Home page

Haber Menüsü


Yazara mail atmak için resmin üzerine tıklayın.
 
Terim imparator, Kuddusi kurban, Lucescu şamp...
 
Bırakıp gittiğiniz bir takım saldırmayı ve kazanmayı sizin için hak ediyorsa, “spor adamı” kişiliğini baştan beri sizinkinden daha önlere koyduğum Lucescu, uğruna neleri hak ediyor acaba?
 
NTV-MSNBC
 
9 Aralık—  Dün baharda bayram sefası yaparken, bugün birden bire rahmetli Barış Manço’nun “Hava ayaz mı, ayaz, ellerim ceplerimde...” şarkısıyla İstanbul’un Mecidiye köyünde bulduk kendimizi. Maça bakıyorum; 70 dakika oyuna daha hakim görünen taraf, Galatasaray. Öte yandan Beşiktaş, rakip kaleyi gerçek anlamda topu topu iki kez bulabilmiş; birinde direkten gerisin geriye dönmüş, ikincisinde direğin dibinden içeriyi bulmuş.

   
 
       
    MSNBC News Tayfun Öneş'in tüm yazıları -5-
MSNBC News Tayfun Öneş'in tüm yazıları -4-
MSNBC News Tayfun Öneş'in tüm yazıları -3-
MSNBC News Tayfun Öneş'in tüm yazıları -2-
MSNBC News Tayfun Öneş'in tüm yazıları
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Hemen söyleyeyim: Bu durum, Galatasaray açısından, asla bir şanssızlık değildir.
       Sen daha atak gözüktüğün koca 70 dakika boyunca bir gol bulamıyorsan; (bırak golü, direğe bile nişanlayamamışsan topu) ve rakibin iki atağından biri hem de ben bildim bileli sağ ayağıyla gol atmamış, sol ayağı bile rabıtasız bir sol kanat adamının sağ ayağından nefis bir gol olarak kalene giriyorsa, sen şanssızlığına değil; eksiklerine yanmalısın.
       Çoğu Galatasaraylı yarın, kıraathane/iş/alışveriş yeri muhabbetinin en ortasına “Ama penaltımız verilmedi” argümanını oturtacak, sonrasında da “Zaten o pozisyondan sonra çöktük” diye ekleyecektir. Doğru; Hasan’ı kudurtan (af buyurun) pozisyon bal gibi penaltıydı. Peki ya, ilk yarıda sağdan yapılan bir yüksek ortaya Pancu sıçrarken Vedat’ın onu formasından çekerek yere düşürüşüne ne demeli? O da bir penaltıydı ve onu ıskalayan da aynı Kuddusi değil miydi? Hem bakınız, daha dün Diyarbakır’ın daha daha bariz bir penaltısı verilmeyip, üstüne üstlük yanlış yere bir oyuncusu sahadan atıldı da ne oldu? Onlar herhangi bir mazereti skora sığınak eylemeye fırsat tanıdılar mı?
       Hadi, “Her maçta olur böyle şeyler”i bir kenara bırakalım ve diyelim ki o maç, tel tel dökülen ve içeriden içeriye sökülen ‘Efsane’nin maçıydı.
       Biz derbimize geri dönelim. Aynı Galatasaray, aynı Beşiktaş’la yıllar önce, 1996-97 sezonunun (yani ilk Terim, Terim’li ilk şampiyonluk sezonunun) bitimine 5 hafta kala İnönü’de oynuyordu. Beşiktaş son dakikalara 1-0 önde girmişken, Hakan Şükür benzer bir yan topa hamle yapmaya hazırlanıyordu. Futbol hafızası kuvvetli olanlar iyi hatırlar; Alpay kollarını Hakan’ın kollarının arasına soktu diye aynı Galatasaray’ın lehine penaltı “düüt”lenmişti. Maç 1-1 oluverip bitince, Beşiktaş o yıl, daha sonra ona bile hasret kalacağı “Gönüllerin Şampiyonu” unvanına layık görülmüştü..
       “Ne alâkası var şimdi!” demeyin. Futbol upuzun bir serüvense bugün bana, yarın size kavrulur, yandı gülüm ketenhelva! Hem ben biraz da, bugünkü maçta kötü niyetini sezmediğim hakemi, son anda Orhan Erdemir’in plasesi olan Kuddusi Bey’i kollama arzusundayım. Ya da şu düşüncemi dile getireyim: Bir penaltı yüzünden, bir sezoncuk da Terim, “Gönüllerin İmparator”u oluverecekse, bunda Kuddusi Bey’in payı, Lucescu’yu Beşiktaş’a gönderen Florya beylerinden çok ama çok daha azdır.
       
       İmparator’um internete girer mi bilemem ama, kendisine bu maçla ilgili birkaç soru sormam farz oldu şimdi. Bir günde buz kesiveren bir havada, 70 dakika, ligin en diri 3 takımından (kanımca diğerleri: Gençlerbirliği ve Trabzonspor’dur) birine karşı topa çok daha fazla hakim olarak oynayan ve pozisyona giren takım, o dakikaya kadar skor ne olursa olsun daha fazla yorulan takımdır. Kaldı ki, mevcut skor da “İyi gidiyor, aynı tertiple koruma altına alalım” dedirtecek bir skor değilken ve üstelik sezonun ilk yarısı bitmekteyken, zaten henüz ortada “aynı tertip” diye bir mefhum da yokken, (bir ‘üstelik’ daha) o dakikalarda, rakip takım, sizin forvetlerinizden daha az yorulmuş olan forvetini ve orta saha oyuncusunu falan değiştiriyorken siz maçı, tribünden büyüsüne kapılarak izlediğiniz zevkli bir maç seyreder gibi seyretmeli miydiniz, hocam?
       Arif, önünde 20-25 metre koşacağı boş alan varken, topu alır almaz şut çekmeyi (hem de geri pası ‘soft’luğunda) deniyorsa, Berkant, Cihan gibileri ısındırılmayı geçip sahaya girmeyi hak etmemişler miydi? Hasan’ın karşısında oynayan Kaan Dobra, şimdiye kadar oynadığı maçların tam tersine ilk yarıda bir kez bile ileriye doğru dürüst çıkamazken ikinci yarının 65. dakikasından sonra neden o kadar kolay çıkabilir hale geldi acaba?
       Ya da “Nasılsa sağdan bindirme/orta yapamaz oldun, bari ortada oyna” dediğiniz Ümit Davala, ilk yarıda en iyi maçlarından birini çıkartmasına rağmen ikinci yarıda, o da Hasan gibi yorulmamış mıydı? Ve diyelim ki, Pinto (bizim henüz o yönde bir algılamamız olmadı ama) sonradan oyuna girip maçın kaderini değiştirebilecek vasıfta bir oyuncu olsun; peki bu vasfını böyle bir maçın son 8 dakikasında gösterebilecek kadar yüksek kapasitede bir oyuncu mudur, hocam?
       
       Hocam, bitmiş bir maçın üzerine “yanlış”lar kondurmak dünyanın en kolay işidir; bunu biliyor, geçiyorum. Üstelik, bir ara tribünlerde, ben değil ama arkadaşların çoğunun hep bir ağızdan, takıma “Saldırın, saldırın... Fatih Terim için saldırın” diye tempo tutmalarını da yanlış duyup “Fatih Terim’e saldırın” olarak anlamış değilim. Yazdıklarım bir maçın sıcak psikolojisinden tütme nâmelerdir; kusuruma bakmayın. Lakin o tezahürat sırasında; yani henüz skor aleyhinize netleşmemişken, şunları düşündüm: Bırakıp gittiğiniz bir takım saldırmayı ve kazanmayı sizin için hak ediyorsa, “spor adamı” kişiliğini baştan beri sizinkinden daha önlere koyduğum Lucescu, hani o, bırakıp gitmeyen lâkin gönderilen ve gönderildiği için bile kimseye sövmeyen Lucescu... Ya o, uğruna neleri hak ediyor acaba?
       Hocam, bir soru daha takıldı kafama: Lucescu, 90 dakika sonunda gitti, bugün pek de öyle âhım şâhım bir maç çıkarmamış olan bir oyuncusunu kucakladı; kim olduğunu görebildiniz mi? Siz gözleriniz ve sözlerinizle Kuddusi Bey’i parçalamaya hazırlanırken o enstantaneyi kaçırmış olabilirsiniz, ben söyleyeyim: Lucescu, Cordoba’yı kucakladı. Neden acaba? Yoksa bu soruyu da Mondragon’a mı sormalıydım?
       
       ....................
       SALAKLIK TARİHİ - 6
       1600’lerin İspanya Kralı III. Philip ateşin karşısında çok uzun süre oturması sonucunda vücut ısısı çok yükselerek öldü. Kral çok fazla ısındığını bile bile neden ateşten uzaklaşmadı? Çünkü bu onun görevleri arasında yer almıyordu. Kralın sandelyesini ateşten uzaklaştırmakla görevli sarayın ateşçisi o gün izinliydi!
       
 
       
    MSNBC News Yaşayan efsaneler ve unutamadıkları anlar / 1
MSNBC News Yaşayan efsaneler ve unutamadıkları anlar / 2
 
     
 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları
Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın
Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları