Konu:
İlaçta sahte belge skandalı
Konuklar: Türk Eczacıları Birliği Genel Başkanı Mehmet Domaç, Türkiye
Klinik Farmakoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Cankat Tulunay, Sağlık Bakanlığı
eski Müsteşarı - Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilimdalı
Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sefer Aycan, Türk Farmakoloji Derneği Yönetim Kurulu
Üyesi - Hacettepe Ün. Tıp Fakültesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Müdürü
Prof. Dr. Hakan Orer
Erdoğan Aktaş:
Türk ilaç sektörü haftasonunda bu yana büyük bir skandalla çalkalanıyor.
Bazı yerli ilaç firmalarının yurtdışındaki orijinalleri kopya ederek ürettikleri
çok kullanılan antibiyotik ve tansiyon ilaçlarının denklik raporlarının
sahte olduukları ortaya çıktı... Şu anda piyasada olan ve uzun süredir
hastaların kullandığı bu ilaçların işe yarayıp yaramadıkları tartışma
konusu... İlaçla sahte belge tartışmasını Yakın Plan'a alıyoruz.. Önce
bir grup bilimadamının yazdığı farmamedya com sitesinde, ardından vatan
gazetesinde yer alan habere göre konunun özü şu: ilaç sektöründe, yurtdışında
üretilen ilaçların kopyaları üretilir... Bu ucuz ilaç açısından önemlidir.
Ancak üretilen ilaçların, gerçeğiyle aynı derecede tedavi etkisi olup
olmadığı için de bir rapor verilir... İşte tartışma bu noktada... Önce
haberimizi izleyelim, ardından, milyonlarca insanın sağılığını ve ilaç
sektörünen durumunu yakından ilgilendiren bu konuyu konuklarımızla değerlendireceğiz...
"Bazı ilaç
firmalarının yurtdışındaki orijinallerinden kopyaladıkları bazı antabiyotik
ve tansiyon ilaçları hemen piyasaya verilemiyor...çünkü bunun için ilaçlara
"biyoeşdeğerlilik belgesi" verilmesi gerekiyor...yani kopyalanan
ilacın orjinaliyle aynı etkiye sahip olduğunun belgelenmesi şartı var...ve
bu belgeyi yurtdışındaki laboratuvarlar veriyor...ve bunun için de en
az 80 bin dolar ücret alıyorlar...tabi bütün bunlar Türkiye cumhuriyeti
devleti'nin izniyle yapılıyor...yurtdışındani gelen bu "biyoeşdeğerlilik
belgeleri "önce Türkiye'deki bir komisyon tarafından denetleniyor...bu
komisyonda sekiz bilimadamı var...ve işte söz konusu skandal iddiası da
bu sekiz kişilik komisyon tarafından ortaya çıkarılıyor...vatan gazetesi'nin
habearine göre komisyon 23 haziran 2003 tarihli toplantısında deva ilaç'a
ait devasid 750,mustafa nevzat ilaç'a ait ampisid 750 adlı iki antibiyotiğin
biyaeşdeğerlilik raporunun birbirinin aynısı olduğunu tespit ediyor...bu
raporları isviçre lugano'daki Allpharma laboratuvarı hazırladığı için
komisyon bu firmanın diğer raporlarını da mercek altına alıyor..yapılan
araştırmalar sonunda 7 ayrı raporun birbirinin aynısı olduğu ortaya çıkıyor...komisyon
bu raporların kopya olduğunu ortaya çıkarıyor. Aalpharma'nın müdürü Türkiye'ye
çağrılıyor...o da "2003 başında bilgisayarlarımıza virüs girdi,,bu
virüs dosyaları kopyalamış" diyor...ama işin öyle olmadığını yine
komisyon ortaya çıkarıyor...çünkü haziran 2000'deki bir raporun da kopya
olduğu anlaşılıyor...ve dahası son raporların Allpharma'nın eski raporlarından
değil de, Calao isimli bir başka laboratuvardan kopyalandığı belirleniyor...tüm
bu tespitleri biyoeşdeğerlilik komisyonu alpharma'nın itiraf belgeliriyle
birlikte bakanlığa gönderiyor...ama bakanlığın bu konuda hiçbir çalışma
yapmadığı iddia ediliyor...ve komisyon bunun üzerine 2 mart 2004'te şu
raporu hazırlıyor...
(23 haziran 2003'ten bu yana geçen sürede komisyonumuzun Allpharma ve
ilgili kuruluşlarca yapılan ve bakanlığa sunulan biyoyararlınım-biyoeşdeğerlilik
dosyalarının hiçbir şekilde güver telkin etmediği,olayın gelişimi ve gidişatı
dikkate alındığında komisyonumuzca bilimsel olarak değerlendirilmesinin
mümkün olmadığı kanaatine varılmıştır... Allpharma'da yapılmış olan çalışmalara
dayandırılan tüm bu dosyaların sertifikalarının gözden geçirilmesi,olay
hakkında kapsamlı araştırmalar yapılması önerilmektedir...)
Sekiz profesörün imzasını taşıyan bu raporun ardından bakanlığın bu olayı
örtbas etmek istediği iddia ediliyor ve komisyon üyeleri topluca istifa
ediyor...ve bütün bu anlatılanlar,,,iddialar doğruysa eğer, Türkiye insan
sağlığını hiçe sayan bir skandala daha imza atmış oluyor...işini maddi
boyutu da rakamlar bazında olrukça çarpıcı: denklik raporu bulunmayan,,,yani
sahte raporla satılan bu ilaçlardan bazılarının 2003 yılındaki toplam
satışı 173 milyon doları,,yani 260 trilyon lirayı buluyor...ve bize gelen
bilgileri göre bu ilaçların bazıları yeniden test ediliyor ve üretelip
satışa sunulmuyor."
Erdoğan Aktaş:
İliç sahte belge skandalını yakın plan'a almak için, ilgili tarafları
aradık... İdidalarda adı geçen ilaç firmaları, bir açıklama yapmak üzere
taplıntıları hala sürüyor... Bugün veya yarın kendi örgütleri aracılığıyla
bir açıklama yapacaklar... Ayrıca yayanımıza katılmaları için sağlık bakanlığı
yetkililerini aradık... Müsteşar nejdet ünüvar, konuyla ilgili soruşturma
sürdüğü için yayına katılmanın hukuki açıdan doğru olmadığın söyledi.
Biyoeşdeğerlilik komisyonunda imzası bulunan isimlerden bazılarına da
ulaştık, açıklama yapmak istemediklerini ifade ettiler... Konuyla ilgili
olarak iki konuğumuz var... Türk eczacıları birliği genel başkanı mehmet
domaç ve Türkiye Klinik Farmakoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Cankat tulunay
konuğumuz olacak Sağlık Bakanlığı eski Müsteşarı - Gazi Üniversitesi Tıp
Fakültesi Halk Sağlığı Anabilimdalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sefer Aycan
ve Türk Farmakoloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve Hacettepe Üniversitesi
Tıp Fakültesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Hakan Orer telefonla
yayınımıza katılacak...Önce bu konuyla ilgili olarak farmamedya.com sitesinde
yazılar yazan prof. Dr. Cankat Tulunay'a dönelim... Cankat bey denklik
raporu ile ilgili tartışmalar ve detayları da soracağım... Ancak bu haberleri
izleyen çok sayıda insan, sözkonusu ilaçların etkisini merak ediyor...
Bu kopya ileçların tedavi etkisi üzerine ya da belki yan etkisi üzerine
neler söylenebilir?
Cankat Tulunay:
Terminolojiyi doğru kullanalım. Kopya ilaç başka, jenerik ilaç başka,
burada. Bir ilacın patent süresi dolmadan ortaya çıkartılan ilaçlara kopya
veya korsan ilaç diyoruz. Patent süresi dolduktan sonra yapılan ilaçlara
ise jenerik ilaç diyoruz. Bu iki şeyi ayıralım. Çünkü bunların içinde
jenerik ilaçlar da var, kopya ilaçlar da var. Kopyanın affedilecek, konuşulacak
hiçbir şeyi yok. İkincisi, sorumluluk Sağlık Bakanlığı değil, ilaç ve
eczacılık genel müdürlüğüne aittir. Sağlık Bakanlığı, gereken tedbirleri
zamanında almış, tatkikatları başlatmış. Bu tabi, aybersin daha ucu. Bu
firmanın dışında da gerek yerli gerek yabancı yapılan biyoeşdeğerlilik
çalışmalarında bazı sorunlar olduğu çoktandır bilimsel çevrelerde konuşulmakta.
Bu bakımdan bakanlığın bütün dosyaları açıklaması gerekir. Bütün dosyaların
gözden geçirilmesi, bütün dosyaların açıklanması gerekir. Çünkü hiç kimsenin
insan hayatıyla oynamaya hakkı yoktur. Biyoeşdeğerlilik, ilaçtaki son
kalite göstergesidir. Ve bu yapılmadan ilacın kalitesi hakkında biz bir
şey söyleyemeyiz. Nasıl depreme uygun yapılmayan evlere ruhsatlar verilmişse,
burada da kalitesi belli olmayan ilaçlara maalesef ruhsatlar verilmiştir.
Ama söylediğim gibi bu aysbergin daha ucudur. Bunun dışında maalesef ilaç
ve eczacılık genel müdürlüğü çok duyarsız olarak tenkitlere kapılarını
kapatmıştır. Yalnız sahte biyoeşdeğerlilik raporları değil, bugün Türkiye'de
sahte prospektüsler de dolaşmaktadır. Hiçbir ülkede olmayan prospektüsler,
Sağlık Bakanlığı tarafından onay almakta, bilinmeyen kullanım yerlerinde
kullandırılmakta ve bunun parası da devlet tarafından ödenmektedir. Bu
da çok büyük bir ayıp ve utanç vesilesidir.
Erdoğan Aktaş:
Sahte prospektüs, konunun biraz daha ileri tarafı oluyor. Bu konuyu
biraz daha açar mısınız?
Cankat Tulunay:
Orijinal ilacın, orijinal ülkesinde olmayan kullanım yerleri Türkiye'de
yazılmaktadır. Hatta öyle ki, doğru dürüst yayın bile bulunmayan endikasyonlar,
bu ilaçlara verilmektedir. Bunlardan bir tanesi, mesela son günlerde piyasaya
çıkan vayoks 50 mg'dır. Bunun 25 mg'ıyla 50 mg'ın prospektüsü birbirinden
farklıdır. Orijini olan ABD'de Türkiye'deki endikasyonları yoktur. Orijinalinde
yazılan bazı ifadeler türkçesinde yoktur. Bu bakımdan bunlar bizim için
uygunsuz prospektüslerdir. Bunların da derhal düzeltilmesi gerekiyor.
Çünkü bu ilaçlara trilyonlarca lira veriliyor. Ve Türkiye'nin çok büyük
ekonomik kayıpları oluyor. Eğer Türkiye, bunları düzenlerse, hiç abartmadan
iddia ediyoruz ki 1 milyar dolar tasarrufu çok rahatlıkla yapabiliriz.
Erdoğan Aktaş:
Bu prospektüs konusu bir zincirse, halkalarını da iyi belirlemek gerekiyor.
Kim ne şekilde ve nasıl kar elde ediyor ki, prospektüste sizin sözünü
ettiğiniz yolsuzluklar yapılıyor?
Cankat Tulunay:
Bunma yolsuzluk veya usulsüzlük diyebilirsiniz. Veya uygunsuz prospektüs
diyebilirsiniz. Dünyanın hiçbir yerinde olmayan endikasyonlar, Türkiye'de
prospektüslerde yazılmakta. Bu daha önceden de oldu, şimdi de oluyor.
Ve bunun hakkında bir ayı geçkin süredir ilaç ve eczacılık il genel müdürlüğüne
verdiğimiz dilekçenin cevabını bile alamadık. Bu bakımdan bütün sorun
ilaç ve eczacılık genel müdürlüğünde yatmakta.
Erdoğan Aktaş:
Sayın Mehmet Domaç, bütün sektörü çok yakından ilgilendiren bir tartışma
var. Gerçi tartışmanın ucu eskilere de dayanıyor. Daha önceden biyoeşdeğerlilik
konusunda bir takım tartışmalar yaşanmıştı. Fakat ortada ciddi bir durum
var. Bütün sektörü karıştıran ya da canını sıkan ya da zor durumda bırakan
bir takım gelişmeler olarak da değerlendirilebilir. Peki, bu aşamada eczacılar
ne yapmalı? Çünkü söz konusu ilaçların verilen tanı için tedavi edici
özelliği olup olmadığı bile tartışma konusu.
Mehmet Domaç: Bu
konuda eczacıların yapacağı bir şey yok. Çünkü, sağlık bakanlığı biyoeşdeğerliliği
olmayan ilaçların listesini yayınladı. Biyoeşdeğerli olmayan ilaçlar halen
SSK ve Bağkur tarafından satın alınıyor. Yalnız konsolide bütçe ve emekli
sandığına verilmiyor. Diğer kurumlar bu bizi ilgilendirmez diyorlar. Burada
şöyle bir durum var. 1994 yılında çıktı, Türkiye'de biyoeşdeğerlilik yönetmeliği.
Daha önce Türkiye'de biyoeşdeğerlilik yönetmeliği yoktu. 10 yıllık bir
süreçtir. Bu 10 yıllık süreç içerisinde ilaçların büyük bir kısmının biyoeşdeğerliliği
yapıldı. 10 yıl önce Türkiye'de biyoeşdeğerliliği yapılmış ilaç yoktu.
Dolayısıylla Türk halkı o zaman da tedavi oluyordu veya olamıyordu. Ama
şimdi 10 yıl içerisinde ki yaklaşık 2000 yılında biyoeşdeğerlilik çalışmalarının
yapılması hızlanmıştır. Yaklaşık 4 yıl, 5 yıl içerisinde ilaçların yüzde
70'inin hatta 75'inin biyoeşdeğerliliği yapılmıştır. Şimdi biz, burada
bazı firmaların biyoeşdeğerliliğinin sahte olduğunu.. yani bunun adına
masa üstü denir. Bir denek kullanmadan, başka denekler üzerinden hareketle
yapılan çalışmalar bunlar. Daha önce de dünyada bunun örnekleri görülmüştür.
Önüne geçilmesi için çabalar harcanmıştır. Türkiye, bu işte maalesef yurtdışındaki
hiçbir biyoeşdeğerlilik yapan firmayı şimdiye kadar denetlememiştir. Denetleme
hakkı vardır, gidip görme hakkı vardır. Türkiye'de denetçiler bunu yapmak
zorundadırlar. Ayrıca Türkiye, biyoeşdeğerlilik çalışmaları yapan kuruluşlar
çok azdır. Bu kuruluşların desteklenmesi gerekir. Ayrıca bu kuruluşları
Sağlık Bakanlığı yetkilileri gelip, denetlemektedirler. Ayrıca, rapor
sonuçlarını bir biyoeşdeğerlilik komisyonu hızla denetlemelidir. Gecikmeden,
bir an önce hareket etmelidir ve tüm biyoeşdeğerlilik çalışmalarını gözden
geçirmelidir. Bugüne kadar biyoeşdeğerlilik çalışmaları Türkiye'de sağlık
bakanlığının ve biyoeşdeğerlilik yaptıran ve yapan firma arasında kalan
bir çalışma biçimidir. Bundan sonra sağlık bakanlığı yeni bir yönetmelik
değişikliği yapmaktadır. Bu yönetmelik değişikliği sırasında bunlar, sağlık
bakanlığının izniyle açıklanabilir hale getirilebilir. Ama burada çok
önemli bir kural vardır. Biyoeşdeğerlik çalışmaları yapılırken, bazı konular
da biyoeşdeğerlilik çalışmasını yapan kuruluşlar tarafından bulunmakta,
onlar tarafından ortaya çıkartılmaktadır. Ortaya çıkartılan bilgiler,
bunu yaptıran firma tarafından izin verilerek ancak açıklanabilir. Firma
izin vermezse hiç kimse bu açıklamayı yapamaz, sağlık bakanlığı dışında.
Sağlık bakanlığı bunu yapabilir. Şimdi dünyada her ülkede bir eşdeğerlilik
çalışması yapılmıyor. Gelişmiş ülkelerde yapılıyor. Bir takım bu işte
uzmanlaşan ülkelerde yapılıyor. Türkiye'de de yeni yapılmaya başlandı.
Türkiye'de yeni yapılmaya başlanmasının nedeni de bu konuda çok gecikmiş
olunması, yatırım yapılmamış olmasıdır. Şimdi bu ilaçlar kullanıldığı
zaman ne olur? Bu ilaçlar kullanıldığında hiçbir şey olmaz. 1994 yılından
önce kullanılırken birşey olmadığı gibi bu ilaçlar kullanıldığında bir
şey olmaz. Ama biyoeşdeğerlilik çalışması yapılmayan ilaçların, biyoeşdeğerlilik
yönetmeliğine göre kullanılmaması lazım.
Erdoğan Aktaş:
Bir şey olmayacağından nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?
Mehmet Domaç: 1994
yılında biyoeşdeğerlilik yönetmeliği Türkiye'de çıktı. 2000 yılında biyoeşdeğerlilik
çalışması yapılmaya başlandı. Şimdi 2000 yılına kadar hiçbir ilacın biyoeşdeğerliliği
olmadan bu ülkede kullanıldı. Diyorum ki, bu çalışmaların derhal yapılması
ve uygulanması lazım. Ama ben, şunu da söylüyorum. Bu ilaçlar, halen kullanılıyor.
Bağkur ve SSK'da hala kullanılıyor. Bağkur ve SSK'da kullanılmasının önlenmesi
gerekir. Diğerlerinin de önlenmesi gerekir. Ama bu önlenmediği takdirde
de 2000 yılına kadar kullanılan ilaçlar kişilere zarar veriyorduysa, bu
ülkenin sağlık otoritesi ve bilimadamları bunu ispatlamak zorundaydılar.
Erdoğan Aktaş:
Bu ilaçlar tedavi amaçlı kullanılıyor. Tedavi edilmediğine göre kandırmaca
ve sahtekarlık var. Halk tedavi olmak için doktorun önerdiği bu ilaçları
aldığında demek boşuna alıyor. Yani o ilacı yutacağına leblebi yutsa daha
mı iyi?
Mehmet Domaç: Hayır,
böyle bir şey söz konusu değil. Tedavi edilmiyor demek, bunun biyoeşdeğer
olmadığını gösterip, onun etki etmediğini ortaya çıkarmakla mümkün. Biyoeşdeğer
olmadığını ispat edip, onu ortaya çıkarmakla mümkün. Şöyle söylüyorum.
2000 yılına kadar Türkiye'de biyoeşdeğerliliği olan jenerik ilaç yoktur.
Ve bunlar Türkiye'de kullanılıyordu ve halen kullanılıyorlar. Dolayısıyla
bunun zarar verdiğini, sağlık otoritesinin ve bilimadamlarının ispatlaması
gerekir.
Cankat Tulunay:
Bilimadamı olarak bunlara katılamam. Bir zamanlar bu ülkede radyasyonlu
çay da içirildi. Radyasyonun zararı yoktur diye. Bu bakımdan biyoeşdeğerliliği
bir ilaç insanda kullanılamaz, bu cinayettir. Ne cevap vereceğini bilmiyorsunuz.
Bir tansiyon ilacını düşünün ki, eğen içindeki etken maddesi, kana geçişi
vs bozuksa, siz bunu nasıl kullanırsınız. Daha önceden olup olmaması bunun
bir bahanesi değildir. Bunun standartları konulmuştur, bu standartlara
uymak zorundayız. Biyoeşdeğerliliği bozuk olan ilaç kullanılamaz. Bunun
hiçbir bilimsel izahı yoktur. Bu kadar kesindir.
Erdoğan Aktaş:
Sağlık Bakanlığı eski Müsteşarı Doç. Dr. Sefer Aycan, telefon hattımızda.
Sefer bey, sizin sağlık bakanlığında görev yaptığınız dönemde ki, tartışılanlardan
gördüğümüz kadarıyla daha önceki dönemlerde de benzer tartışmalar. Biyoeşdeğerliliği
konuşuyoruz. Cankat Tulunay, prospektüsle ilgili çok ilginç bir konuyu
daha ortaya attı. Söz konusu eşdeğerlilik raporları Sağlık Bakanlığında
nasıl takip edilir? İşlemler nasıl uygulanılır? Sizin döneminizde bu konu
tartışmaya getirildi mi? Geldiyse neler söylendi?
Sefer Aycan: Bu
çalışmalar bizim dönemimizde, 2000 başlatıldı. Ve daha önce biyoeşdeğerlilik
çalışmaları yapılmamıştı. Ya da bunun kanıtlanması istenmemişti. 2000
yılından itibaren biz iki yıllık süre içerisinde eşdeğerliliği kanıtlanmamış
ilaçlardan biyoeşdeğerliliğin kanıtlanmasını istedik. Bu çalışmayı doğru
buluyorum. Yani, biz jenerik ilaçtan yanayız ama bu jenerik ilacın biyo
yararlarının ve biyoeşdeğerlerinin kanıtlanmış olması lazım. Onun için
yeni başlatılmış bir çalışmaydı, şu zamana kadar bitirilmesi gerekiyordu.
İzlediğimiz kadarıyla halen bitirilmedi. Bazı ilaçların biyoeşdeğerliliğin
raporları ya da kanıtlanmamış durumda.
Erdoğan Aktaş:
Biyoeşdeğerliliğin kanıtlanması bir yana biyoeşdeğerli olduğuna dair
raporun sahte olduğu da ifade ediliyor. Bunu nasıl yorumlarsınız?
Sefer Aycan: Maalesef
ülkemizde biyoeşdeğerlilik çalışmaları yeteri kadar yapılmıyor. Üniversitelerimiz
bu anlamda yeteri kadar kapasite oluşturmadı. Yoğun bir talep olunca,
bu tür çalışmaların yapılması istendi. Orada bir boşluk var. Böyle bir
duyum var ama ne kadar doğrudur bilemiyorum ama bu y ada başka bir ilaca
ait raporların başka bir ilaç tarafından kullanıldığı söyleniyor. Detayını
bilemiyorum.
Erdoğan Aktaş:
Sefer bey çok teşekkür ediyorum. Telefon hattımızda bir başka konuğumuz
daha var. Türk Farmakoloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Hakan
Orer. Hakan Bey, sizin derneğinizin de üyeleri olan kurul üyeleri, bir
şekilde tartışmaya neden olan uygulamayı ortaya çıkardı. Birkaç çelişki
aklıma geliyor. Konuşulanlardan ortaya konulan şu. Biyoeşdeğerlilik raporu
alınması lazım. Fakat tartıştığımız konu da biyoeşdeğerlilik raporunun
sahte olduğu. Bu çelişki nasıl ortadan kaldırılır? Bir vatandaş olarak
başka ilaçlara benzer rapor verildiyse, bunun da sahte olup olmadığından
şüphe duymamız gerekir mi?
Hakan Orer: Açıkçası
bir raporun sahte olup olmadığı bir çok yöntem kullanılarak anlaşılabilir.
Yani, çok profesyonelce yapılmış sahtekarlıkları bile yüksek derece profesyonel
istatistik yöntemler kullanarak, oldukça iyi bir şekilde ortaya çıkarmak
mümkün. Kaldı ki, burada söz konusu olan sahtekarlık konusu olan şeylerin,
çok daha kaba yöntemler kullanılarak yapılmış olması gibi bir durum söz
konusu. Gazetelerde bile yazıldığı kadarıyla kolay anlaşılabilecek şekilde.
Sonuçta mali yolsuzluklar gibi orta yolsuzlukları gibi bu tür yolsuzlukları
ve nasıl yapılacağını inceleyen klasik yöntemler var. Burada önemli olan
konu, yanlış yapılmış ya da sahtekarlık sebebiyle yapılmış - henüz ne
olduğunu bilmiyoruz - konularda bunu ortaya çıkarabilecek yöntemlerin
varlığını tartışmanızın bir anlamı yok. Çünkü teknik olarak bunların yapılabileceğini,
olduğunu söylüyoruz. Önemli olan bu konuda ne tür bir isteğimiz var ve
biz hangi sorunu çözüyoruz diye bakmakta fayda var. Şimdi biraz önce gayet
ilginç konuşmalar oldu. Hocamın söylediği gibi kopya ilaçla jenerik ilacı
ayırmak lazım. Türkiye'de tabi ki belli bir zamana kadar hepsi kopya edilmiş
olabilir, mevzuatlardaki eksiklikler nedeniyle yapılmış olabilir. Yani,
hiçbir kötü niyet aramadan bunu söylüyorum. Ama belli bir noktadan sonra
eğer biz bu ilaçlarda belli bir standart ve güvenilir jenerik ilaç üretimine
geçmeyi düşünüyorsak, buna uygun imkanları da sağlamamız lazım. Yani,
biz sadece yönetmelikler ve yazılar yazarak bu sorunları çözmemiz mümkün
değil. Bunları uygulayabilecek yetenekte kurumlar kurmamız lazım. Bunları
uygulayabilecek nitelikte insanların eline yeterince güçlü araçlar verebilmemiz
lazım ki, bunlar bakılsın. Bir tek molekül için bugün 80-100 bin dolar
civarındaysa masrafı oluyorsa, bunun da jenerik olup olmadığının kontrolü
için de devletin kendi bütçesinde bu konuda ciddi bir kaynak ayırması
lazım. Bunlar sadece bir takım öğretim üyesi arkadaşlarımızın gönüllü
olarak yapabileceği hizmetler şeklinde verildiği sürece, ben sorunun çözülebileceğini
zannetmiyorum.
Erdoğan Aktaş:
Burada görev sağlık bakanlığının mı diyorsunuz?
Hakan Orer:
Tabi ki sağlık bakanlığı derken, sağlık otoritesinin demek lazım. Bu iş
bir çok ülkede, özerk nitelikteki ilaç kurumları tarafından yürütülüyor.
Türkiye'de öyle bir kurum yok. Türkiye'de sadece genel müdürlük çerçevesinde
bu işler oluyor.
Erdoğan Aktaş:
Hakan Bey teşekkürler. Cankat Bey, burada tartışılan konularda yine
kavram kargaşası yaşanmasın diye iki ayrı noktadan bakılması gerektiğine
inanıyorum. Bir, biyoeşdeğerlilik raporunun alınması, iki, mevcut biyoeşdeğerlilik
raporlarının sahte olup olmadığı... Söz konusu habere konu olan olayda
mevcut raporların sahte olduğu ifade ediliyor. Ve iki konu arasında ikisi
de büyük sorun olmakla birlikte dağlar kadar fark var. Her iki konuya
nasıl yaklaşmak gerekir?
Cankat Tulunay:
Biyo yararlarının biyoeşdeğerlilik kavramını Türkiye'nin gündemine
sokan kişi benim. 1975'ten itibaren buna gönül koyduk. 1975 yılından beri
uğraşıyoruz. 20 senemizi aldı, bunu sağlık bakanlığına kabul ettirmek.
Daha sonra yönetmelik çıkmadan Türkiye'nin ilk biyoeşdeğerlilik çalışmalarını
yapan kişi benim. Bizim grubumuzda sekiz tane çalışma yapıldı. Maalesef
o zamanki bazı idareciler başkalarına rant sağlamak için bizim biyoeşdeğerlilik
çalışmalarımızı durdurdular. Ama bu arada bizim yaptığımız biyoeşdeğerlilik
çalışmasıyla Avrupa'da ruhsat alan ilaç firmaları oldu. Uluslararası tanınan
bir ruhsat aldılar, Avrupa Birliği'nde, İngiltere'de ruhsat aldılar, ilaçlarına.
Gayet tabi ki üniversitelerin bunda öncülük yapması gerekir. Bu arada
siaro dediğimiz ticari kuruluşlar da bütün dünyada olduğu gibi çalışabilir.
Bunların bir denetime girmesi lazım. Biyoeşdeğerliliğin esas amacı bir
yerde de geri ödemeyi esas teşkil eder. Dünyanın hiçbir yerinde biyoeşdeğerliliği
ispat edilmemiş ilaçlar sosyal sigorta kurumları tarafından geri ödenmez.
Yani, ilaçların değiştirilmesinin, birbirinin yerine verilmesinin kriterlerinden
birisi bunların biyoeşdeğer olduğunun gösterilmesidir. Biraz önce sayın
başkan da söyledi, emekli sandığı buna dikkat ediyor, ama Bağkur ve SSK
önüne gelen ilacı alıyor. Ölür mü, ölmez. Herbir eşdeğer olmayan ilacı
alan ölmez. Ama bunların arasında bir kişi bile ölürse, bunun sorumluluğu
kime ait olacaktır. Eğer ilacın içinde yeteri kadar etken madde yoksa,
eğer ilaç uygun bir şekilde yapılmamışsa, niye biz bu kontrolları istiyoruz.
Neden mesela Türkiye'de bazı şeyleri alırken TSE damgası arıyorsunuz.
Ama aynı şeyin çok daha ucuzu, damgasız olanı da var. TSE damgası neyse,
biyoeşdeğerlilik bir yerde ilaçta bunu gösterir. Devletin bu ilacın kullanılabilmesi
için garanti verdiğini gösterir. Firmanın garantisini gösterir, benim
ilacım orijinaliyle aynı kalitede, aynı etkinliktedir demesini gösterir.
Bunlar olmadan, biz bilim adamı olarak ilacın rastgele kullanılmasına
karşıyız.
Erdoğan Aktaş:
Mehmet Bey, sanıyorum sizi çok yakından ilgilendiren bir durum söz
konusu. Cankat hocanın ifade ettiği prospektüsle ilgili uygulamalar. Tabi
ki bu uygulamanın sorumlusu ya da o alanda çözüm üretmesi gereken merci
siz değilsiniz ama o prospektüs sizlere geliyor ve sizin sektörünüzde
dağıtılıyor ve uygulama yapılıyor. Gerçekten böyle bir sorun varsa nasıl
atmak gerekir?
Mehmet Domaç: Türkiye'de
biyoeşdeğerlilik yapılması konusunda çok girişimler oldu. İlk defa Türkiye'de
teknoloji geliştirme vakfı, Türk Eczacıları vakfı, Tüm ecza kooperatifleri
bir büyük araştırma merkezi kurdu ve bu işi Türkiye'de yapmaya başladı,
yaklaşık 4.5 yıldır çaba harcıyor. Çok zahmetli çok sıkıntılı bir iş.
Çok üzerinde durulması gereken bir iş. Ve önemli bir nokta da çok gizli
bir iş. Çünkü bunun kendi kuralları var. Dolayısıyla böyle bir yapı kurdular
ve çalışmayı devam ettiriyorlar. Buna benzer çalışmaların Türkiye'de yapılması
ve geliştirilmesi gerekiyor. Yani Türkiye'de ilaç arge'sine yatırım yapılması
ve sürekli geliştirilmesi gerekeiyor. Bu üniversiteler olur, sağlık bakanlığı
olur, tüm kurumlar yanyana gelirler, bu yapıyı geliştirebilirler. Bugünkü
çektiğimiz sıkıntı oradadır.Denetleyemediğimiz ülkelerde çalışma yaptırıyorsunuz.
Ve o ülkelerdeki çalışmalar size yanlış geliyor. Yanlış geldiği zaman
da gidip o ülkeleri tekrar denetleyemiyorsunuz. Dolayısıyla bir sıkıntı
ortaya çıkıyor. Gelelim prospektüs sorununa. Bu sorunun da bugünün sorunu
değildir. Yaklaşık otuz yıldır devam eden bir sorundur. Uluslararası ilaç
firmaları az gelişmiş ülkelerde farklı endikasyonlar ortaya koyarlar.
Gelişmiş ülkelerde farklı endikasyonlar ortaya koyarlar. Çünkü ilaç bulmak
zor bir iştir. İlacın çok daha geniş bir alana etki etmesini isterler.
Tamamen ticari kaygıyla. Türkiye'nin sağlık otoritesi bunu denetleyecek.
Türkiye'nin bu konudaki uzman kuruluşları yani bu uzman kurullar, özellikle
üniversitelerin ilaçla ilgili farmakoloji bölümleri, anabilim dalları
buna bakacaklar, inceleyecek. Bu arada tabi bizim gibi kuruluşlar da ilgilenecek.
Biz, nitekim bu tür işler için, Türk Eczacılar Birliği'nin sitesine geri
bildirim için farklı etkilerde ve ters etkilerde formlar koyduk. Bize
gelen bilgileri de Sağlık Bakanlığına gönderiyoruz bu konuda. Bunun geniş
bir hekim kitlesi tarafından ve eczacı kitlesi tarafındna yapılması gerekiyor
ki biz bu bilgileri hem kamuoyuyla paylaşalım hem de Sağlık Bakanlığı'yla
paylaşalım. Buradaki hassasiyetimiz şu; yanlış eksik bir endikasyonla
hastaların boşa ilaç kullanmısını engellemek lazım. Veya yanlış eksik
bir endikasyonla hastalar tedavi oluyor izlenimini edinmemeliler. Dolayısıyla
bunu sıkıca az önce söylediğim kurumlar ve bizim tarafımızdan da takip
edilmesi tüm hekimler tarafından takip edilmesi gerekiyor. Burada şunu
söylemek istiyorum; yine konumuz olan....ilgili derhal Sağlık Bakanlığı
bunu incelettirip kamuoyunda kimin eksikliği ve yanlışlığı varsa bunu
ortaya çıkarmalı ve bunun sonuçlarını kamuoyuyla paylaşmalı ve bundan
böyle bir daha böyle bir olgunun ortaya çıkmaması için de önlem almalı.
Bu önlemleri alanın uzmanlarıyla birlikte tatışabilir ve gerçekleştirebilir
diye düşünüyorum.
Erdoğan Aktaş:
Mehmet Bey size bir sorum daha olacak. Hocamıza dönelim sonra tekrar
size geleceğim. Çünkü aynı soru olacak. Cankat Bey, ilaç sektöründe niçin
bu kadar çok tartışma, bu kadar çok spekülasyon oluyor? Ben sizin bir
yazınızı okudum; ABD'de ilacın çok pahalı olduğunu, oradaki ilacın düşürülebilmesi
için az gelişmiş ülkelerde ilacın çok yüksek fiyata satılırsa bu dengenin
sağlanabileceğini söyleyen bir nevi bir senaryonuz var ve bunu sağlamlaştıracak
belgeler ve bilgiler de koyuyorsunuz bu yazıda. Peki bu sistemin Türkiye
neresinde? Ve eğer gerçekten böyle bir oyun oynanıyorsa bunu kırmak mümkün
mü?
Cankat Tulunay:
Efendim bu oyun az gelişmiş ülkeler için değil, çok gelişmiş ülkeler
için de geçerli. Bugün Amerika artık ilaç harcamalarıyla başa çıkamamaya
başladı. Bu bakımdan yüzde 30'luk bir indirim istiyor ilaç ücretlerinde.
Çünkü bugün dünyada en pahalı ilaç Amerika'da satılmakta. Artı şunu diyor;
dünyanın bütün araştırmasını ben yapıyorum sizler bedavadan buna konuyorsunuz.
Bu bakımdan Avrupa, az gelişmiş ülkeleri söylemiyor, Avrupa bunu telafi
etmek zorunda diyor. Yani Avrupa'da ilaç fiyatları yüzde 30 artırılacak,
Amerika'da yüzde 30 azaltılacak, sonunda Amerikan ilaç firmaları zarar
etmeyecekler. Ve Amerikalı daha ucuz ilaç kullanacak. ...atladığımız bir
nokta daha var, bunu nedense İlaç ve Eczacılık Genel Müdürü hiçbir zaman
gündeme getirmedi. İlaç imal edildiği yerde biyoeşdeğerli yapılmak zorunda.
Eğer bir çok uluslu şirket Türkiye'de ilaç imal ediyorsa onun da biyoeşdeğerlik
yaptırması gerekir. Bu olay atlanmıştır. Neden yalnız yerli diye ayırıyoruz
yerlilerden jeneriklerden biz bunu istiyoruz, öbürlerinden istemiyoruz..
Amerika'da imalat yerini değiştirirse tekrar biyoeşdeğerlik yaptırmak
zorundadır o firma. Ama Türkiye için başka şekilde bu kullanıldı. Bu bakımdan
ilaç ve eczacılık genel müdürlüğünün konuya tüm boyutlarıyla bakması gerekir
ve bütün bunları düzenlemesi gerekir. Bugün artık ilaç savaşları kaçınılmazdır,
Türkiye'de de ilaç fiyatlarının artırılması istenmektedir. Ve Türkiye
bugün başta söylediğim gibi ilaç olmayan ilaçlara 1 milyar dolar ödemektedir
senede. Bunun hesabı çok basit. Eğer emekli sandığının 2003 yılı harcamalarını
alırsanız, 2003 yılı harcamalar en çok para ödenen 10 ilacı alırsanız
bunun neredeyse 6 veyahut 7 tanesi keyfekeder ilaçlardır veyahut tedavi
etkinliğinden çok emin olmadığımız ilaçlardır. Hatta içlerinden bazılarının
etki mekanizması bile bilinmemektedir. Bugün Türkiye'de osteoporoz tedavisi
için emekli sandığında bir tek....23.5 trilyon lira ödemiştir Türkiye
2003 yılında. Bunun karşılığı kaç kişi tedavi edilmiştir biliyor musunuz..
Ancak 35 bin 200 mutlu azınlık hanıma bu ilaç verilmiştir. Aynı parayla
biz 2.3 milyon kadınımızı osteoporozdan kalsiyum ve D vitaminiyle koruyabiliriz.
Bütün bunları yani ekonomik analizler yapılmadan bol keseden bu paraları
ödemenin hiçbir anlamı yok. Bu bakımdan da yapılan çalışmalar var bu konuda
Sağlık Bakanlığı'nın da ciddi yaklaşımları var. Bunun masaya yatırılıp
geri ödemenin...her yönüyle hepsinin birden incelenmesi gerekir.
Erdoğan Aktaş:
Mehmet Bey katılıyor musunuz Cankat hocaya?
Mehmet Domaç: Evet
katılıyorum, ama bu sadece bir alanda olan bir iş değil. Onu devam ettirelim..
Bugün Türkiye'de 100 milyon dolar antidepresan 3 ilaca para ödenmiştir
geçtiğimiz yıl. O zaman ülkenin ciddi bir depresyonda olması lazım. Bizim
bakıyoruz etrafımıza veyahut gözlüyoruz böyle bir şey yok. Şimdi tabi
bunlar çok uzun tartışılacak, çok ince tartışılacak konular. Şunu belirteyim;
dünyanın her ülkesinde ilaç konusu sıkıntılı, rahatsız edici bir konudur.
Çünkü ilaç fiyatları geometrik, insanların geliri de aritmetik olarak
büyür. Bu büyüyüş birbirini karşılamaz ve örtüşmez. Dolayısıyla sosyal
güvenlik kurumları ilaca daha az parayı ödeyebilmek için büyük önlemler
alırlar. Bugün ülkemizde de bu önlemlerin alınması için adımlar atılmaktadır.
Bu şudur ama, bunu açıkça konuşmak gerekir; Türkiye'de ve dünyada yeni
ilaç tabiki tedaviye katkısı olan yeni ilaç bulunmak ve piyasaya da çıkarılmak
zorundadır. Aksi halde biz gelişmeyi yakalayamayız ve hastalıklar için
yeni tedavi yöntemlerini yakalayamayız. Bunu da belirtmemiz gerekir. Ayrıca
bir şeyi daha belirteyim; Türkiye'de jenerik ilaç olgusu yenidir, yani
bu biyoeşdeğerlik çalışmaları yenidir. Bu çalışmaların gerçek anlamda
Türkiye'de yapılmasının devlet tarafından da teşvik edilmesi gerekir.
Kanada ABD'den gelen ilaçlara biyoeşdeğerlik çalışması yaptırmaktadır
kendi ülkesinde. Şimdi bu şunu ifade etmektedir az önce Sayın Tulunay
söyledi, bu o ülkede o ülkeye giren o ülkede üretilen her ilacın biyoeşdeğerlik
çalışması o ülkede yapılmalıdır.
Erdoğan Aktaş:
Mehmet Bey, ilaç sektöründe sürekli birtakım tartışmalar var, fiyatlar
tartışılıyor, ilaçların kullanımı tartışılıyor, şimdi sahte rapor tartışılıyor.
Peki vatandaş neye güvenecek? Yani sizin sektörünüz çok ciddi prestij
kaybına uğramıyor mu bu tartışmalarla? Dolayısıyla halk zaten dünyanın
parasını veriyor o ilaçları alırken. Orada bir sıkıntı var. Bunları alırken
de şüphe içinde kalacaksa kime güvenecek?
Mehmet Domaç: Erdoğan
Bey, vatandaşımız cebinden çok para vermiyor ilaca, sosyal güvenlik kurumları
veriyor. Ve sosyal güvenlik kurumları verirken de vatandaşımız ilaçla
çok fazla ilgilenmiyor. O ilacın parasıyla vatandaşımız ilgilenmeye başlandığında
sorunların büyük bir kısmının çözüleceğine inanıyoruz biz. Sosyal güvenlik
kurumları sıkıntıya ve dar boğaza giriyorlar, eczacılar bu konuda ödeme
gecikmelerine uğruyorlar ama vatandaşın umrunda olmuyor. Çünkü vatandaş
sigorta priminden kesilen parasıyla bunların karşılandığı için onu çok
takip etmiyor.
Erdoğan Aktaş:
Şimdi sorumlu vatandaş mı Mehmet Bey?
Mehmet Domaç: Hayır
değil efendim, öyle bir şey olur mu, sorumlu vatandaş olur mu.. Sizin
gibi kamuoyunu yönlendiren ve kamuoyuna açıklama getiren kurumların aynen
bugünkü olduğu gibi yakından ilgilenmesi gerekiyor. Vatandaş adına bizler,
bilim adamları bu konuda gerekli önlemleri almaya çalışıyoruz. Ama vatandaşın
da birebir sağlığını korumak için ilaç fiyatlarına, ilaç üzerindeki çalışmalara
dikkat etmesi gerekiyor.
Erdoğan Aktaş:
Mehmet Bey, Sayın Cankat Tulunay çok teşekkür ediyorum yayınımıza
katıldığınız için..
Cankat Tulunay:
Ben bir şey ilave etmek istiyorum; şöyle söyleyeyim Türkiye'de çok
ciddi bir ilaç sanayi vardır. Bu bakımdan yani hakikaten vatandaşlarımız
endişeye kapılmasına gerek yok. Gerek çok uluslu gerek ulusal şirketler
çok iyi şirketlerimiz vardır. Türkiye bugün dünyadaki 15 ülkeden birisidir
ilaç olarak kendi kendine yeterli ülkelerden birisidir. Her zaman karakoyunlar
çıkacaktır, her zaman çürük elmalar çıkacaktır. Bizim yapmamız gereken
bu çürük elmaları temizlemektir. Yoksa sanayinin hepsini birden töhmet
altında bırakmaya ne benim, ne kimsenin, hiç kimsenin böyle bri şeye de
hakkı yoktur, Türkiye'ye de yeterli kalitede ilaç da vardır, yeterli kalitede
ilaç sanayi de vardır.
Erdoğan Aktaş:
Efendim çok teşekkür ediyorum yayınımıza katıldığınız için.
|