Home page
Haber Menüsü


Ferzan Özpetek, sinema kariyerini İtalya'da sürdürüyor
İtalyan sineması Ferzan ile nefes alıyor
Üç ayı aşkın bir süredir İtalya’da afişlerden inmeyen “Cahil Periler”in yönetmeni Ferzan Özpetek ile özel bir söyleşi yaptık.
Ali Sanlı
NTV
    30 Mayıs—  Geçtiğimiz şubat ayında İtalya adına Berlin Film Festivali’ne katılan ‘Cahil Periler’in yönetmeni Ferzan Özpetek, İtalyan sinemasının yeniden doğuşunu sağlayacak birkaç yönetmen arasında gösteriliyor. Deyim yerindeyse yapımcılar kapısında kuyruk olmuş durumda. Başarılı yönetmenle, filmlerini, projelerini, sinemaya bakışını konuştuk...  

   
 
       
    MSNBC News 'Cahil Periler' afişlerden inmiyor
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Ali Sanlı- “Cahil Periler” cephesinde son durum nedir?
Cahil Periler'in film setinde

        Ferzan Özpetek- Son durum, Cinetel’de, yani ana şehirlerde 10 Milyarı aştı, herhalde 14 milyar liret civarında şu anda. Başlangıçta 67 kopyayla çıkmıştı, şimdi 150 kopyayla devam ediyor
       her yerde, yani İtalya’da; seyirci sayısı da 1.400.000 kişiyi aştı... Bunlar çok hoş şeyler.
       İlk defa, üçüncü filmimle, popüler olmanın, herkesin gidip gördüğü film çekmiş olmanın
       tadını çıkarıyorum. Bugünlerde New York’a gidiyorum, orada, İtalyan Sineması’nın promosyonu için bir buluşma düzenlendi, Lincoln Center’da gösterilecek “Cahil Periler”. Organizatörler gazetecilerle görüşme ayarlayacak... Bu arada çok hoş bir şey oldu , New York Times’tan bir gazeteci geldi Roma’ya, Cannes’a gitmeden önce 2 saatliğine uğramış, onunla görüştük, filmi çok sevdiğini, Amerikalıların da çok seveceğini söyledi. Bunlar küçük veriler tabii, nasıl gideceğini görmek lazım... “Cahil Periler” Eylül’de İspanya’da, ardından Almanya, Fransa ve sonra da bütün Kuzey Avrupa’da çıkacak... İtalya’da iyi gitmesi de çok hoş, genelde birinci veya ikinci sıradayız, en son “Mumya” çıktı mesela, ikinci sıraya indik. Ama İtalya’daki gidişat bütün öteki ülkelerdeki çıkışı etkiliyor. “Bak bu iyi gidiyor, biz de iyi bir promosyon yapalım” diyorlar... Bir atasözü vardır, aslında kötü bir atasözüdür, “Islak yere yağmur yağar” diye, o havaya giriyor film.
       
       - İlk iki filminizin egzotik ve oryantalist yanlarıyla ilgi gördüğü söylendi. Ama anlaşıldığı kadarıyla “Cahil Periler”in böyle özellikleri yok. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
       
       - Daha çok Türkiye’de öyle söylendi. Filmler dünyaya çıktı. “Hamam” her yerde çıktı. “Harem Suare”, Japonya’dan tutun da her yerde çıktı Amerika dışında. “İyi gidiyor” dediler, “bunun altında egzotik olması, oryantalist olması yatıyor” dediler, bu tip şeyler söylendi. Özellikle Türkiye’de okudum bu tip şeyleri. Bunlara katılmıyorum... “Cahil Periler” bunun tam tersi. Tamamıyla bir italyan filmi, İtalyada, Roma’da geçiyor. Serra Yılmaz var Türk oyuncu. Korhan Candemir var, Kargo’nun eski vokalisti, bunun haricinde, Türk yönetmeni dışında Türkiye’ye yönelik, Türkiye’yle ilgili bir şey yok... Ve filmin “Berlin Film Festivali”ne katılması, gördüğü ilgi, satışları “Harem Suare” ve “Hamam”dan çok daha hızlı oldu. Bunlar çok daha önemli ölçüler. Böyle birşey olmadığına inandım yani. Küçücük bir ihtimal de olsa kafamda, acaba hakikaten egzotik ve oryantalist olduğu için mi diye, olmadığına inandım... Benim hoşuma giden, belki o anda bütün şeylere karşı gelen bir proje olabilir. “Harem Suare”yi İtalya, Avrupa ve Türk sinema çevreleri beklemiyordu. Onun yerine “Anadolu Çiçeği veya Türkiye’ye gelip politik bir film çekseydim bir sürü ödüller alırdı festivallerde. “Harem Suare”de öyle bir şey olmadı. Birçok yere satıldı, tavır “niye böyle birşey yaptı” şeklinde oldu. Ama belki daha sonra anlayacaklar niye böyle birşey yaptığımı. Bunu derken göremediler demek istemiyorum, zamanından önce yapılmış bir filmdi, ondan söylüyorum. Üçüncü film olarak da “Cahil Periler”i yapmamın nedeni, dedim ki “tamam eğlenmek istiyorum”. Prodüksiyon sorunları olmadan, mekan sorunu olmadan, kafası hiçbir şeye basmayan bürokratik insanlarla uğraşmadan, kapıların yüzüme kapanmasını istemediğim, zevkle yaptığım bir film olsun istedim. Çok neşeli, heyecanlı, rahat bir film oldu. Mutlu etti film beni; bu, film bittikten sonra da sürdü. İki hafta önce Serra (Yılmaz) geldi Roma’ya. Bütün herkes onu durdurup sarılıyor yolda. Diğer oyuncular da aynı şeyleri söylüyor. Bir kahveye giriyorum, filmden konuşuluyor. Çok hoş ama gelip geçici şeyler, muhtemelen önümüzdeki yıl hiç bir şeyden bahsedilmeyecek. Ama şimdi bu durumun zevkini çıkarmaya çalışıyorum.


       
       - İlk üç filmin ışığında sinemadaki geleceğinizi nasıl görüyorsunuz? Ufukta yeni projeler var mı?
       
       - Dördüncü ve beşinci filmler için imza attım. İtalya’da aynı prodüktörle, aynı dağıtım şirketiyle yani Medusa ile anlaştım. Dördüncü filmin ne olacağı belli, beşinci proje serbest, ne istersem onu çekeceğim. Bu arada De Laurentiis’den haber geldi, “Altı ve yedinci projeleri imzalayalım” diyorlar... Böyle bir patlama var. “İtalyan Sineması’nın yeniden doğuşunu sağlayacak Nanni Moretti (2001 Cannes’da Altın Palmiye’yi aldı), Muccino, Özpetek” diye konuşuluyor. Bunlar bir yandan çok hoşuma gidiyor, bir yandan da gülümsüyorum. İki İtalyan yönetmenle ismimin anılması beni gülümsetiyor. Türkiye’ye gelip dördüncü filmimi çekmek istiyordum, eski bir projem var “Anadolu Çiçeği”, onu çekecektim ama menajerim, prodüksiyon şirketim ve AFS (Türkiye’deki Özpetek’lerin yapım şirketi) “İtalya’dan, İtalyan Sineması’ndan uzaklaşma” dediler, ben de onu doğru buldum. Dördüncü filmimi orada çekerim, belki beşinciyi burada çekerim. Türkiye İtalya arasında bir şey olur. Bu arada Amerikan projeleri de geliyor, ama bu beni şimdilik korkutuyor. İtalyan yönetmenler gitti Amerika’ya, gazetelerde çıktı büyük büyük haberler ama bir sonuç alamadılar... Küçük denizlerin kaptanı olmak, bence çok daha iyi...
       
       -İtalyan basınında sık sık “Özpetek, seyirciyi yakalamayı çok iyi biliyor” benzeri yorumlar çıkıyor... Bu doğru mu sizce, nasıl yakalıyorsunuz seyirciyi?

       
       - Sinemaya karşı düşüncem, bende bir heyecan yaratıyorsa, ağlatıyor ya da güldürüyorsa, çıktığımda duygularım coşuyorsa benim için sinema o... İçimde küçük heyecanlar yaşayayım, içimde birşeyler olsun çıkınca. Bunu yakaladığınız zaman, seyirciye bunu yansıtabildiğiniz zaman kazandınız demektir. İşte o, olay o... Bunu “Harem Suare”de pek uygulamadım. Ama kasıtlı olarak uygulamadım.
       
       - İlk filminizden itibaren anlatım sorunları yaşamadığınız söylenebilir. Bu herkesin harcı değil, kökeninde neler var sizce?
       
       - “Hamam”da her şeyin şans eseri olduğunu düşündüm. “Harem Suare” için de şans eseri oldu dedim... Psikoloğum çok kızıyor bana; “Üç filmin var, üç filmde de bizi heyecanlandırman tesadüf olamaz” diyor... İlk filmlerini yapan birçok arkadaşım başarısız oldu. Bu nedenle ben, hakikaten mucizeye uğramış, şanslı hissediyorum “Hamam” ve “Harem Suare” sayesinde... “Sizin stiliniz” diyorlar, ben kendi kendime soruyorum “Benim stilim ne?”, “anlatım tarzım ne?” diye. Anlatım tarzımın ne olduğunu bilmiyorum... Memduh Ün, Erdoğan Tokatlı, Atıf Yılmaz’ı hatırlıyorum. Manifesto gazetesi, “Atıf Yılmaz’ın eski filmlerini anımsatan bir neşeyi yansıtan bir sinemadan geldiği belli oluyor diye yazmış”... Ben, içimden geldiği gibi yapıyorum, resim yapmak gibi, içimden geldiği gibi.
       
       - Detaylar mı, düzgün cümle kurabilmek mi, tutku mu? Nedir asıl sırrınız?

       
       - Müzik, resim, bütün sanatların temeli detay. Sinema eşittir detay. Çok çok önemli. Montaja gittiğimde “bu tip hoşuma gidiyor”, “böyle seviyorum diyebilmek” çok önemli... Ondört yıl orada asistanlık yaptım. Birçok tecrübem oldu, çok filmde, çok yönetmenle çalıştım. Ama bunları zevkle yaptım. O deneyimler çok önemli, o an hiç birşey gibi geliyor ama oradan geçmek çok önemli. Meşhur bir yazar yönetmenliğe soyunuyor ama güzel bir film çıkaramayabiliyor. Çok zor bir iş. Jimnastik yapmak gibi birşey, tecrübe çok önemli.
       Çok film yapılması önemli. İnsanların içindeki tutku çok önemli. Bürokratik işlemlerden uzaklaşmak, detay ve tutku çok önemli. Ama hepsinin üzerine tutkuyu koyalım.
       
       - Genç sinemacılara neler söylersiniz?
       
       - Bir gün Sicilya’da öğrencilerle söyleşiyoruz. Öğrenciler sordu, “Ne tavsiye edersiniz?” diye.
       Yanımda Lina Wertmüller vardı, önemli bir İtalyan yönetmen, dedi ki “Ben, yönetmenliği tavsiye etmiyorum, çok zor bir iş ve yorucu”, moralini bozdu çocukların. Sıra bana geldi, “Ben yönetmenlik yapıyorsam, böyle bir başarıya ulaştıysam hepiniz yapabilirsiniz. Önemli olan tutku. Eskiden yemek pişirmeyi, resim yapmayı severdim ama ben artık başka bir iş yapamıyorum.” dedim... Eğer çok da hissetmiyorsanız, hissetmeyi deneyin, bir insanı sevmek gibi, yavaş yavaş aşık olabilirsiniz sinemaya. Dünyanın en güzel mesleklerinden biri, keşke herkes yapabilse... Yarın sete dönmek istiyorum.
       
       Meraklısına not: İtalya’da üç ayı aşkın süredir 150 kopyayla gösterimi süren “Cahil Periler” Ekim ayının sonunda Türkiye’de vizyona girecek.
       
 
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları