maharetle sıyrılabilir. Belki de bunu kolaylaştırmak için başkanına şu öneriyi götürmesi gerekiyor: “Aykut’u da buraya alalım.”
       Ben Oğuz’un da, Fenerbahçe’nin de işinin çok zor olduğunu düşünüyorum. Baksanıza, 6-7 yıllık bir serüveni anlatırken bile hikaye nasıl çetrefilleşiyor. Diyelim ki, iyimserliğimizi yitirmeden bu durumu camianın kültürüne bağladık ve “bu da bir nevi, Fenerbahçe’nin dinamizmi” dedik. Şöyle bir düşünüyorum da bu tarz bir dinamizm içinde yapılacak en akıllıca iş ne olurdu? Örneğin Ortega’ya verilen transfer ücretinin yarısı 5 yıllığına ve markası ispatlanmış bir hocaya verilse, iki tam sezon sabredilse, ekonomik kaynaklar daha akıllıca harcanmış olmaz mıydı? Sonra bunun pek mümkün olamayacağını düşünüyorum. Çünkü bir teknik direktörü kullandıktan sonra para kazanarak satma imkanınız yok. O halde, geldiği günden bu yana, yaptığı en olumlu (bana göre tabii) şeyin Okocha ve Baliç’i en tepe noktasında satmak olan bir başkandan bunu beklemenin alemi ne?
       
 
       
    MSNBC News Yaşayan efsaneler ve unutamadıkları anlar / 1
MSNBC News Yaşayan efsaneler ve unutamadıkları anlar / 2
 
     
 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları
Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın
Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları