|
15 Şubat 2005 Küresel ısınmanın etkilerini ve Kyoto Protokolü’nü Özgür Gürbüz ile konuştuk. Çevreci mücadeleye 1992de Yeşil Gazete’de başlayan Gürbüz, daha sonra İstanbul Nükleer Karşıtı Platform’a katıldı, sonrasında ÇEKÜL Vakfı’nda bir süre profesyonel olarak çalıştı. Gürbüz, 1995 yılında Akkuyu’da kurulması düşünülen nükleer santrale karşı, Mersin’den Akkuyu’ya kadar olan 170 km’lik yolu geri geri yürüdü. Yön FM, Milliyet, Yeni Yüzyıl ve Liberal Bakış gazetelerinde çevre ile ilgili çalışan Gürbüz, 2004ten bu yana mücadelesini, Greenpeace-Akdeniz, Türkiye Enerji Kampanyası sorumlusu olarak sürdürüyor. |
Defne Sarısoy: Bilim adamları CO2 ve sera gazı etkisiyle, küresel sıcaklıkların 22. yüzyıla kadar 2 ila 11 derece artacağını söylüyor. Birtakım iklim değişimleri veya dengesizliklerini yaşamaya başladık. Öncelikle küresel ısınmanın ne gibi sonuçları olacak, ürkütücü tabloya ne kadar yakınız? Özgür Gürbüz: Endüstri Devriminin başladığı varsayılan 1750den bu yana, dünyanın küresel ısınmasındaki artış 0.8 derece. | |||||||||
Tahminler, önlemler alınsa dahi, artışın 1.4 dereceye kadar süreceğini öngörüyor. Eşik değer olarak kabul edilen sıcaklık ise 2 derece. Küresel sıcaklıkların 2 dereceyi aşması durumunda, önü alınamayacak iklim değişiklikleri ortaya çıkacak. Dünyanın hedefi, küresel ısınmayı eşik değer 2 derecenin altında tutabilmek. Aksi takdirde ne olur? İlk olarak deniz seviyeleri yükselecek. Bu ne demek? Birçok nehrin denizlere aktığını düşünün. Bu nehirlerin tuzlanması, içme su kaynaklarının azalmasına neden olacak, tarım alanlarında kullanılan suyun tuzlanmasına neden olacak. Buzulların erimesi ikinci bir etken. Sadece kutuplardaki buzullardan bahsetmiyoruz, örneğin Himalayalardaki buzulların erimesi, ilk etapta nehirlerin taşmasına neden olacak. Ancak uzun vadede ise buzulların erimesi sonucu nehirlerin su kaynağı yok olmuş olacak. Sonuçta su kaynakları kar sularından mahrum kalacak. Su savaşlarına kadar giden komplo teorileri de tam bu noktada ortaya çıkıyor. İKLİM GÖÇMENLERİ Ayrıca, iklim göçmenleri olarak tabir edilen, doğal şartların bozulması sonucu kendini idame ettirmek için yeni alanlar arayan insanların sayısı çoğalacak. Başta Pasifik Adaları olmak üzere bu tip iklimsel göç yaşanmaya başladı. Deniz seviyelerinin yükselmesi okyanus veya ada toplumlarını olumsuz etkiliyor. Kıyı bölgelerde yaşayan bu insanlar evlerini yitiriyor. Yaşamak ve tarım yapmak için kısıtlı alanları var. Küresel sıcaklığın artması, Türkiyenin içinde bulunduğu tarım ülkelerini olumsuz etkileyecek. Ülkeler tarım ürünlerinin verimini veya türünü değiştirmek zorunda kalacak. Yüzyıllardır alışılagelmiş ürünler kendi bölgesinde yetişemeyecek. Bitki örtüleri değişen iklime ayak sağlayamadıkları için yok olacak. Toprak kaybı ve erozyon artacak. Tarımda verimin düşmesi, bu yolla geçinenlerin kentlere göçmesine neden olacak. |
|||||||||
| Küresel ısınma orta bölgeleri ısıtırken, kuzey bölgeleri de soğutacak. Buzulların erimesi ilk etapta kuzey ülkelerinde iklimi daha da soğutacak, Kuzey Kutbundan ekvatora kadar inen Gulf Stream denen akıntı duracak. Kutba yakın bölgelerde balıkçılık azarlırken, kutup ayısı gibi hayvanların soyu tükenecek. Küresel ısınma ortalama olarak sıcaklıkları yükseltirken, bunun etkileri farklı ülkelerde dengesiz bir şekilde hissediliyor. Örneğin, Bangladeş ve Hindistan gibi fakir ve kıyıya yakın ülkelerde yerleşim bölgeleri suların altında kalacak. 130 milyon nüfusuna karşın, küçük bir ülke olan Bangladeşun yarısı sular altında kalacak. Halk nereye göçecek? Kısıtlı kaynaklar için savaşlar başlayabilir. Ancak komplo teorilerine girmek istemiyorum. Şunu söyleyebiliriz; 2050 yılında iklim kaynaklı sigorta harcamaları 300 milyar doları aşacak. Gelişmiş ülkeler yükselen deniz seviyeleri karşısında bir şekilde barajlar çekerek kendilerini koruyabilirler, ancak fakirler bu kadar şanslı olmayacak. |
||||||||
| Defne Sarısoy: Yani kıyamet gelecekse bu şekilde gelecektir. Peki bunun Türkiyedeki yansımaları nasıl olacak? Özgür Gürbüz: Evet, küresel ısınmanın güzel bir örneği, son yıllarda şiddetlenen iklim olaylarını ele alalım. 2003 yılında son 500 yılın en sıcak yazı yaşandı, Avrupada 40 bin insan öldü. Yine 2003 yılındaki Portekizde yaşanan orman yangınları son 50 yılın kötü yangınlarıydı. Dünya tarihinin en sıcak 5 yazını son 8 yıl içinde yaşadık. Türkiyeye de bakarsanız, geçen sene yaşadığımız kış son 50 yılın en kötü kışı. Yazın Alibeyköyü yutan selleri hatırlayalım. İstanbulda yaşanan yağışlar son 50 yılın en şiddetli yağışları. |
||||||||
Sera gazı emisyonunun yüzde 25’ini veren ABD katkıda bulunmadan, dünyadaki küresel iklim değişikliği sorunu çözülemez.
|
Türkiyenin içinde bulunduğu orta kuşakta 2050 yılına gelindiğinde, ortalama sıcaklıklar yazları 2 ila 3 derece, kışın da 1 ila 2 derece artacak. Kurak bir döneme girdiğimizi söyleyebiliriz. Topraktaki nem kaybı yüzde 15 ila 20 arasında olacak. Denizlerdeki seviye yükselmesi de 38 santimetreye kadar çıkacak. Deniz seviyesindeki 1 santimetrelik artış, 100 katı kadar karasal alanın yok olması demektir. Tarım sektörü küçük çiftçilerden oluşuyor, bu kişilerin toprak değiştirme şansları yok. Örneğin narenciye bahçesi olan bir çiftçi, yükselen sıcaklıklar ve topraktaki nemin azalması yüzünden üründe verim düşüklüğü yaşayacak. Toprağını terkedemeyeceği için düşük verimle geçinmek zorunda kalacak. Defne Sarısoy: Aslında Yatağanda her gün yaşanmakta olan felaket de, bunun çarpıcı bir örneği. Özgür Gürbüz: Evet Yatağanda rüzgar tribünleri veya güneş panellerini kurma şansı varken termik santralini orada diken biziz. Bu tamamen yanlış bir tercihin sonucu. Yatağanda ilk 3 senede 35 bin hektarlık çok değerli tarım arazisi ve zeytinlikler yok oldu. Bu kadar değil, solunum sorunları yaşayan ve hatta kanser olan köylüler var. Bu insanların başına gelenler ve gelecekler, o santralin yarattığı sosyal maliyettir. Belki uzun vadede o santralin zarar ettiği ortaya çıkacak. Türkiye enerji kaynaklarını temiz enerjiye çevirmek zorunda kalacak. Temiz enerjiye geçiş, Türkiyede istihdam yaratacak. Örneğin, Almanya rüzgar enerjisinde 16 bin megavatlık bir güce ulaştı ve 140 bin kişi temiz enerji kaynakları dediğimiz rüzgar, güneş, küçük su santralleri, biyokütle gibi sektörlerde çalışıyor. |
||||||||
| Defne Sarısoy: BMnin sera etkisini azaltmak için geliştirdiği Kyoto protokolüne gelirsek, bu gidişatı değiştirebilecek güçte mi? Özgür Gürbüz: Kyoto Protokolünün amacı; 2008-2012 yılları arasında, 1990 yılına ait sera gazı emisyon oranlarını yüzde 5.2 seviyesinde azaltmak. Diğer bir deyişle, 2012de sera gazları emisyonu 1990 değerlerinin yüzde 94.8i olacak. Ancak görünen o ki, 2 derece eşik sınırını aşmamak için, 2030larda aynı oranı yüzde 30 civarında azaltmak gerek. Kyotonun öngördüğü yüzde 5.2 , çok geride bir rakam. Kyoto bilimsel verilerin çok küçük bir bölümünü karşılayabiliyor. Kyoto dahi dünyanın kendini kurtarması için yetersiz kalabilir, 1800lerden beri fosil yakıtları, kömür, petrol, doğalgazı yakıyoruz. Yenilenebilir enerji kaynakları için Greenpeace olarak barışçı enerji kaynakları terimini kullanıyoruz. Irakta yanıbışamızda petrol için savaş yapılıyor. Rüzgar veya güneş gibi sınırsız enerji kaynakları için böyle savaşlar güdülmeyecek. Defne Sarısoy: Kyoto 16 Şubat 2005te resmileşiyor. Yükümlü 30 ülke nasıl bir taahhütün içine giriyor? Özgür Gürbüz: Aslında bu protokole imza atan 134 ülke var, ama yükümlülüğü olanlar sadece gelişmiş ülkeler. Ben sözleşmenin bu konuda duyarlı olduğunu düşünüyorum. Sera gazı emisyonlarından gelişmekte olan ülkeler sorumlu ve bu nedenle öncelikle gelişmekte olan ülkeleri emisyonlarını düşürmekle sorumlu tutuyor. Etik olarak çok doğru ve tutarlı bir duruş. |
||||||||
Rusya gibi bir devin Kyoto’yu imzalaması ABD için net bir mesaj. ABDde Bush karşıtı ciddi bir muhalefet var. Ama Bush bunları ciddiye almıyor. Halbuki Gore ve Kerry Kyotodan yana tavır koymuştu.
|
AB, birlik halinde bu protokole taraf. Bence bunun da altı çizilmeli. AB, toplamda yüzde 8 oranında bir azaltma hedefi belirledi. Greenpeace, Kyotonun tek başına yetmeyeceği görüşünde, ancak tüm ülkeler buna imza atarsa, o zaman sonuç alınabilir. ABD dahil tüm gelişmiş ülkelerin sözleşme şartlarına uyması durumunda, sera gazı emisyonlarının yüzde 55i en azından düşürülme yoluna girecek. Ancak ABD imzaya yanaşmadığı için yüzde 44lere gelindi ve orada tıkandı. ABD ve Rusya uzun süredir direniyordu ve sonunda Putin, Rusyanın da taraf olduğunu açıkladı ve yüzde 55 sınırı aşıldı. Kyoto çevreciler için tek mücadele aracı, Greenpeace olarak bu konuda 15 yıldır çalışıyoruz ve sonunda, Rusyanın imza koyması bence büyük kazanım. Kyotonun esas amacı, sadece yüzde 5.2lik bir azaltım değil. Protokol bize küresel ısınmaya karşı dünya toplumları olarak nasıl mücadele edeceğimizi öğretecek. Enerji yatırımları, enerji verimliliği gibi alanlarda yeni kuramlar çıkacak. Dünya için çevre mücadelesinde önemli bir başlangıç Kyoto. |
||||||||
| Defne Sarısoy: Emisyon gazlarının azaltılması günlük hayata nasıl yansıyacak peki ? Özgür Gürbüz: Sera gazı emisyonlarının yüzde 64ü enerji üretiminde fosil yakıt kullanımından kaynaklanıyor. Karbondioksit başta olmak üzere, metan ve kloroflorokarbonlar, hidroflorokarbonlar, asitoksitler gibi bu gazlar sera etkisi yaratıyor. Bu gazlar çok uzun süreler atmosferde kalıyor. Ortalama insanın günlük yaşamında ne gibi değişiklikler olur; çirkin, kirli termik santraller yerine, rüzgar tribünleri ve güneş panelleri göreceğiz. Evlerde güneş enerjisi kullanımı artacak. Enerji verimliliği konusundaki teknolojiler gelişecek. Buzdolabı, çamaşır makinesi almaya gittiğinizde, ne kadar enerji harcadığına dair bir etiket var. Bu tip enerji tüketimi ile ilgili etiketler, uyarılar artacak. Toplu taşımacılığın teşvik edildiğini göreceğiz, gübrelerin değiştiğini, organik tarımın teşvik edildiğini göreceğiz. Sanayiciler üretimlerini daha verimli ve çevreyle dost kılmak için uğraşacaklar. Defne Sarısoy: Tartışmanın odağında ABD var. ABD, verilerin çok da bilimsel olmadığını öne sürerek imzalamaktan kaçınıyor ama aslında ekonomik birtakım endişeler taşıdığı biliniyor. ABDnin ekonomik yükün altına girmek istemediği için Kyotodan kaçındığı söyleniyor. ABDnin bu tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Özgür Gürbüz: ABD toplumu ile Bush hükümetini ayırmak gerek. Bushtan önce ABDnin tutumu farklıydı. Al Gore, Kyoto yanlısıydı, örneğin Kerynin de Kyotoyla ilgili daha olumlu olduğunu biliyoruz. Ama Bush hükümetinin iktidara gelir gelmez yaptığı ilk icraat, Kyotodan çekilmek oldu. Bush kömür, petrol ve otomotiv endüstri kollarından büyük bağışlar aldı. Dünyanın en büyük petrol devleri net bir şekilde Bushu destekledi. Cheney eski bir petrol şirketi yöneticisi. Bush Kyotoya karşı, bu gerçek. Bushun desteğiyle Kyotonun bilimsel olmadığını savunan bilim adamları da çıktı. Bushun 2001 yılında Kyotodan çekildiğini söylemesi aslında hiç sürpriz değildi.Zaten dev şirketler Bushu bu işler için desteklenmişti. Bushun tutumunu arkasındaki petrol ve kömür lobileriyle değerlendirmek gerek. |
||||||||
Türkiye’de geçen sene yaşadığımız çetin kış, son 50 yılın en soğuğu. Alibeyköy’ü yutan selleri hatırlayalım. İstanbul’da yaşanan yağışlar son 50 yılın en şiddetli yağışları.
|
Petrol rezervlerinin 50 senelik ömrü kaldı. Petrol şirketlerinin amacı, rezervleri sonuna dek kullanmak ve sonrasında yenilenebilir enerji teknolojilerine adım atmak. Ama bunu yaparken, yenilenebilir teknolojilerde de lider olabilmek için, petrolden olabildiğince ekonomik anlamda yararlanmak istiyorlar. Sorun şu; dünyanın petrol veya doğalgaz rezervlerinin bitmesini bekleyecek kadar lüksü yok. Sera gazları emisyonunun yüzde 25ini oluşturan ABD katkıda bulunmadan, dünyadaki küresel iklim değişikliği sorunu çözülemez. Avsturalya da Kyotoya imza atmıyor, çünkü dünyadaki en büyük kömür rezervine sahip. Toplam emisyonda Avustralyanın payı yüzde 3.2. Şunu idrak etmek gerek; dünyadaki hiçbir insan iklim değişikliğinin etkilerinden hiçbir yere kaçamayacak. | ||||||||
| Defne Sarısoy: Rusyanın Kyotoyu imzalamaya karar vermesi önemli bir gelişme. Bu ABDnin tutumunu nasıl etkiler? Bir baskı unsuru olur mu? Özgür Gürbüz: Evet, Rusya olmadan bu protokol hala hayata geçemezdi, bu çok önemli. Ama asıl önemlisi; Rusyanin kendi içinde Kyoto için verdiği savaş. Putinin danışmanlarından bazıları çok net bir şekilde Kyotoya karşı çıktı. İnanılması güç avunmalar geliştirildi, örneğin İngiltereyi Rusyaya karşı savaş açmakla suçladılar, Avrupadaki çevrecileri Nazilere benzettiler. Rusyanın ekonomik olarak zarar göreceği söylendi. Ama buna karşın Rusya gibi bir ülkenin bu riski göze alıp Kyotoyu imzalaması tabii ki ABD için çok net bir mesaj. Bushun karşısında da ciddi bir muhalefet oluştu. ABD içindeki muhalefet, Rusyanın Kyotoya imza atmasından memnun. Bushun bu konuda köşeye sıkıştığını gösteriyor. |
||||||||
| Defne Sarısoy: Türkiyeye dönersek, Türkiye de henüz imza atmayan ülkelerden biri. Avrupa Birliği ile müzakereler başladıktan sonra Türkiyenin önüne konacak önemli başlıklardan biri de çevre olacak. Bugüne kadar ciddiye alınmayan pek çok yeni düzenleme zorunlu hale gelecek. Kyoto Protokolü açısından Türkiye nerede? Özgür Gürbüz: Türkiye biraz hazırlıksız yakalandı. Ama burada kimseyi de suçlayamayız. Kyoto Protokolünün geleceği 1997den beri belliydi. Ama ne yaptı Türkiye? Mayıs 2004te, Kyoto Protokolünün var oluş sebebi olan 1994teki ilk İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşmasına imza attı. Bu anlaşma teorik olarak şunu söylüyordu; iklim değişikliği insan etkisiyle ne kadar tetikleniyor, onu araştıralım, gerekirse çözelim. Türkiye geçen sene aslında miyadını doldurmuş olan bu anlaşmaya imza attı. Kısaca Türkiye teorik olarak hala küresel ısınmayı araştırma safhasında.Türkiyenin çerçeve anlaşması gereği envanter raporlarını hazırlaması gerek. Türkiyedeki sera gazı salınımlarının toplam ve kişi başı değerlerinin bilimsel ve güvenilir bir şekilde ölçülmesi gerek. Kısaca; işe ölçüm ve tespit ile başlamak gerek. Biz henüz bu safhadayız. Türkiyenin sera etkisine katkısının bilimsel değerleri ortaya çıkmadan Kyotoya imza atamayız. Türkiye kesinlikle bir yol çizmeli diyoruz ve Kyoto Protokolüne tabii ki imza atmalı. |
||||||||
Yatağan’da rüzgar tribünleri veya güneş panellerini kurma şansı varken, termik santrali diktik. Yatağan’da ilk 3 senede 35 bin hektar çok değerli zeytinlik yok oldu.
|
Türkiyenin durumunu anlatan şöyle bir not düşeyim: Çevre Bakanlığının web sitesinde protokolün çerçeve anlaşmasını imzaladığını bildiren haberin sonunda, şöyle bir cümle bulunuyor; Avrupa Birliğinde sera gazı emisyonları son 9 yıl içerisinde şu kadar şu kadar artarken, Türkiyede yüzde 65 artış sağlanmıştır. Övünülecek bir durummuş gibi bunu belirtmesi vahim, ama daha da vahimi, yüzde 65 rakamı. Yüzde 65 korkunç bir rakam. Türkiyenin fosil yakıtlarla ilgili nasıl çalıştığını gösteriyor. Bu işte ne kadar geride kaldığımızı gösteriyor. Avrupa Birliği, Türkiyeye bu protokole imza atması için ciddi talepte bulunacak. Türkiyenin ve Türk sanayicisinin buna hazırlıklı olması lazım. Türkiye yeni doğalgaz petrol ihalelerine girerken 15 sene sonra bunların sonuçlarını düşünmek zorunda. Çünkü Türkiyenin temiz enerjiye ihtiyacı var, hem kendi sağlığı için, hem de küresel kültüre eklemlenmesi için. | ||||||||
|
|||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||
Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler | Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||||||||||||