Home page
Haber Menüsü


‘Başkanlık sistemi, seçilmiş sultanlıktır’
Siyasi partilerin silindiği ve muhalefetin susturulduğu bir sistem, Osmanlı kökenli bir toplumda ‘seçilmiş padişahlık’ rejimine dönüşebilir. Başkanlık sistemini uygulayan ülkelerde, iktidarın kolaylıkla diktatörlüğe kaydığı görüldü.
NTV-MSNBC
    11 Ocak 2005 —  Başkanlık sistemine ilişkin sorularımızı Prof. Dr. Zafer Üskül’e yönelttik. Anayasa hukuku, idare hukuku, kamu yönetimi alanlarında çalışmalar yapan Prof. Dr. Üskül’ün yayımlanmış 13 kitabı var. Çeşitli üniversitelerde idari görevlerde bulunan Üskül, ‘Siyaset ve Asker’ kitabıyla 1990 Yunus Nadi Ödülü’nü kazandı. 1992 yılında Türkiye için alternatif anayasa taslağı hazırlayan Zafer Üskül, halen B.Ü. Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde ders veriyor.  

   
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Defne Sarısoy: Başkanlık sistemini Türkiye’de ilk kez Özal telaffuz etmişti, Başbakan Erdoğan da 2003’te bu yönde bir sinyal vermiş ve “en ideali ABD modeli” demişti. Şimdiyse tartışma 2005’in önemli gündem maddelerinden biri olacak gibi görünüyor. Başkanlık sistemi hukuken nasıl bir sistem, önce tanımlayarak başlayalım.
       Zafer Üskül:
Başkanlık modeli tartışılıyor, ama hangi model tartışılıyor belli değil. Aslında tüm sistemler uygulandıkları ülkede birbirinden farklılık gösterir.


        Dolayısıyla tek bir başkanlık sisteminden söz etmek mümkün değil. Başkanlık sistemini öneren, nasıl bir başkanlık sistemi düşündüğünü ortaya koymalı. Benim anladığım bu kişilerin elinde bir model yok. Birlikte oluşturma iddiasındalar ama bunlar genel sözler. Durum böyle olunca, Türkiye için tartışabileceğimiz bir başkanlık modeli görünmüyor.
       Teorik tartışmanın olmadığı durumda ise, ABD sistemi mecburi olarak öne çıkıyor. Başkanlık sistemi ABD’de doğmuştur, kurucu ataların yarattıkları bir sistemdir. Aslında bu ‘Founding Fathers’ dediğimiz ABD’nin ilk kurucuları, İngiliz monarşik sistemini çok iyi biliyorlardı. Fakat Amerika’da bir monark ya da bir kral yoktu, dolayısıyla bu eksikliği bir başkan yaratarak giderdiler.
“ABD’de sistem İngiltere’den esinlendi. Kral olmadığı için başkanlık kuruldu. Bizim böyle bir tarihsel gerekçemiz de yok.”

        Ama başkanı yaratırken, Fransız Aydınlanma düşünürü Montesque’nun ‘kuvvetler ayrılığı’ ilkesinden esinlenerek yasama, yürütme ve yargı organlarını birbirinden mümkün olduğu kadar ayırmaya çalıştılar. Böylece, ABD Başkanı İngiliz Kralı’nın yerini almadı, aynı yetkilere sahip olamadı. Tarihsel olarak da hukuki olarak da, ABD Başkanı oluşum sürecinde İngiliz kralından tamamen ayrı bir kuvvet olarak gelişti.
       
ABD SİSTEMİ NASIL İŞLİYOR?

       Yürütme yetkisi başkanda olacak, yasama yetkisi parlamentoda, yargı yetkisi de yargı organında. ABD sisteminde sert bir ‘kuvvetler ayrılığı’ndan söz edilir. Ama bu üç kuvvet arasında ilişki olmadığı anlamına da gelmiyor. ABD Anayasası’na göre, başkan parlamentoya yasa teklifinde bulunamaz. Ama Başkan’ın bir partisi var ve gerekirse partisinin milletvekilleri yasayı Meclis’e sunabilir. Başkan ABD’de partisi üzerinden birçok yasa teklifini yasalaştırabilir.


       
       Öte yandan, yürütme yetkisi birçok atamalar yapmayı içeren bir yetkidir, başkan da atamalarında kendi kişisel takdirini kullanır. Fakat, ABD’de Başkan’ın atamaları büyük ölçüde senatonun onayına tabidir. Senato onaylamadan, hiçbir atama geçerlilik kazanmaz. Bakan atamalarında da, başkanın seçtiği şahıs, ancak senatodan onay alır ise bakanlık koltuğuna oturur.
       
       Defne Sarısoy: Bakan atamaları da parlamento dışından yapılıyor.
       Zafer Üskül:
Evet, hiçbir bakan Parlamento içinden olamaz. Bu da kuvvetler ayrılığının bir parçası, yoksa bakan kendi çıkardığı yasaya oy verirdi. Yürütme organında yer alan kişiler yasama organı içinde görev yapamıyor. Böyle bir ayrım var.
       Parlamenter sistemde, başkanın meclisi fesih yetkisi vardır. Meclisin de yürütme organının başı olan başkanı görevden düşürme yetkisi vardır. Başkanlık sisteminde bunlar yok. Başkan ile meclis arasındaki etkileşim, parlamenter sistemdeki kadar güçlü değil. Başkan meclisi feshedemez, meclis de başkanı görevinden uzaklaştıramaz. Bunun tek istisnası, başkanın suç işlemesi, o zaman senato, başkanı devirebilir ama onun dışında dokunamaz. ABD tarihinde en son olarak Nixon bu yolla görevinden uzaklaştırılmıştı. Bir suç söz konusu olduğunda senato, başkanı yargılayabilir ve azledebilir. Hatırlanacak olursa, Bill Clinton için de aynı süreç başlatılmıştı, fakat o beraat etmişti.
“Siyasi partilerin zayıfladığı bir ortamda, başkan elindeki yetkilerle tek adam sultasına daha da yakınlaşır. Muhalefetin güçsüzleştiği bir meclis ne kadar demokratiktir, tartışılır.”

       Anayasa bir iskelet gibidir. Anayasa bir yandan yurttaşla devlet arasındaki ilişkileri, diğer yandan da devletin organizasyonunu düzenler. Organlar hangi yetkilere sahip olacak, organlar arasındaki ilişkiler neler olacak, vesaire. Fakat yazılanlarla yaşananlar hiçbir zaman birebir denk düşmez. Aynı anayasa iki ayrı ülkede var olsa, ama örneğin siyasi parti sistemi farklı olsa, uygulama farklı olur. Seçim sistemi farklı olsa, keza yine uygulama farklı olur. Siyasal kültür, halk-devlet ilişkileri hep anayasanın uygulamasını ülkeden ülkeye farklılaştırır. Bu faktörleri dikkate almadan yapılacak karşılaştırma pratik olarak havada kalır. Aynı şekilde, herhangi bir ülkenin siyasal sistemini alıp, kendi ülkemize aktarma isteği bu faktörler dikkate alınmazsa, son derece olumsuz sonuçlar yaratabilir.
       
       Defne Sarısoy: ABD’de verimli çalışan bir sistem olduğunu söyleyebiliriz. Peki Türkiye’de aynı verimde çalışabileceğini söylemek mümkün mü?
       Zafer Üskül:
ABD’de sistem işliyor, ABD tarihinde de zaman zaman sorunlar çıkmıştıır. Uygulama açısından bakarsak, başkanlık sisteminin temelinde iki teorik sorun var: Bir; yürütmenin tek bir kişiye verilmesi diktatörlük eğilimini ortaya çıkarabilir. İki; muhalefet bu sistemde verimli olarak işlemez ve başkanı dengeleyecek unsurlar zayıf kalır.
       Birinciden başlarsak, başkanlar zaman zaman parlamentoyu dikkate almadan veya mecliste çoğunluğa sahipse, halkın isteklerine karşı düşen politikalar güdebilir. Basit tabiriyle, başkanlık sistemi, ‘kafasının dikine’ gidecek bir başkana daha fazla olanak sunuyor.


       
       
       Defne Sarısoy: Mesela Bush’un Irak’a savaş kararı almasını örnek gösterebiliriz.
       Zafer Üskül:
Gösterebiliriz. Tam tersini de görebiliriz, parlamento çoğunluğunun karşı partiden olduğu durumda da, başkanın eli kolu kitlenir. Başkan politikalarını uygulayabilmek için yasa çıkarmak istiyor ama karşı parti, mecliste çoğunluğa sahip ise yasaları çıkartamayabilir. ABD’de başkanın felç edildiği dönemler yaşanmıştır ve bunun çözümü sistemde yoktur.
       ABD’nin parti sistemi Kıta Avrupası ve Türkiye’den farklı. ABD’de disiplinli partiler yok ve güçlü sistemi temsil eden iki parti var. Partiler daha çok seçim dönemlerinde politika üretiyor, çoğu zaman konu tabanlı çalışıyorlar. Örneğin, kürtaj ile ilgili bir yasa çıkacaksa, örgütlenip yasamaya baskı kuruyor. Kamu görevlilerinin atanmalarına müdahale etmek için baskı kurarlar. Ama bizim alıştığımız gibi sürekli bir muhalefet kültürü ABD’de yok.
       Oysa siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurudur. Siyasal parti, ideolojisi ne olursa olsun siyasal elit ile halk arasındaki bağı kurar, halkın gündelik taleplerini yönetenlere yansıtır. Kendi değerlerini temsil ettiği zümrenin dileklerini dile getirir. Ama siyasi parti sistemi yoksa, ABD’de olduğu gibi, başkan kendi atadığı kadrolarla çalışır. Siyasi partilerin silindiği ve muhalefetin suskunlaştığı bir ortamda, başkan elindeki yetkilerle tek-adamlığa daha da yakınlaşır. Muhalefet ve siyasi partilerin zayıfladığı bir ortam ne kadar demokratiktir, tartışılır.
       
       Defne Sarısoy: Aslında başkanlık sistemi, muhalefetin etkisizleştirildiği, susturulduğu bir sistem olarak da görülebilir.
       Zafer Üskül:
Tabii, bir başkan hem başkan, hem de muhalefet olamaz. Yasaların yapılması sürecinde mecliste bir muhalefet söz konusu olabilir, ama asıl iş yürütmeye, yani uygulamaya muhalefet etmektir. Demokratik taleplerin asıl yürütmeye karşı dile getirilmesi esas muhalefettir. Böyle söz verdiniz ,böyle yaptınız gibi.
“ABD sisteminin uygulandığı Latin Amerika’da seçimle başa gelmiş başkanlar, yetkilerini artırmaya, meclisleri fesh ederek tek adam olmaya yöneldiler.”

        Halktan kopuk bir başkanlık iradesi, uygulamada istediğini yapabilir ama muhalefetsiz bir uygulama, eleştirilerin dile getirilemediği bir uygulama ne kadar demokratiktir. Muhalefetsizlik problemi başkanlık sistemlerinin ciddi bir handikapıdır ve ABD bu sorunu aşamıyor. Bugünlerde Bush yönetiminde şahit olduğumuz da başkanlık sisteminin sonucudur. Başkanlık sistemi Amerika kıtasında ve bazı Afrika ülkelerinde denendi. Latin Amerikalılar bunu uyguladılar ama hepsinde sorun çıktı. Başkanlık sisteminin Latin Amerika’da birbiri ardına diktatörleri yarattığına yakın tarihte tanık olduk. Seçimle gelmiş olsa dahi, başkanlar, yetkilerini daha da güçlendirmeye, meclisleri fesh ederek tek adam olmaya yöneldiler. Sistem bu tip başkanlara diktatörlüğün yolunu açtı.
       
       Defne Sarısoy: Başkanın yetkileri nerede başlar nerede biter diye soracak olursak, o yine başkanının inisiyatifine kalıyor bu durumda.
       Zafer Üskül:
Tabii. parlamentonun anayasa değişikliğinde hukuki gücü var. Bu sistem Latin Amerika’da kendini tüketti. Afrika ülkelerinde ise direkt olarak dikdatörlükle sonuçlandı. Şimdi Türkiye’ye gelirsek, 700 yıllık bir imparatorlukta padişahın mutlak otoritesini yaşamış bir toplumuz. Mutlakiyet rejimini cumhuriyetle aşmaya başlamış bir toplumuz. Seçmenlik tarihimiz topu topu 60 yıldan az, bir insan ömrü bile değil. Sonuç olarak Osmanlı kültürü ister istemez hâlâ mevcut siyasi kültürümüzün bir parçası. Toplumumuzda insanların tam olarak birey olduğunu söylemek henüz mümkün değil. Feodal düzen ülkenin önemli bir bölümünde hükümranlığını sürdürüyor, tarikatların varlığı da hepimizin bildiği bir gerçek. Bu otoriteler seçmeni yönlendiriyor. Parlamenter sistemde biz bunun yaralarını hâlâ kapatmaya çalışıyoruz. Tarikat şeyhlerinin veya feodal ağaların yönlendirmesi altındaki seçmenin özgür iradesinden söz etmek mümkün mü?


       
       
       Defne Sarısoy: Kaldı ki siyasi partilerimiz de zaten lider sultası altında, parti-içi bir demokrasiden bahsetmek zor Türkiye’de.
       Zafer Üskül:
Ne yazık ki. Partilerimizin içinde de demokratikleşme sorunları var. Bir siyasi parti içinde, liderliği ele geçiren kişi onu kaybetmemek için ne gerekiyorsa yapıyor. Şu anda CHP’nin içine düştüğü durum bunun somut bir göstergesi. Diğer partiler de bundan farksız. Böyle bir kültürde başkanın halk tarafından seçildiğini ve tek başına üllkeyi yönetmeye kalktığını düşünün. Herhalde bunun sonu ‘seçilmiş padişahlık’ olur. Başkanlık sistemi çok büyük bir risktir. Bu risk ABD’de dahi ortaya çıktı. Birçok ABD’li anayasa hukuku uzmanı başkanlık sisteminin diktatörlük eğilimini potansiyel olarak barındırdığını yazar.
       Şimdi potansiyel olarak diktatörlüğe yatkın bir rejimi alıp, bizim gibi demokratikleşmeyi henüz olgunlaştıramamış bir ülkeye adapte ettiğiniz zaman, ‘tek-adam’lık ciddi bir risk olur. O nedenle, kendi elinizle bir diktatör seçer hale gelirsiniz.
       
       Defne Sarısoy: Başkanlık sistemini Türkiye’ye adapte etmek için Anayasa’da ne gibi değişiklikler yapmak gerek?
       Zafer Üskül:
Başkanın halk tarafından doğrudan seçilmesini sağlayacak bir Anayasa değişikliği gerekir. Ama genel olarak milletvekili seçimleri nasıl olacak, başkanlık sistemini önerenler bunu açıklamıyor.
“Sorun seçim sistemindeyse, kanunda değişiklik yapılır. Siyasi partiler yasası değiştirilir. Ama seçimler koalisyon yaratıyor diye, topluca başkanlık sistemine geçmenin mantığı nedir?”

        Başkanlık için birden çok aday yarışır. Başkanın meşruiyetini sağlayabilmesi için yüzde 50’den fazla oy alması gerektiği düşünülür. O zaman iki turlu seçim sistemi olması gerekecek. İlk turda en çok oyu alan iki aday arasında ikinci tur düzenlenir. İkinci turda adaylardan biri mutlaka yüzde 50’den fazla oy alır. Ancak iki turlu seçime geçildiği zaman, başkanın meclisle ilişkileriyle ilgili bütün anayasa maddelerini değiştirmek gerekir. Örneğin, mevcut sistemde Cumhurbaşkanı’nın TBMM’yi dolaylı da olsa bir fesih yetkisi vardır. Anayasa’da ‘seçimlerin yenilenmesi’ adı altında geçer. Ama başkanlık rejiminde, başkanın meclisi fesih yetkisinin olmaması gerekir. TBMM’nin mevcut sistemde başbakan ve bakanlar üzerinde denetim yetkisi var; gensoru önergesi vererek, Meclis, görevini kötüye kullanan bakanı düşürebilir. Başkanlık sisteminde bunun da kaldırılması gerekecek.
       
TEK GÜVENCE YARGI
       Yasama bir yana, başkanlık sistemine geçişte yargı organıyla ilgili ne gibi değişiklikler yapılacak, bilemiyorum. Türkiye’de yargı organı sistem değişsin değişmesin, yeniden düzenlemeyi gerektiren bir alan. Başkanlık sisteminde halkın tek bir güvencesi var: Yargı organı. ABD’de de yargı organı esas olarak yurttaşın devlete karşı haklarını korumak için var. Ve bağımsız çalışıyor. Yargı bir yerde, biraz önce bahsettiğimiz başkanın güçlerini diktatöryel kullanmasının karşısında halkın kalkanıdır. Fakat, Türkiye’de yargının bağımsız olduğunu söylemek mümkün değil. Yargıyı mutlak surette bağımsız hale getirmek gerekir. Yargının bağımsızlığını yeniden kurmak için parlamenter sistemi değiştirmek şart değil. Mevcut sistem içinde de zaten yargının yasama veya yürütmeye boğun eğmesi kabul edilemez.
       T.C. Anayasası’nda yapılacak en önemli değişiklikler, başkanın yetkilerini belirlemeye yönelik olabilir. Başkan hangi alanda yetkileri kullanacak, örneğin savaş ilan edebilir mi? Antlaşmaları kim imzalar, TBMM mi yoksa başkan mı? Mevcut sistemde bu yetki, TBMM’de.
       Kanımca başkanlık sistemine geçişte, anayasanın temel haklar dışında kalan tüm bölümlerini ciddi bir biçimde baştan sona değiştirmek gerekir. Uzun bir süreç ve tek bir siyasi partinin bu değişikliklerin üstesinden gelebileceğini zannetmiyorum. Gerekli uzlaşma, mevcut TBMM’den çıkmaz. Tek bir partinin başkanlık sistemine geçiş için çalışması da kafalarda soru işareti yaratır.


       
       
       Defne Sarısoy: Başkanlık sistemini destekleyen başka hangi siyasi unsurlardan söz edebiliriz? Örneğin seçim sistemini ele alırsak, yüzde 10 barajın indirilmesi bir istikrarsızlık unsuru olabilir mi?
       Zafer Üskül:
Başkanlık sistemi isteyenlerin en sık dile getirdikleri tez, başkanlık sisteminin istikrar getireceği.
“700 yıllık Osmanlı’nın mutlakiyetçiliği mevcut siyasi varlığımızın bir parçası. Cumhuriyet ve demokrasiye henüz alışıyoruz. Tek adamlığa kayış her zaman bir risk.”

        Önümüzdeki dönemde parlamentonun çok ciddi bir çalışma takvimi var. AB ile müzakere sürecinde çok sayıda yasa değişikliği yapılacak, dolayısıyla hızlı çalışmak gerekecek. Elbette koalisyon hükümetleri böylesi süreçlerde tek başına iktidar hükümetlerine göre daha yavaş işler. Ama bir ülkede koalisyon demek, direkt olarak hükümet istikrarsızlığını doğurur diyemeyiz. Koalisyon kötüdür demek, teorik olarak güçlü bir argüman değil.
       DSP-ANAP-MHP hükümetinde salt AB süreci dikkate alındığında, koalisyonun oldukça uyumlu bir çalışmayla idam cezasını dahi kaldırabildiğini hatırlıyoruz.
       Bir siyasi partinin iktidara tek başına gelmesini sağlayan, seçim sistemi değildir. Bir siyasi parti halka umut veriyorsa, iyi bir alternatif sunuyorsa, seçim sistemi ne olursa olsun, iktidara gelebilir. Bunun en tipik örneği 1965 seçimleridir. 1965 seçimlerinde uygulanan nisbi temsil sisteminde en küçük oy bile değerlendirilmişti, her siyasi partinin oyu TBMM’ye yansımıştı. Buna rağmen Adalet Partisi yüzde 52 oyla tek başına iktidar olmuştu. Aynı şekilde AKP’nin 2002’deki başarısı. Mesele yüzde 5 veya yüzde 10 sorunu değil. Baraj olmasa da, bir parti tek başına iktidar olur ya da olamaz. Eğer seçim sisteminden kaynaklanan sorunlar varsa, seçim kanununda değişiklik yapılarak giderilir veya siyasi partiler kanunu değiştirilir. Ama seçimler koalisyon yaratıyor diye, parlamenter sistemi bırakıp başkanlık sistemine geçmenin mantığı nedir? Bunca yıldır iyi kötü öğrendiğimiz, sorunlar çıktıkça düzeltme becerisini de gösterdiğimiz bir sistemi terk edip, hiç bilmediğmiz ve bizim için tamamen bir bilinmezlik gösteren bir sisteme geçmek akılcı değil. İstikrar ararken, yeni istikrarsızlıkların kapısı açılabilir.
       
       Defne Sarısoy: Kaldı ki gelenekler, siyasi parti kültürü, yargının bağımsızlığı gibi sorunlar varken başkanlık sistemine geçiş pek de kolay olmayacak. AB ile müzakere sürecinde zaten hergün yeni bir değişiklik gündeme gelecek.
       Zafer Üskül:
Evet. O nedenle başkanlık tartışmasının neden ortaya atıldığını da anlamak zor.
“Cumhurbaşkanı ile uyumlu bir başbakan yeterince güçlü olur. Meclis’te çoğunluğa sahip, halkın desteğini arkasına almış bir AKP başkanlık sistemine neden gerek duysun?”

       AKP’nin böyle bir tartışmayı başlatması için herhangi somut bir neden yok. Zaten tek başına iktidardalar, büyük bir çoğunluğa sahipler, istedikleri bütün yasal düzenlemeleri yapıyorlar. Anayasayı değiştirme gücüne neredeyse tek başlarına sahipler. (Son durumda tek bir eksik kaldı) Üstelik seçimlere üç yıl olmasına karşın, kamuoyunun desteğini arkasına almış bir AKP var. Genel yargı; iyi iş yaptıkları ve gelecek seçimleri de kazanacakları yönünde. Böyle olumlu bir hava varken, neden AKP başkanlık sistemi tartışması başlatsın ki? İstikrar sorunu da yok.
       
       Defne Sarısoy: Bunu parlamenter sistemin işlediğine ait bir kanııt olarak mı görmek gerekir?
       Zafer Üskül:
İşliyor evet, halk çözümü sağlıyor. Başkanlık sistemi çift taraflı keskin kılıçtır. İki turlu seçim, ters de tepebilir. Şöyle düşünelim: AKP’nin yüzde 40 oyu var. Ama tek başına yüzde 50’nin üzerine çıkar mı çıkmaz mı o tartışmalı. Diyelim ki AKP yüzde 50’nin üzerinde oy alamayacak, onun karşısına çıkan bir aday, sadece AKP’nin adayı başkanlığı almasın diye tüm muhalefeti arkasına alabilir ve seçimi kazanabilir. Aslında yüzde 40’lık bir orana sahipken, birden bire muhalefete de düşebilir. Türkiye, oyların seçimden seçime, partiden partiye nasıl savrulduğunu iyi biliyor. Dolayısıyla, başkanlık sistemi iktidar için güvence olarak tasarlanabilir, ama iktidardan indirebilir de. Ben mevcut desteğe sahip AKP için başkanlık tartışmalarını rasyonel görmüyorum. Türkiye’nin buna ihtiyacı olmadığını düşünüyorum.
       AKP muhtemelen Cumhurbaşkanı Sezer’den şikayetçi. Çünkü önem verdiği birçok yasa Çankaya’dan geri döndü. Ama bu normal, eğer Anayasa’ya aykırılık varsa, Cumhurbaşkanı bunları geri gönderecek.

       Cumhurbaşkanı, anayasanın güvencesidir. Ama cumhurbaşkanının yetkileri azaltılabilir. Anayasa’da zaten temel haklarla özgürlüklerle ilgili değişiklikler yapıldı, ama devletin yapısıyla ilgili değişikliklere henüz girişilemedi. Bazı değişiklikler yapılabilir. Seçim kanunu ve siyasi partiler kanununun mutlaka düzeltilmesi gerekiyor. Ben parlamenter sistemin daha sağlıklı işleyeceği kanaatindeyim ve yetkileri sembolik düzeye indirilecek bir cumhurbaşkanıyla çalışacak başbakanın çok güçlü bir başbakan olacağını düşünüyorum. Hele TBMM’de de çoğunluğa sahip olduktan sonra, daha ne istiyorlar ki.
       
 
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları