|
|
Çeşitli dönem ve tarzlarda inşa edilmiş klişe ve eski yapıların bulunduğu Buda parçasındaki kaleden diğer tarafı seyrederken, gözünüze ilk çarpan Tunayı birleştiren inci gibi işlenmiş köprüler, parlamento ve opera binası oluyor. Tuna nehri üzerindeki küçücük adayı görünce, bir uçtan diğerine sıçrayarak gidebilecekmiş hissine kapılıyor ve bu oyunu bir an önce başlatmak istiyorsunuz ama, Budanın naftalinli tarih kokusu sizin peşinizi bırakmıyor. Avusturya - Macaristan İmparatorluğundan kalma devasa heykellerin yanı sıra, ara sokaklara serpilmiş küçük el sanatları galerileri, antikacılar ve kaleden yükselen keman sesi, öte yanda yani Peştede yapacağınız gezintiyi geciktiriyor. Varşovanın gökdelenleri Peşte biraz İstanbul, hatta Budapeşte biraz İstanbul gibi. Peştede tarlabaşını andıran daha yenilenmemiş, pek yenilenme hevesi de olmayan gri tarihi binaların arasından hayat olanca hızıyla akıyor. Binaların tozu alınmadığı gibi, insanların yüzündeki sempati de, sosyalist sistemin çökmesinin ardından şehre iyice yerleşen kapitalizme rağmen silinmemiş. Gece hayatı da kapitalizmin tüketim çılgınlığına hala yenik düşmemiş diyebiliriz, hani bizim bildiğimiz bar ve klüplere fazla rastlamıyorsunuz. Gece en sık karşınıza çıkanlar metro duraklarının kuytusuna sığınmış evsizler. Ha! bu arada Buda ve Peşteyi birbirine bağlayan bir metro hattı da Tuna nehri içinden geçiyor ve duraklar İstanbul metrosunun derinliğini hiç mi hiç aratmıyor. Bu şehre pazar ekonomisi daha tek partili dönemdeyken geldi ve bütün ülkeye yavaş yavaş, sancısız bir biçimde yayıldı. KADARİZM İLE KAPİTALİZME YUMUŞAK GEÇİŞ Macaristanda 32 yıl boyunca iktidarda kalan Janos Kadar, en parlak dönemini yetmişli yıllarda yaşadı. Parti Lideri ve Devlet Başkanı olmadan önce dönek olarak nitelendirildiği için Stalinistlerin hapishanelerinde sürünen, işkence gören Kadar, 1956 yılında girişilen Komünizm karşıtı devrimi engellemekle de suçlanmıştı. İktidar koltuğuna oturduktan sonra bu koltuğu çok seven ve sıkı sıkıya sarılan Janos Kadar, daha sonra halkına, tüketimin rahatlığına karşılık siyasi alanda sessiz kalma alternatifini sundu ve Macarlar da bunu itirazsız kabul etti. Diğer doğu bloku ülkeleri, Kadarin Macaristanda yerleştirdiği bu yarı kapitalist diye adlandırılabilecek sisteme biraz da dalga geçerek Gulaş Komünizmi dediler (Gulaş tadı bizim yahniyi andıran bol soğanlı bir et çorbasıdır ve Macaristanın en ünlü geleneksel yemeğidir). Karizmatik bir lider, alçak gönüllü ve rahat bir adam olan Devlet Başkanı Kadar, halktan gibi davranır, örneğin metroya binerdi, bu yüzden de halk Onu çok severdi. Macaristanın 1989 yılında Anayasasından Komünist Partinin önderliği maddesini çıkarıp, seçimlerin dört yılda bir yapılmasına karar vermesi Janos Kadarin bitmez tükenmez iktidarının da sonu oldu. Ljubljana Balkan kostümünü çoktan çıkarmış Bu arada Sovyetler Birliğinin 1990 yılında askerlerini Macaristandan çekeceğine yönelik güvence vermesi ülkenin bağımsızlığının altını çizerken, 1945 yılından bu yana ilk demokratik seçim de 1990 yılında yapıldı ve altı parti birden parlamentoya girdi. Sosyalist Sistemin tamamen çöktüğü, dönüşümün yaşandığı bu yıllarda halkın mağduriyeti, iktidardaki muhafazakar partilerin de desteğiyle bir milliyetçiliğe dönüştü ve o yıllarda Slovakya Romanya gibi ülkelerde yaşayan dış Macarlar sorununun sık sık gündeme geldiğini görürüz. Bundan sonra dört yılda bir yinelenen her seçimde yeni bir hükümet iktidara geldi ama halkın seçimlerde gösterdiği bu hepsini deneyelim Macaristanda girişilen reformların, özellikle de tarım politikasının devamlılığını engelledi. Macaristanda da tarım sektörü Polonya kadar olmasa bile önemlidir. Mesela bakanlık binalarının en büyüğü tarım bakanlığıdır hatta geniş ön cephesi parlamento binasının girişi olarak da kullanılır. DIŞ YATIRIMLAR VE ÖZELLEŞTİRMEDE EN ÖNDE Dönüşüm sürecini AB müzakereleri ile birlikte yürüten Macarlar, uluslararası sahnede, AB üyeliği söz konusu olunca övülmeye basından beri çok alıştılar. Karşılaştığınız ABye öyle ya da böyle bulaşmış herkeste bu gururu ve öz güveni hissedebilirsiniz. 1989 da başlayan transformasyon döneminden bu yana AB ülkeleri de dahil olmak üzere bütün yabancı yatırımcıların en sevdikleri ülke Macaristan oldu. Çünkü Macaristanın 2004 yılında AB üyesi olacağı biliniyor ve bu sık sık tekrar ediliyordu. Bu süre içinde ülkeye akan yabancı sermaye miktarı 30 Milyar Euroyu buldu. Macaristan 2000 yılında ulaştığı %5-6lık büyüme oranını sadece dış yatırımlara borçludur. Macar piyasasının modernleşmesine, yeni teknikler edinmesine en büyük katkıyı Almanya yapmıştır. Almanya, Macaristan ekonomisinin motoru oldu demek pek yanlış sayılmaz. Aslında hemen her gün Macaristana yapılacak yatırımın karlı olduğunu anlatmak ve ülkeyi cazip hale getirmek pek öyle kolay olmadı Macarlar için. Yabancı yatırımı ve özelleştirmeyi ateşleyen en önemli unsurlardan biri girişimciye sağlanan ve 15 yıla kadar varan vergi indirimleriydi. Doğrudan yabancı yatırımların en büyük bölümü otomobil, yedek parça ve telekomünikasyon sektörüne yapıldı. Örneğin Audi ve Suzukinin motorları artık Macaristanda geliştiriliyor ve Nokia, Ericsson, Motorola ve Deutsche Telekom gibi firmalar Macaristana artık sadece alet satmakla yetinmiyor, piyasayı da belirliyor. ÇALIŞANLAR UCUZ VE KALİFİYE Vergi muafiyetinin uzun bir döneme yayılmasının yanı sıra, bilim ve teknoloji alanında çalışan ucuz ve kalifiye elemanın çok olması da Macaristanı yabancı sermaye açısından cazip kılan bir diğer etken. Doğal kaynakları kıt olduğu için olsa gerek Macaristan, daha sosyalist dönemdeyken eğitim ve teknolojiye önem vermek zorunda kalmıştı. Budapeşte, Szeged ya da Debrecen gibi şehirlerde uluslararası alanda ün yapmış üniversitelerde yetişen bilişimci, fizikçi, mühendis ve biyoteknoloji uzmanları bugün adeta kapışılıyor. Macaristan bilişim alanında son derece gözde bir ülke. Hatta her gün mantar gibi bilgisayar firmaları türeyen Budapeştenin 13. semti Silicon Buda olarak anılıyor. Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Sırbistan gibi komşu ülkeler ile girdiği rekabet de Macaristan için itici güç oldu. Ayrıca Macaristanın coğrafi olarak Orta Avrupa ile Balkan ülkelerinin kesiştiği yerde bulunuyor olması, Versailles Sözleşmesine göre, egemenliği ve nüfusunun üçte birini kaybetmiş olmasına rağmen, hep Avrupanın entegre edici bir parçası olarak algılandığını da unutmamak gerek. Bu nedenle Macarlar AB üyeliğini vatana geri dönüş olarak gördüler ve Avrupa için iyi olan her şeyin Macaristan için de iyi olacağı anlayışını AB üyelik sürecinde hep korudular. Prag mı? Nie Wieder (Bir daha asla) TOZLU BUDAPEŞTENİN İKİ YÜZÜ Aslına bakarsanız AB yolunu yarıladığında Macaristanın adeta iki yüzü vardı. Birinde, eğitimli bilişimciler ve AB hukukunu ezbere bilen avukatlar ile bunların sayesinde palazlanan orta ölçekli firmaların sık ve pahalı Budapeştesi, bir diğerinde ise ancak 200 Euro maaş alabilen inşaat işçilerinin yaşadığı, AB standartlarına adeta ışık yılı kadar uzak fakir doğu köyleri çiziliydi. Macaristanın batıda bile rastlanmayacak kadar yetenekli işadamları, siyasetçiler tarafından dinamik bir biçimde yönetildiğini, Romanya, Sırbistan ya da Slovakya gibi ülkelerden geldiğinizde daha çabuk fark ediyorsunuz. Aslında burada karşınıza başka türlü bir batı çıkıyor. İstatistikler Macaristanın sadece Avrupa Birliği değil, dünyanın bütün ekonomilerde ayakta kalabilecek fikirlere sahip firmalarla dolu olduğunu gösteriyor. Ayrıca Macarlarin fen bilimleri ve matematikte elde ettikleri başarılarla dolu bir tarihi var. Bu tarih mükemmel bir eğitim politikası ile bugünlere kadar taşınmış. Bütün olumlu ekonomik verilere rağmen müzakereler sürerken sık sık refah düzeyi ve büyümenin yeterli olmadığı hatırlatıldı. Milliyetçi Liberal eski Başbakan Victor Orban, döneminde, Orban, demokratik olmayan bazı tavırlarıyla hem ülke içi hem de Avrupadaki düşman sayısını arttırmış, pozisyonumuzu biz belirliyoruz AB değil gibi açıklamalarıyla kızgınlıklara neden olmuştu. ABden çevre, ulaşım ve sermayenin serbest dolaşımı konularında geçiş süreleri talep ederken, AB yardımlarından faydalanmak için baskı yapan Orban, özellikle tarım yardımlarında, tabii koalisyon ortağı Tarım Partisini de hoş tutmak için ısrar etti. DOĞU İLE BATI FARKLI Macaristanın en sıkıntılı olduğu konulardan biri bölgesel farklılıkları hala ortadan kaldıramamış olması. Çünkü ülkenin doğusundaki ağır endüstri, Sosyalist dönemde daha çok sübvansiyonlardan yaşıyordu ve siyasi dönüşümün ardından gelen özelleştirme, pek çok firmayı bir anda rekabete kurban etti. İşsizlik % 30lara kadar vardı. Hükümetin bölgesel farklılıkları gidermek için emeği batıya kaydırma çabası da pek işe yaramadı çünkü Macar halkı doğduğu yere sadık olduğundan genellikle ne iç ne de dış göçe yanaşıyor. Bugün bile Budapeştenin yeni zenginleri hayatın tadını çıkarırken, halkın üçte ikisinin refah düzeyi, sosyalizmin terk edildiği dönemden daha düşük. Liberal Victor Orbanın vergi indirimleri de bu durumu değiştirmeye yetmedi. Ülkedeki her siyasi sıkıntıdan doğrudan etkilenen yabancı yatırımcılar, vergi muafiyetinin yükünün bir kısmını, meslek eğitim yardımları ya da bazı arazilerin kapatılmasının masraflarını üstlenmek gibi taleplerle kendisine yüklemeye çalışan, hükümete sert tepki gösterdiler. Bratislava; kocaman bir inşaat alanı 2002 yılında yapılan ve sosyalistlerin iktidara geldiği genel seçimler sırasında yabancı yatırımcılar ülkede oluşacak istikrarsızlıktan epey çekindiler ve bu çekincelerini sık sık dile getirerek baskı yaptılar. Çünkü Orban hükümeti, seçim öncesi, bir anlamda seçmeni uyarmak için bazı sözleşmeleri tek başına feshetmiş, bazı firmaları devletleştirmek için yeni girişimlerde bulunmuş ve kiralanan tarım arazilerini geri almak gibi planlar yapmıştı. Macaristan, yabancı sermayenin çok sadık olmadığını, bu nedenle ulusal ekonomiyi de güçlendirmenin de şart olduğunu, AB kapısına gelmişken, ücretler, fiyatlar ve işsizlikle birlikte bütçe açığı artınca anladı. Bundan sonra yabancı yatırımlar artık daha dikkatli değerlendirilmeye, komşu ülkelerdeki olumlu gelişmeler daha dikkatli izlenmeye başlandı ve nitelikli işgücü göreli olarak azaldığı için rekabeti sertleştirme yoluna gidildi. Buna rağmen sosyal güvenlik ve vergi ödemeleri sık sık konu ediliyor, bütçenin şeffaflığının azalması endişe veriyor ve bu sebeplerle Macaristan, yatırım yapmak için en karlı ülke olmaktan yavaş yavaş uzaklaşıyordu. Ancak konuştuğumuz ekonomistler, bu tür gelişmeleri dünya konjonktürüne bağlıyor ve AB üyeliğinin kesinleşmesinin ardından da süreceğini ama asılacağını öne sürüyorlardı. TARIM SEKTÖRÜ SIKINTILI Tarım sektöründe de, aday ülkeler arasında en çok kar elde etmiş olmasına rağmen Macaristan, önemli sıkıntılar yaşadı. Avrupa Komisyonunun 2004 yılı için önerdiği finans programını adil olmayan bir rekabete neden olacağı için eleştiren Macaristan, Sapard adlı yardım programını ise kendi ihmalkarlığı yüzünden geciktirdi. Gerçekten karlı olan çiftlikler erkenden anonim şirkete dönüştüler. Kalanların büyük bir kısmı ölçekleri küçük olduğu, sermayesi az olduğu ve yanlış tarım politikaları güdüldüğü için mağdur oldular. Ekonomi Profesörü Tibor Palankai, Macaristan yukarıda sıraladığımız endişelere rağmen coğrafi olarak merkezi bir konuma sahip olmasından dolayı elde ettiği şansı kullanmaya devam ettiği görüşünde. Panik yaratmak için hiçbir sebep olmadığını söyleyen Palankai, bunun için otomobil sektörüne göz atmanın bile yeterli olacağını savunuyor. Palankai General Motors Opel üzerinden 1990 yılından bu yana 500 Milyon Euro yatırdı ve Orta ve Doğu Avrupadaki Merkezini Macaristana taşıdı. Volkswagen Audi ile birlikte 1993 yılından bu yana motorlarını ve yeni modellerini burada oluşturuyor. Önümüzdeki beş yıl içinde 1 Milyar Euro daha yatırım yapacak. Suzuki de bu yıl 25 Milyon Euroluk yatırım sözü verdi. Ekonomimiz hala belli bir istikrarı koruyor. diyerek hükümetin Euroya geçme planlarını anlatıyor. Macaristan hükümeti 2008 yılı başında Euroya geçmeyi planladığını açıkladı. Macarlar yıllardır güvenliği ve güvenirliliği sağlamanın, bölgede siyasi ve ekonomik liderliği üstlenmekte ne kadar önemli bir rol oynadığını bilerek hareket ediyorlar. Örneğin Szeged-Davası adı verilen, Miloseviç döneminden sonra Sırp muhaliflere yaptığı yardım ya da Federal Yugoslavya ile imzalanan serbest ticaret anlaşması Macarların isini kolaylaştırdı. Bölgede yatırımcı oldular. Ayrıca Macaristanın kapitalizme yaptığı yumuşak geçiş ve güçlü Avrupa bilinci göze alınırsa, eski AB üyeleri ile arasındaki farkın da kolayca kalktığı söylenebilir. Macaristanda yaşanan ekonomik sorunlar aslında, Almanya, Fransa ve Avusturya gibi ülkelerde sosyal devletin küçülmesiyle yaşananlardan çok farklı değil. Macaristan zamanla daha zengin bir ülke ama oluyor ama yoksulluk da eski üyelerdeki gibi giderek yayılıyor. Batı Avrupadan tek farkı orada orta sınıf yoksullaşırken, Macaristan bir orta sınıf oluşturamıyor. En yüksek ve en düşük gelir arasındaki fark eskiden bire dörttü bugün bire on. Bu farkı çok olumsuz görmeyen Başbakan Medgyessy, iki gelir düzeyi arasındaki hareketliliğe dikkat çekiyor ve ekliyor; Macaristanda sınıf atlama şansı, Amerikadan daha az ama AB eski üyelerinden daha fazla. Biz, Orta Avrupa ülkelerine de bunu öğrenmelerini tavsiye ederiz. ABnin ekonomik kriterlerini eski üyelere öğüt verecek kadar yerine getiren Macaristan azınlık sorununda çuvalladı. ROMENLER, AB FONLARI VE BAŞARISIZ ENTEGRASYON Bölgesel farklılık, yabancı yatırımcılara sağlanan vergi indiriminin getirdiği problemler ve tarım sektöründe yaşanan sorunların yanı sıra Macaristanın üyelik sürecinde gündeme taşınan en önemli sıkıntısı Romen toplumu oldu, olmaya devam ediyor. Nüfusu 600 bini bulan Romenlere karşı gösterilen ayrımcılık günlük hayatta, okulda, iş yerlerinde, mahkemelerde bile hissedilecek kadar büyük. Genellikle gettolarda yasayan Romenlere sunulan sağlık olanakları ve eğitim şansı ile Macarlara sunulanlar arasında gözle görülebilir farklılıklar var. 2002 yılı Nisan ayındaki seçimleri kaybeden Orban hükümetinin insan hakları ihlalleri herkes tarafından biliniyor. Örneğin 2000 yılında Strazburgdaki İnsan hakları Mahkemesine oturduğu köyün belediye başkanı tarafından kovuşturmaya uğradığı gerekçesiyle başvuran Romenler batı ülkelerinde hemen iltica hakkı aldılar. Eğitim alanında da sık sık skandallar su yüzüne çıktı. Çok sayıda Romen çocuğunun haksız yere, özürlü olmadıkları halde, zeka özürlülerin gittiği okullara gönderildiği ya da çingene sınıflarında toplandığı tespit edildi. Devletin Romen çocuklar için verdiği teşviklerin çoğunun da amaçlarına uygun şekilde kullanılmadığı ortaya çıktı. AB, 1999 yılından beri, Doğu Avrupa ülkelerinde kurumsal ve toplumsal alanda demokratikleşmeyi hızlandırmak için finans desteğini içeren Phare programından 18 Milyon Euroluk yardımı Romen projeleri için ayırmıştı, ancak projelerin çoğu gerçekleşemedi. Macaristanın ünlü Romen kökenli politikacılarından (Hükümetin Romen azınlıklarından sorumlu müsteşarı) Aladar Horvath, Romenlerin çoğunun Phare Programı ile verilen paraları görmediğini iddia ediyor. Phare fonlarından yararlanmak için öngörülen bürokrasiden şikayet eden politikacı, Romenlerin büyük bir kesiminin bu tür programlara başvurmak için gerekli bilgi ve ilişkiye sahip olmadıklarına da dikkat çekiyor. Ayrıca paraların siyasi kriterlere göre yani hükümete yakın kişi ve kurumlara verildiği de biliniyor. Devlet Televizyonunun Romence yayınlarından sorumlu editörü Agnes Darocszi de aynı görüşte. Gençlik Bakanlığının 55 projesinin inceleyen Darocszi, Phare programından en çok para alan beş organizasyonun da Romenler ile ilgisi olmadığını tespit etmiş. Oysa 1993 yılında çıkardığı bir yasayla 13 gruba azınlık statüsü veren Macaristan, Romenleri tanıyan ilk ülke olmuştu. 2002 yılında iktidara gelen hükümet, başta eğitim ve sağlık olmak üzere bütün bakanlıklara birer Romen getirip bu soruna dört elle sarılmaya çalıştı ama sorunların çoğu hala gündemde. Macaristandaki azınlıklardan sorumlu Müsteşar Istvan Fretyan da oldukça dertli. Fretyan, Romenlerle sorunlarını çözememelerinin en önemli nedeni olarak bu toplumun aşiretlere bölünmüş olması ve bu nedenle denetiminin gerçekleşememesini gösteriyor. 1993 yılında çıkardığımız yasa aslında onlara seçme seçilme hakki tanıdı ama hala buna bir türlü alışamadılar. Geleneklerine çok bağlı olan Romen aşiretleri sık sık birbirine giriyor. diyen Fretyan, % 5 oy hakkına sahip Romenlerin merkez sağ ve sol partiler olmak üzere ikiye bölündüğüne dikkat çekiyor. Şu anda Macaristan Parlamentosunda 6 Romen kökenli milletvekili var, tabii bunlar sadece etnik kökenini açıklayanlar. Mecliste isteyen Romence konuşabiliyor. Macaristan içinde barındırdığı azınlık gruplara her türlü sosyal hakki tanımaya çalışıyor, her biri kendi dillerini öğrenebilecekleri okullara ve yayın yapma olanaklarına sahip. Hatta devlet Romenlerin kurduğu ticari radyoya maddi destek bile sağlıyor. Sık sık Hiçbir şey değişmiyor diyen azınlıklardan sorumlu Müsteşar Istvan Fretyan en büyük sorunun Macaristanda yasayan Romenlerin kendisi olduğunu iddia ediyor. Fretyan uyum sağlamak adına tek bir adim atmaya bile yanaşmayan Romenlerin elit sınıfından yararlanmanın da imkansız olduğunu, çünkü seçkin olma sansına sahip bu insanların köklerini inkar etme yoluna gittiğini hatırlatıyor. Fretyan göre sorunun tek çözümü var o da sorunu AB düzeyine taşımak. Romenlerin geleceğini tahmin etmek açısından Istvan Fretyanin su sözleri dikkat çekici: AB üye ülkeleri içinde 12 Milyon Romen yaşıyor ve Birlik içerişinde ileride Avrupada 500- 600 kişilik bir Romen Meclisi oluşturmak fikri giderek yaygınlaşıyor. Hatta pek çok ülke bu mecliste daha çok söz sahibi olmak için kulis çalışmalarına başladı bile. Herhalde, topraksızız ama Avrupalıyız diyen Romen halkı liderleri bir gün bir bütün olmayı birlikte hareket etmeyi başaracaklar ÇİNLİ AZINLIK DA VAR Müsteşar Fretyan Romenler hakkında yaptığımız bu olumsuz sohbetin ardından, Macaristanda yasayan 13 resmi azınlık grup içerişinde Çinlilerin de olduğunu öğreniyoruz. Sosyalist dönemde Macaristana gelen Çinliler bu ülkeden çok hoşnut kalmışlar ve geri dönmeyi hiç düşünmemişler. Daha çok Çinden gümrük ödemeden getirdikleri malları satarak geçinen Çinliler, ABne üyeliğinin tamamlanacağı 1 Mayıs 2004 yılından sonra Sengen anlaşmasının geçerli olmasıyla işlerinden olma tehlikesi içerisindeler. Sayıları yüz bini bulan Çinliler topluma uyum konusunda en başarılı olanı. Çinliler TILOS adlı çok dilli radyoda her hafta bir saat boyunca Çince yayın yaparken bile Macar kıyafetleriyle dolaşıyorlar. Yasak anlamına gelen TILOS, başarılı bir entegrasyon projesi, beş dilde ve alternatif yayın yapan radyo, genellikle gençlerin geldiği bir kültür merkezi içerişinde olduğu için diğer kültürel etkinliklerle de paralel çalışıyor. Alman kökenli Macar Agnes Paul, üniversite öğrenimini sürdürürken, Almanca yayınları da organize ediyor. Agnes Paul, üç yıldır ülkenin bu çok kültürlü yapısını mikrofona taşımaktan oldukça mutlu. Genişleyen, büyüyen ABnin de en önemli özelliği pek çok ulusu içinde barındırması diyen Paul, bu büyük Avrupada herkesin yeri var özellikle sesini duyurmak isteyen gençlerin derken, Türk gençlerini de Macaristan üniversitelerinde görmekten mutluluk duyacağını içtenlikle söylüyor. Osmanlı tarihi Budapeştenin alınmamış tozunda hala eski yerini koruyor. |
||||||||
İsrail hücum botu Gazze kıyısını vurdu | |||
|
|||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||
Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler | Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||||||||||||