Home page
Haber Menüsü


Yeni TCK kapkaça aşırı ceza veriyor  
  1 Haziran’a ertelenen yeni Türk Ceza Kanunu, kapkaç suçunu, cana kasteden ‘gasp’ kavramı altına alarak 10 yıl alt sınır koyuyor. İki yıldan az olmayan cezalar ise, kesinlikle paraya çevrilemiyor.

NTV-MSNBC  
   5 Nisan 2005 —  Hızla artış gösteren nitelikli hırsızlık suçlarını ve bu suçlara verilen cezaları Avukat Şeref Dede ile değerlendirdik. 15 yılı aşkın süredir avukatlık yapan Şeref Dede, İstanbul Barosu Denetim Kurulu üyeliği ve Baro Meclisi üyeliğinin yanısıra, Ceza Hukuku Derneği’nde Yönetim Kurulu Üyesi. Dede’nin, Türk Ceza Kanunu ve CMUK konusunda yayımlanmış makaleleri bulunuyor. 

   
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Defne Sarısoy: Büyük kentlerde kapkaç, gasp, hırsızlık gibi suçlarda büyük bir artış gözleniyor ve alınan önlemler bir çözüm getirmiyor. Öncelikle suç oranındaki artışın nedenlerinden başlayalım.
       Şeref Dede:
Kapkaç daha çok sosyolojik bir sorun. Hukuk açısından ise bir suçun işlenmesi ayrı, sebepleri ayrı. Ceza tarafı suçun işlenmesini ele alır.


       Kapkaçcılık, gasp, hırsızlık suçu, aslında hırsızlığın değişik biçimleri, mala karşı suçlar. Gaspta biraz cana ve başka değerlere karşı da kast var, onun için ceza zaten daha ağır. Nedenleri arasında; işsizlik var, eğitimsizlik var, kültürsüzlük var, yani ekonomik kaygılar var. Çünkü 1980 sonrası Türkiye’de, “Köşeyi dön de, nasıl dönersen dön” mantığı hakim oldu. Öyle olunca insanlar çalışarak, alın teriyle uzun süreli para kazanmanın zor olduğunu anladı ve daha kolay yoldan, basit, suç işleyerek yaşamanın yollarını buldu. Bunun için gasp yapıyor, hırsızlık yapıyor, kapkaç yapıyor. Yani sorun daha çok sosyolojik. Hukuki boyutu da var tabii, şu günlerde çok konuşulduğu gibi Ceza Kanunu hangi fiillerin suç olduğunu, bunların unsurlarının neler olduğunu, nasıl ve ne kadar ceza verilmesi gerektiğini belirler ve her topluma göre bu değişir.


       
       
       Defne Sarısoy: Suçlular ne oranda yakalanıyor? Özellikle organize kapkaç ve hırsızlık şebekelerinin polisle bağlantılı olduğu, bu nedenle de kolaylıkla yakalanamadığı söyleniyor. Buna katılıyor musunuz?
       Şeref Dede:
Aslında Türkiye’de Emniyet Teşkilatı oldukça kuvvetli, bir işin üstüne giderse kesinlikle sonuca ulaşıyor. Ama bu olayına göre değişiyor. Toplumu sarsan, gündeme gelen kapkaç olaylarında failler kısa sürede yakalanıyor. Emniyet’in sorunu; polis sayısının günümüz kent şartlarına oranla az olması, ayrıca çalışma süreleri uygun değil.
       Suç olaylarında asıl sorun; kriminal takipte suçludan delile gitmek oldu. Oysa delilden suçluya doğru gitmek lazım. Suça ait iz, emare ve delilleri toplamak gerek. Bir suça ait kanıtlar analiz edildikten sonra, şüphelinin takip edilmesi gerekiyor. Bizde ise, bir çocuk yakalanır, sorgulanır, sonra eksik delille hakim karşısına çıkar. Delil olmayınca, hakim de karar veremez, mahkeme uzar, tutuklamaya hükmedemez.
       
DELİL TOPLAMA YETERSİZ
       Batı ülkelerinde davanın açılması için kanıtların toplanması lazım, bu süreç biraz zaman alır ama dava başladıktan sonra deliller elde olduğu için, kısa zamanda mahkeme sonuçlanır.
“Suç olaylarında asıl sorun; kriminal takipte suçludan delile gitmeye çalışmak oldu. Oysa delilden suçluya doğru gitmek daha doğru. Suça ait iz, emare ve delilleri toplamak gerek.”

       Doğrusu; tüm dosyaların yargıcın önüne hazır halde gelmesi, yargıcın ise tanıkları ve sanığı dinleyip, karara bağlamasıdır. Bizde ise kanıtlar baştan eksik geldiği için, yargıç yeni kanıtların toparlanması için duruşma üstüne duruma yapmak zorunda kalır. Yürürlüğe girecek yeni Ceza Muhakemeleri Kanunu’nda bu sistem biraz tersine dönüştürülüyor. Savcıların daha etkin olması ve hazırlık soruşturmasının daha ayrıntılı yapılması sağlanıyor. Savcı eğer iddianameyi eksik, hatalı düzenlemişse, yargıç savcıya iade ederek eksikliklerin giderilmesini isteyebiliyor. Şimdi delilden sanığa doğru gitmeye çalışacağız. Ama kurumların oturması lazım. Örneğin, her konuşulanın zapta geçmesi için steno gerekiyor. Şimdi yeni CMUK’da bu imkanlar var.
       
YENİ CEZA MUHAKEMELERİ KANUNU
       İlk etapta şunu görmemiz gerekiyor, Türkiye’nin yekpare bir ceza siyaseti yok, kanunlar hep parça parça yapıldı, ilk defa bütün halinde yapılıyor. CMUK ve İnfaz Kanunu, Türkiye’nin ceza siyasetini değiştirecek. Yeni yasa, adalet sisteminden daha çok emek talep edecek. Buna karşın yeterli personel, elektronik imkanlardan yeterince yararlanamıyoruz, memurların maaşları düşük, zor şartlarda çalışıyorlar, yüzlerce dosya var, birçoğu hazırlıksız geliyor. Yargıçlarımıza aslında şükran borçluyuz, günde 40-50 dosyaya hakim olması ve adil karar üretmesi bekleniyor. Belki işleri şimdi daha da zorlaşacak.


       
       
       Defne Sarısoy: Yakın zamanda kapkaç suçlarına verilen cezalarda bir artırıma gidilmişti. Mevcut cezalara bakarsak, kapkaç, hırsızlık ve gasp suçlarına ne kadar cezalar öngörülüyor?
       Şeref Dede:
Aslında bu noktada bir yanlış algılama var, öngörülen cezalar az değil, anormal derecede fazla. Kanunun öngördüğü ceza ile yargıcın verdiği ceza, iki ayrı olay.
       Türkiye’de mala karşı suçlarda cezaların yüksek olduğu, cana ve beden bütünlüğüne karşı (yaralama, öldürme gibi) suçlarda ise düşük olduğu eleştirisi dile getiriliyordu. Gasp suçunun cezası 15 yıldan başlıyordu, yeni kanunda alt sınır 10 yıla çekildi. Gasp, hırsızlığın tehdit ve şiddet kullanılarak yapılmasıdır. Kurbana korku, panik ve endişe yaratmayı ve beden bütünlüğüne zarar vermeyi içerir. Hırsızlıktan ayrılır.
       Kanun kapkaçı göz önüne alıyor. Hırsızlıktan gasp ve kapkaça geçiş, silik bir çizgi. Basit yankesicilik ile yumruk vurma, itme-kakma, tehdit etme, alıkoyma-kaçırma gibi bedensel bütünlüğe zarar ve korku verme gibi unsurlar hırsızlığı gaspa çevirir. Ölçüt ise şu; bireyi malını teslime zorlama. Kurban malını vermez ise, can veya ırz bakımından tehlike altında bulunduğuna inanıyor olacak. İşte bu tür suçun cezasının alt sınırı 10 yıla çekildi.
       
       Defne Sarısoy: Yeni kanun bu tür olaylarda hangi hakları getiriyor?
       Şeref Dede:
CMUK’un 135’inci maddesinde olup yeni kanunda da olacak olan, sanıkların avukat tutma hakkı var. Avukatı varsa onu çağırma, avukat olmadan konuşmama, eğer avukatı yok ise avukat isteme hakkı var.
“Cezalandırarak suçluları ıslah edemeyiz. Yüksek cezalar toplumu şekillendirmiyor. İdam cezası varken, suçların azalmadığını ve kalkınca da suçların artmadığını gördük.”

       Avukatın parasını da devlet veriyor. İstanbul Barosu’nda 4 bin avukat bu işle meşgul. Bir baroda 4-5 bin avukatın gece gündüz karakollara gidip, hukuk hizmeti vermesi dünyanın neresinde görülmüş? Kapkaççı da avukat istiyor, hırsız da. Ama onun yasal hakkı. Herkesin bir hukuk desteğine ihtiyacı var ve bu hak Türkiye’de veriliyor. Bu bana göre, büyük bir başarı.
       Toplum bir suçlamayla karşı karşıya kaldığında, avukat tutma veya susma hakkının olduğunu, eğer tutacak parası yoksa, kendisine avukat tayin edilmesini isteme hakkı olduğunu bilmiyor. Sanığın avukatının olmaması tabii polisin işine geliyor, çünkü istediği ifadeyi imzalatıyor.
       
       Defne Sarısoy: Yeni Ceza Kanunu’nda gözden kaçan başka hangi önemli değişiklikler var?
       Şeref Dede:
İnfaz Kanunu’nun üstünde durulmuyor. Yürürlüğe girince ortalık karışacak. Yeni kanundaki “Ceza kanunlarını bilmemek, mazeret sayılmaz “ diyen 4’üncü madde, büyük sıkıntı yaratacak. Artık kanunu bilmediği için yaptığı eylemin suç sayıldığının farkında olmamak, mazeret olarak sürülemeyecek. Aynı maddenin ikinci bölümü ise, kanımca asıl tartışma konusu.
       Madde şöyle diyor: “Ancak sakınamayacağı bir hata nedeniyle, kanunu bilmemesi elinde olmayan bir hatadan kaynaklanan...”. Kanunu bilmediği için meşru sanarak bir suçu işleyen kimse, cezaya sorumlu olmayacak. Sanıklar bu maddeyi sonuna kadar kullanacaklar, bu maddeye uygun gözüken her durumda, herkes bunu ileri sürecek. Sanıkların “sakınamayacağım bir hatam vardı, suç olduğunu bilmiyordum” dediklerini sık sık duyacağız. Yargıç da sanığın acaba gerçekten sakınamayacağı bir hata var mı yok mu, kanunu bilmemesi haklı bir nedene dayanıyor mu, diye araştırması gerekecek. Aksi halde sanığı cezalandıramayacak.


       
       
       Defne Sarısoy: Küçük yaştaki suçlular hangi kapsamda değerlendiriliyor? Küçük yaştaki çocukların birtakım hırsızlık şebekeleri tarafından kullanıldığını biliyoruz. Şebekelerin avukatları bu çocukları karakollardan gelip kurtarıyor. Bunun önüne nasıl geçilecek? Kapkaç önlenecekse, küçük çocukların cezalandırılması konusunda nasıl bir uygulama getirilecek?
       Şeref Dede:
Küçük çocukların cezai sorumlulukları yok, eski kanuna göre 11 olan sorumluluk yaşı 12’ye çıkarıldı.
“Hırsızlıktan gasp ve kapkaça geçiş; itme-kakma, tehdit etme, kaçırma, alıkoyma gibi bedensel bütünlüğe zarar verme gibi unsurlar basit hırsızlığı gaspa çevirir.”

       Kısaca, 12 yaş haddini doldurmamış olmak şartıyla, bir suç işlemesi durumunda çocuk cezalandırılmaz. Bunun bir cezasızlık durumu olduğu sanılmasın. Çocuğu suça azmettiren kişi, kanunen buna “iştirak iradesi” denir, işte kanun onun peşine düşer. Çocuğu suça kimin azmettirdiği tespit edilir ve yargı önüne getirilir. Yeni Ceza Kanunu’nda çocukların suça azmettirilmesi veya suçta kullanılması durumunda verilen cezaları da ağırlaştıran bir madde var.Yasama organı, çocukların bu suçlarda kullanıldığını ve bu yüzden de suçların arttığını, organize bir hal aldığını farketti ve bunu kanuna işledi.
       Kısaca yeni kanun, kapkaç olayının ulaştığı noktaları gözönüne alıyor. Karakola alındığı zaman, 18 yaşından küçükler kendileri istemese dahi, zorunlu olarak avukat tutulması gerekecek. İfadesinin savcı huzurunda alınması zorunluluğu var, bunlar kanımca sanığın insan haklarını artırıyor. Bu maddenin temelindeki çocukları koruma düşüncesi ise son derece olumlu.
       
       Defne Sarısoy: Benim başıma geldiği için söylüyorum, küçük bir çocuk çantamı kaptı , çocuk olduğu için ve çantamı geri aldığım için davacı olmak istemedim. Güvenlik görevlileri ise, bu gibi olayların sıkça yaşandığını, bu işin organize bir hırsızlık olduğunu ve davacı olmam gerektiğini söylediler.
       Şeref Dede:
Söyledikleri doğru. Türkiye’de toplum, kamu düzenini tehdit eden bu tip olayların peşine düşmüyor. Takip etmiyoruz, işin peşini çok kolay bırakıyoruz. Kimi zaman da korkuyor, korkutuluyoruz. Yargı organı mahkeme, aradan geçen zaman içerisinde dosyadan biraz kopuyor, kabul etmek lazım, hakim veya savcı değişiyor. Sanık ise çok uyanık ve sürekli takip ediyor, sonuçta kendi hayatı söz konusu.
       
       Defne Sarısoy: Peki bir gasp veya hırsızlık mağduru, kendini savunmaya geçtiğinde, örneğin evine giren hırsızı yaraladığı veya öldürdüğü zaman, hangi ceza kapsamında değerlendiriliyor? Doğrudan adam öldürme mi, yoksa meşru müdafaa mı?
       Şeref Dede:
Bu gibi durumlarda ‘orantılılık’ diye bir kural var. Tepki eyleminin karşılığının, ilk eylemin tehdit sınırları içinde gerçekleşmesi lazım. Meşru müdafaanın sınırını tepki eyleminin şiddeti belirler. Bunun için mutlaka cana veya bedensel bütünlüğe karşı bir saldırı olması gerek. Örneğin, hırsız gece yarısı yatak odasına kadar girmişse, zaten hukuka aykırı bir durumda, hırsızlık yapıyor ve kişi uyanıyor, adama karşı malını koruma dürtüsüyle harekete geçiyor. Arada fiziki bir mücadele olacak. Hırsız bıçağı çekti, kişi de bu durumda kendini korumak düşüncesiyle karşı bir taarruzda bulunacak. Kanun dışı bir şartta, bir saldırı var, mağdur da kendini son şans olarak savunuyor. İşte meşru müdafaa.


       
       
       Defne Sarısoy: Peki hırsız bıçakla saldırıyor ama mağdur onu tabancayla yaralıyor. Burada eşitlik yok, ama hırsızın ne silah çekeceğini kim nasıl bilebilir ki?
       Şeref Dede:
Başka türlü korunma imkanı yoksa, tabancayla da ateş edebilebilir. Ev sahibi bunu mahkemede savunabilir.
“Öngörülen cezalar az değil, anormal derecede fazla. Kanunun öngördüğü ceza ile yargıcın verdiği ceza, iki ayrı olay. Yargıç en alt sınırdan da ceza verebilir, en üst sınırdan da.”

       Yargılanan olaya göre durum belirlenecek. Meşru müdafaa, evde veya başka bir ortamda meydana gelen olayın şartları içerisinde var mı, yok mu, onu yargıç tayin edecek. Yatak odasına bıçakla girmiş adama tabanca ile ateş edilmesinin tahlilinde, yargıç hırsızın ev sahibine ne gibi bir tehdit saldığını araştıracak. Bu algılamada orantılılık meselesi, ev sahibinin hırsızdan kurtulmak için ne gibi opsiyonları olduğuna bakacak. Örneğin, hırsız evden altınları çalmış, kaçmış, bahçe kapısından mülkiyeti terkediyor. Ev sahibi yeni uyanmış ve arkadan ateş edip öldürüyor. Burada meşru müdafaa yok Ev sahibinin adam öldürmekten yargılanması gerekebilir; ceza indirimi için nedenler var ama arkadan ateş etmek meşru müdafaayı aşabilir.
       
       Defne Sarısoy: Öldürme eyleminin nerede gerçekleştiği verilecek kararı nasıl etkiliyor?
       Şeref Dede:
Yatak odası veya koridor farketmemeli. Yerin hiçbir önemi yok. Ev sahibi kapıdan içeri girdi, o gün geç gelmişti, hırsız çoktan içerde, illa ki olayın yatak odasında gerçekleşmesine gerek yok. Tüm algılama, ölümle kalım arasındaki tercih meselesi. Kişi canını, malını, ırzını ve namusunu, hatta çocuklarını koruma içgüdüsüyle hareket eder.
       Suç aslında bir irade meselesidir, suçlunun bir eylemi gerçekleştirmesi iradenin pratiğe dökülmesidir. Düşünsel bir faaliyet olacak. İşte meşru müdafaada bu iradeye bağlı adam öldürme riski düşük. Tehdit anında insanın içinde bulunduğu psikolojinin matematiksel olarak bir orantısı çıkarılamaz. Yargıç da, olaya göre değerlendirecek.
       
       Defne Sarısoy: Emniyet’ten yapılan açıklamada, suça elverişli ortamlarda daha fazla sayıda polis bulundurulması, karanlık sokakların aydınlatılması gibi tedbirler alınacağı söyleniyor.. Bunların yanısıra başka neler yapılabilir? Caydırıcı cezalar suçun önünü kesebilir mi? Cezayı artırmak ıslah edici mi?
       Şeref Dede:
Yüksek cezanın suçu kesmediğini söyleyelim. Sadece cezalandırarak suçluları ıslah edemeyiz. Yüksek cezalar toplumu şekillendirmiyor. Bu ülkede idam cezası varken, idam cezası gerektiren suçların azalmadığını ve idam cezası kaldırıldığında da, suçların artmadığını gördük. Şimdi Türkiye’de idam cezası yok. İdam cezası gerektiren suçlar arttı mı? Ya da şöyle soralım: İdamı gerektirecek suçların sosyolojik gerekleri aynen duruyorsa, idamın olması veya olmaması neyi değiştirir? Fazladan cezalandırmak bir çözüm değil. Cezaevi sistemini yeniden düzenlememiz gerek, kanunun esas iradesi suçluyu cezalandırmak değil, yeniden topluma kazandırmaktır. Ceza hukukçusu Faruk Eden, şöyle derdi; “Suçluyu kazıyınız, altından insan çıkar.”
       İnsancıl düşünceden hareketle fazla ceza yerine, topluma kazandırma yolunu bulmak lazım.

       Mevcut cezaevi sistemi buna imkan vermiyor. Hırsızlar aynı koğuşta kalıyor, bir kez suç işlemiş genç ile yüzlerce suçu olan kişi aynı havayı soluyor. Suçluluk psikolojisi perçinleniyor. Bu tip kişiler hapisten çıkınca arkadaşlık kuruyor ve toplumdan gelen dışlanmışlıkla ister istemez kişi yeniden suça yöneliyor. Cezalandırmak problemi çözmüyor. Bir kişi nasıl suç işler? Bu eyleminin ortaya çıkmayacağını, yakalanmayacağını tahmin ederse, daha rahat işler. Polis sayısı kesinlikle artırılmalı. Eskinin bekçileri gibi devriye polis sayısı artmalı.
       
       Defne Sarısoy: Peki yine Ceza Kanunu’na dönersek, nitelikli hırsızlık, kapkaçcılık için ne kadar ceza öngörülüyor?
       Şeref Dede:
Yeni yasada 142’nci maddede nitelikli hırsızlığı düzenliyor. Taşınır bir malı yarar sağlamak maksadıyla çalan kimseye, 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası veriliyor.
“Suçluları topluma kazandırma işlevini mevcut cezaevi sistemi yerine getirmiyor. Hırsızlar aynı koğuşta kalıyor, bir kez suç işlemiş genç ile yüzlerce suçu olan kişi aynı havayı soluyor. Suçluluk psikolojisi perçinleniyor.”

       Kanun diyor ki, mal kullanıcısının rızası olmadan çalınırsa, hırsızlıktır. Eskiden “sahibi” derken, yeni yasada “kullanıcı” olarak değiştirildi. Hırsızlık suçu tekrar etmiş ise, ceza ağırlaşıyor. Maddenin ikinci bölümü b fıkrasında, “elde veya üstte taşınan eşyayı çekip almak ya da özel beceriyle çalınması” hali kapkaç olarak niteleniyor. Bu şekilde işlenen bir suç, 3 yıldan 7 yıla kadar hapis cezası gerektirecek. Bu çok ağır bir ceza. Suç beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak kimseye karşı işlenirse, örneğin çocuk veya yaşlı gibi, ceza 3’te 1 oranında artırılıyor. Kapkaç suretiyle işlenmiş bir suça yargıç 3 yıldan az ceza veremeyecek. Yargıç, sanığın kişiliğine, suç işlemedeki devamlılığına, suçun işleniş biçimine göre cezayı tayin edecek. Bir kişinin çantasını kapıp kaçmanın cezası az değil, en az 3 yıl.
       
       Defne Sarısoy: Bu, para cezasına çevriliyor mu?
       Şeref Dede:
Dönüştürülebildiği durumlar da var. Ancak esas ceza 2 yıldan fazla ise, dönüşmez. İnfazda hakimlerin cezayı alt veya üst sınırdan verip vermediği önem taşır. Kapkaç suçlarıyla mücadelede yargı, bu eylemleri ‘gasp’ sayarak, en üst sınırdan cezalandırmayı seçti. Cep telefonu hırsızlığı gibi kapkaç suçlarını, gasp olarak gören bir yargıç, koşullar uygunsa cezayı 36 yıla kadar çıkarabilir.
       
       
 
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları