|
Live Vote is temporarily unavailable.
|
|
Mısır kaynakları ve sonradan bu kaynaklara dayanılarak yazılan öyküler Hititleri barbar ve istilacı bir ulus olarak sunuyorlar. Bunlara göre Mısırlılar, ülkelerini ve ulaştıkları üstün uygarlık düzeyini korumak isteyen bir ulus. Bu konuda o kadar çok kitap ve yazı var ki bugünkü dünya bu yaklaşımı fazlasıyla benimsemiş durumda.
Gerçek böyle mi acaba? Bilim her konuda bu soruyu sorarak başlar işe. Hitit tabletlerindeki Hititçe yazılar çözüldükten ve savaşın sonuçları değerlendirildikten sonra gerçeğin tam tersi olduğu çıkıyor ortaya. Eğer bu tabletlere ulaşılamasa ve savaşın sonuçlarının ne olduğu anlaşılamasa Mısırlıların Hititlere karşı Kadeşte büyük bir zafer kazandığı sanılacaktı. Gerçi bu kaynaklara ulaşılmış ve gerçek ortaya çıkmış olsa bile Mısırlıların bu savaşta zafer kazandığını ileri sürenler hala var. Bunların başında da Christian Jacq geliyor.
HİTİTLER BARBAR MI?
Eski dünyanın merkezi Anadolu ve Ortadoğu idi. İÖ yaklaşık olarak 1800lerde Anadoluda Hititler ortaya çıktı. Hititlerin ortaya çıktığı tarihlerde Anadoludan Suriyeye kadar uzanan coğrafyada en önemli iki krallık Hititler ile Mitannilerdi. Aynı coğrafyada bulunan çeşitli beylikler Hititlere bağlıydılar. Bu bağlılık, ödenen vergiler karşılığı bir özerklik içeriyordu. Buna karşılık o ülkelerin, Hitit kralı savaşa giderken ona asker vermek zorunluluğu vardı.
Hitit krallığını bir imparatorluk haline getiren kral Suppiluliumadır. İÖ 1375 ile 1335 arasında hüküm süren Suppiluliuma çağın önemli krallıklarından olan Mitanni devletini yıkarak imparatorluğunun sınırlarını Lübnana kadar genişletiyor. Buraları fethetmesine karşın buralarda yaşayan insanları köle yapmıyor. O ülke halklarını Hitit imparatorluğuna bağlı halklar haline getirmekle yetiniyor ve içişlerinde özerk bırakıyor. Bu bilgiler yalnızca Hitit tabletlerinde taraflı yazılmış olabilecek yazılardan değil, aynı zamanda o dönemde yaşamış tarafsız ulusların tabletlerinden de anlaşılıyor. Oysa aynı dönem Mısırında inanılmaz bir kölelik düzeni sürüyor. Köleliğin boyutları o kadar aşırı ki sonuçta Ramses döneminde Yahudilerin isyanı ve Musanın yahudileri alarak Mısır ülkesini terketmesine kadar varıyor işler.
Kaldı ki Hititlerin yayılmacı bir politikadan çok kendi imparatorluklarını koruma amacına dayalı ilerlemeleri söz konusu. Bunu da Hititlerin kurucusu kabul edilen kral Labarnasın yazdırdığı bir tabletten anlıyoruz. Şöyle diyor Labarnas: Ve ülke çok küçüktü
Ne tarafa kıpırdansa hemen bir düşman ülke ordusu yolu kesiyordu. Labarnas bu durumdan kurtulmak, en azından tüccarlarına yol açmak amacıyla çevreyi ele geçirerek krallığı büyütmeye başlamıştı.
Hititler, ele geçirdikleri ülke halklarını köle yapmaz onlara bir çeşit özerklik tanırken, Mısırlılar kendi içlerinde yaşayan insanları köle yapıyorlar. Hitit uygarlığının üzerinden Frigler, Romalılar, Selçuklular ve Osmanlılar geçtiği için geriye kalan kalıntılar ne yazık ki Mısırda kalanlardan daha az. Ona karşın bu uygarlığın sanat, kültür ve bilim alanında oldukça ileriye gittiğinin kanıtları duruyor hala. Kaldı ki Asurlulardan öğrendikleri ticareti de oldukça geliştirmiş oldukları anlaşılıyor. Demek ki Mısır yazıtları ve resimleri Hititleri barbar ve istilacı olarak gösterirken gerçeği anlatmıyor.
SAVAŞTA HİTİTLER Mİ DAHA ÜSTÜN YOKSA MISIRLILAR MI?
Bu konuda da çeşitli tezler ileri sürülebilir. Çoğu çıkarsamalar yine tapınaklarda yer alan yazı ve resimlerden geliyor. Buna karşılık bugün elimizde iki önemli bulgu var Hititlerin savaş gücü ve tekniğiyle ilgili. Bunlardan ilki Hitit başkenti Hattuşadaki kazılar sırasında bulunmuş olan yaklaşık bin satır uzunluğundaki bir metni içeren bir tablet. Hititçe yazılmış olan tablette at yetiştiriciliği ve binicilik kuralları anlatılıyor. Bu metin, Hititlerin bu konuyu hangi uzmanlık düzeyine getirdiklerini ortaya koyuyor. Gerçi metnin yazarı Kikkuli adında bir Hurri ve Mitanni ülkesinden getirtilmiş ama Hititler ondan aldıkları eğitimle işi bir sanata dönüştürmüşler.
Hititlerin savaş gücünü gösteren ikinci kanıt savaş arabaları. Hitit savaş arabası o zamana kadar kullanılan 4 tekerlekli savaş arabalarından farklı olarak 6 tekerlekliydi. Tekerlekler de, diğer ülkelerin savaş arabalarında kullanılan tek parça tahtadan yapılmış tekerleklerden değildi. Bugünkü tekerleklere benzeyen çubuklarla desteklenmiş tekerlekler kullanılıyordu. Dolayısıyla savaş arabaları çok daha hafif ve hareket yeteneği yüksek olabiliyordu. Arabanın benzerlerine göre hafif olması her savaş arabasında iki yerine üç askerin yer almasına olanak sağlıyordu. Askerlerden birisi arabayı sürüyor, ikincisi arabadaki diğer iki kişiyi koruyacak biçimde kalkan kullanıyor, üçüncüsü ise ok ve mızrak atıyordu.
Kadeş savaşında Mısır ve Hitit ordularının sayıları hakkında çeşitli iddialar var. Mısırlılar, savaştaki fedakarlık ve kahramanlıklarını abartmak için rakibi fazla sayıda göstermek ihtiyacı duymuşlar. Bugün kabul edilen genel görüşe göre Hititler bu savaşa 17,000 piyade ve 4,500 savaş arabasıyla katılmışlar. Her savaş arabasında 3 asker olduğuna göre 13,500 de arabalı asker demektir. Buna göre Hititlerin toplam savaşçı sayısı 30,000 dolayında bir sayıyı göstermektedir. Buna karşılık Mısırlıların 20,000 dolayında olduğu sanılmaktadır. Bu sayılar kesin değil. Buna karşın Kadeş savaşında Hititlerin Mısırlılara karşı sayısal üstünlüğü olduğu biliniyor. Bu da Hititlerin savaş gücünü ve üstünlüğünü gösteren üçüncü kanıt.
SAVAŞA GİDEN YOL
O zamana kadar bilinen dünyanın en büyük iki imparatorluğu olan Hititlerle Mısırlılar niçin savaşa girdiler? Bu soruyu yanıtlamak için biraz geriye gidelim.
Tek tanrıya inandığı için sapkın firavun diye adlandırılan firavun Akhenatonun ölümünden sonra yerine büyük oğlu Smenkare geçiyor. Smenkarenin ölümle sonuçlanan kısa süren firavunluğu sonrasında Mısır tahtına Tutenkamon geçiyor. Tahta geçtiğinde Tutenkamon henüz çocuk yaşta. Üvey kızkardeşi Ankesenamon ile evlendiriliyor. Tutenkamon 18 yaşındayken, sonradan mumyası üzerinde yapılan röntgen incelemeleriyle anlaşıldığı üzere, kafatasına aldığı bir darbeyle öldürülmüş. Cinayetin Başrahip Eje tarafından işlendiği kabul ediliyor bugün.
Buraya kadarki öykü konumuzu çok yakından ilgilendirmiyor. Yalnızca altyapıyı verebilmek için değindim. Konumuzu asıl ilgilendiren bölüm dul kalan kraliçe Ankesenamonun başına gelenler ve bunların Hititlerle ve Kadeş savaşıyla ilgisi.
Başrahip Eje, firavun Tutenkamonu öldürdükten sonra firavun olmak istiyor. Bunun en kestirme yolu kraliçe Ankesenamon ile evlenip tahta geçmek. Ankesenamon, kocasını, Ejeın öldürdüğünü bildiği için mi yoksa Eje kendisinden çok yaşlı olduğu için mi bilinmez onunla asla evlenmek istemiyor. Ama Eje bu konuda kararlı. Ankesenamonun bulabildiği tek çözüm adını ve ününü duyduğu Hitit kralı Suppiluliumadan yardım istemek. Suppiluliumanın oğlu II. Murşilişin yazdığına göre bu yardım isteği şöyle çıkıyor ortaya: Mısırlılar, Amka zaferini duyunca korktular. Üstelik firavunları da ölmüş olduğu için, Mısırın dul kraliçesi babama bir elçi ile şu mektubu yolladı: Kocam öldü. Benim oğlum yok. Duyduğuma göre sende oğul çokmuş. Eğer bana oğullarından birisini verirsen onu koca yapacağım. Tebamdan birisini kocam yapmayı asla istemiyorum. Ona koca olarak saygı duyamam. II. Murşiliş devam ediyor: Babam bunu duyunca inanamadı. Hattinin büyüklerini toplayıp danıştı. Sonunda Suppiluliuma, danışmanı Hattuşa-zitiyi Mısıra elçi olarak gönderip durumu tam olarak anlamayı kararlaştırdı. Hattuşa-ziti, Mısırda gerekli araştırmaları yaparken Suppiluliuma bir yandan da Karkamışı ele geçiriyor ve inanılmaz büyüklükte bir savaş ganimeti elde ediyordu. Bu, onun Ortadoğudaki ününü iyiden iyiye arttırmış olmalı. Bir süre sonra Hattuşa-ziti, Ankesenamonun ikinci mektubuyla dönüyor. Mektupta Suppiluliumaya hitaben şunlar yazılı: Niçin bana inanmıyorsun? Niçin alay edildiğini sanıyorsun? Ben başkasına değil yalnızca sana yazdım. Bir çok oğlun olduğu söyleniyor. Oğullarından birini bana verirsen o, hem bana koca hem de Mısıra kral olacak. II. Murşiliş devam ediyor anılarına Babam iyi yürekli olduğu için kadının sözünü dinledi ve göndereceği oğlunu seçti.
Suppiluliuma, Mısır firavunluk soyunun Hititlere geçeceği hayalini kurarak oğlu Zannanzayı küçük bir askeri birlikle Mısıra yollar. Hitit tabletlerinden anlaşılacağı üzere, prens Zannanzanın sınırı geçtikten bir süre sonra öldürüldüğü haberi gelir Hitit ülkesine. Firavun olmak için gün sayan Eje, Ankesenamonun bu girişimini öğrenmiş ve Mısır orduları başkomutanı Horemheb aracılığıyla yolladığı orduyla Zannanzanın birliğini kuşatarak yok ettirmiş hepsini. Suppiluliuma, bu olaya çok üzülmüş. Yine tabletlerden anlaşıldığına göre günlerce ağlamış ve intikam yeminleri ederek başta fırtına tanrısı Teşup olmak üzere tanrılara kurbanlar sunmuş.
Zannanzanın davet edildiği bir ülkede cinayete kurban gitmiş olması Suppiluliuma ve bütün ailesi üzerinde bir Mısır nefreti yaratmış olsa gerek. Ne var ki o sırada Anadoluda yayılmağa başlamış olan veba salgını bu nefret ve intikam duygularının yoğunluğuna karşın Suppiluliumanın Mısır üzerine bir seferi göze almasını engelliyor. Nitekim Suppiluliuma da vebaya yakalanıp İÖ 1335 yılında ölüyor. Ardından tahta geçen oğlu III. Arnuvandas da yalnızca bir yıl krallık yaptıktan sonra vebadan ölünce tahta II. Murşiliş geçiyor. Tahta geçer geçmez, Hitit imparatorluğunda bu kadar taht değişimini fırsat bilerek ayaklanan Arzavalılarla savaşa girişiyor. İki yıl süren bu savaş sonunda Arzava ülkesini yıkıyor. Kuzeyde ayaklanan Kaşkalıları ve diğer ulusları da yeniyor. II. Murşilişten günümüze kalanlar yalnızca babası Suppiluliumayı anlattığı anılar değil. Onun çok ünlü bir de veba duası var. II. Murşiliş, ardında büyük ve güçlü bir imparatorluk bırakarak İÖ 1306da ölüyor. Tahta oğlu Muvatallis geçiyor.
Bu sırada Mısır tahtında Akhenatonla birlikte ortaya çıkan geveşeklik ve karışıklıklar sonrasında artık güçlü bir firavun vardır: II.Ramses. II. Ramses, daha imparatorluğunun ilk yıllarında düzeni kurmak ve Mısırın gücünü çevreye kabul ettirebilmek için seferlere başlıyor. Hititler açısından bardağı taşıran damla Suriye topraklarında Hititlere bağlı olarak yaşayan Amurruların birden Ramsese bağlılıklarını açıklamaları. Amurru prensi Benteşina, kendisine çok daha fazla tavizler önermiş olan II. Ramsesin sözüne güvenerek Hititlerden kopmuş ve Mısırlıların safına katılmıştı.
O dönemin güç dengeleri içinde II. Ramsesin ilerleyişini durduracak tek güç vardı dünyada: Hititler. Artık Muvatallis için yapacak başka bir şey kalmıyordu: Hem sınırlarına yeniden biçim vermek hem de Suppiluliumadan kalma intikamı almak (Prens Zannanzanın öldürülmesi olayı). Dolayısıyla iki ulusun savaşa girişmesi kaçınılmazdı. Öyle de oldu. İki ordu, Halep ile Şamın ortasında bir yerde olan Kadeşte karşı karşıya geldiler.
Bu noktada savaşı Hititlerin değil Mısırlıların çıkardığına ve gerçek barbar aranıyorsa bunun kim olduğuna dikkat etmek gerekir.
SAVAŞI KİM KAZANDI?
İki büyük ordu İÖ 1296da Kadeş yakınlarında karşılaştılar.
Ramsesin Kadeşe yaklaşımı askeri strateji açısından hataların en büyüklerinden birisi olarak tanımlanıyor bugün. Ordusunu dört bölüme ayırmuştı. Her bir bölüm Mısırın en büyük tanrılarının adını taşıyordu: Amon, Ra, Ptah ve Seth.
İlk karşılaşmada Muvatallisin, kardeşi III. Hattuşiliş ve oğlu Urhi Teşup ile birlikte kumanda ettiği Hitit birlikleri, Ramsesin ordularını darmadağın edivermişti. Ramses canını zor kurtarmış kendisini Amon tümeninin içine zor atmıştı. Savaşa soktuğu Ra tümeninden geriye çok az asker kaldığı anlaşılıyor. Onlar da tam bir bozgun halinde kaçmağa başlamışlar. Bu ilk yenilgi Mısır yazıtlarında şöyle anlatılıyor: Yürüyüş kolundaki Ra tümeninin ortasına saldırdılar. Ra tümeni harekat halindeydi. Savaşa hazır değildi. Bu nedenle majestelerinin (II. Ramses) askerleri de savaş arabaları da onlar (Hititler) karşısında yenildi.
Amon tümeni, ordunun geri kalanından ayrılmıştı. Hitit savaş arabaları yapılarının getirdiği hafiflik ve manevra üstünlüğüyle kısa sürede Amon tümenini de sarmışlardı. Üstelik Ramses de sarılmış olan Amon tümeninin ortasındaydı. Tam anlamıyla bir toplu yok edilmenin eşiğindeydi Ramses ve Amon tümeni. Onların yok edilişinin ardından başsız kalan Ptah ve Seth tümenlerinin yok edilmesi çok kolay olacaktı. Hitit imparatorluğunun önünde Mısır toprakları açılıyordu artık.
Hitit ordusu pek çok ulustan derlenmiş askerlerden oluştuğu için disiplini çok güçlü değildi. Mısır ordugahına girdikleri anda yağmaya başladılar. Emir komuta herşey bir anda yok olmuştu. Mısır ordugahı çok zengindi. İşte tam bu sırada Mısır yazmanları ve şairlerine göre Ramses, tanrısal bir güçle Hitit askerlerine saldırıp onları dağıtıyor ve savaşı birden lehine döndürüyor. Bundan sonra Ramsesin kahramanlığı üzerine öyküler sonu gelmez biçimde sıralanıp duruyor Mısır yazıtlarında. Aynı kaynakları kullanan Christian Jacq da Ramses dizisinin Kadeş adlı bölümünde Ramsesin kahramanlıklarını ve elde ettiği zaferin öyküsünü anlatıyor.
Oysa Hitit kaynakları böyle anlatmıyor. Mısır ordugahının yağmasına dalmış bulunan ve emir dinlemez halde olan Hitit askerleri hiç beklenmeyen anda küçük ve düzenli bir birliğin saldırısına uğruyorlar ve toparlanmaya fırsat bulamadan dağılıyorlar. Bu birliğin nereden geldiği bugün hala bir sır. Fakat bu birliğin Ramses ordularına ait olmadığı kesine yakın bir biçimde biliniyor. Çünkü Ramsesin ağzından şöyle anlatılıyor: Yanımda ne bir prens var, ne bir sürücü, ne bir piyade subayı, ne de bir araba savaşçısı. Yaya askerim de araba savaşçılarım da beni onların karşısında ganimet gibi bırakarak çekip gitti. Onlarla savaşmak için kimse beklemedi.
Savaş bir süre daha sürüyor. Ondan sonra her iki ordu da geri çekildiği için kimse kimseye üstünlük sağlayamıyor. Mısır kaynaklarında Muvatallisin Ramsese şöyle bir mektup yolladığı yazılı:
Mısır ve Hatti ülkeleri senin emrindedir ve ayaklarının altına serilmiştir... Oysa o durumda Hitit kralı Muvatallis başkent Hattuşadan yaklaşık 600 kilometre uzakta, Suriye topraklarında bulunmaktadır. Daha iki ordu arasındaki ilk çatışmada Mısır orduları geriye dönmek zorunda kalmışlardır. Dolayısıyla Muvatallisin bu tür bir mektup yazması için ortada hiç bir neden yok. Bugün, çoğu araştırmacı böyle bir mektubun Ramsesin hayal ürünü olduğu konusunda hemfikir.
Mısır tapınaklarında, mezarlarında ve saraylarında Ramsesin Kadeş savaşını kazandığına ilişkin yazılara ve resimlere karşılık savaşı Hititlerin kazandığını gösteren bazı kanıtlar var ortada. İlk kanıt: Prens Benteşinanın Mısıra bağladığı Amurru ülkesinin savaştan hemen sonra yeniden Hititlere bağlı hale getirilmesidir. İkinci kanıt savaştan yaklaşık 9 yıl sonra Hitit kralı III. Hattuşiliş ile II. Ramses arasında imzalanan Kadeş barış antlaşması (İÖ 1286) sonrasında Hattuşilişin büyük kızını Ramsese çok büyük törenlerle gelin vermesidir. Ramses, sonradan Maatnefrure adını alan bu kızı Başkraliçe yapmıştır. Böylece bir Hititli Mısır sarayında başkraliçeliğe gelmiştir. Savaşı kazananın değil kaybedenin kabul edebileceği bir gelişme bu.
Hitit kaynakları ve diğer kaynaklar bulununcaya kadar Kadeş savaşının kesin galibinin Mısırlılar olduğu sanılıyordu. Buna karşın böyle bir galibiyetten sonra nasıl olup da Hititlerin Amurru prensliğini kendilerine yeniden bağladıkları ve yine nasıl olup da Mısırın Hitit ülkesini haraca bağlamadığı anlaşılamıyordu. Bugün bilinen, Hititlerin bu savaşı kazandıkları ama galibiyetlerinin sonradan yağma sırasında müdahale eden bir birlikçe durdurulduğu biçimindedir. Özetle her iki ulus da bu savaştan kesin galibiyet elde edemese de savaştan sonra Hititlerin, Mısırlılara karşı çok daha üstün bir konuma geçmiş olması savaşta Hititlerin üstün geldiğini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla Mısır kaynaklarına dayanarak aksini anlatan öyküler ya da yorumlar doğru değildir.
Hititleri, Christian Jacqın, dünya çapında çok satan Ramses romanından barbar ve istilacı bir ulus olarak tanıyanları ve Mısırlıların Hititleri Kadeş Savaşında yendiğini düşünenleri hayal kırıklığına uğrattığımızın farkındayız. Ama öyküler ile bilimsel kanıtlar her zaman örtüşmüyor.
(Not: Geçen haftaki yazımda Çorumun Sungurlu ilçesine bağlı olduğunu yazdığım Boğazkalenin, Çorumun ilçesi olduğunu düzeltir, özür dilerim).
Kaynaklar:
1. Ana Britannica, Cilt 12, s. 370 - 71.
2. Christian Jacq, Ramses: Kadeş Savaşı, 1998.
3. C.W.Ceram, Tanrıların Vatanı Anadolu, 1994.
4. Ekrem Akurgal, Hatti ve Hitit Uygarlıkları, 1995.
5. İlhan Akşin, Hititler,1991.
6. Jürgen Seeher, Hattuşa Rehberi (Hitit Başkentinde Bir Gün), 1999.
7. C.W.Ceram, Tanrılar, Mezarlar ve Bilginler, 1994.
8. Bob Brier, Tutanhamon Olayı, 1999.
9. Muazzez İlmiye Çığ, Hititler ve Hattuşa, 2000.
10. Mahfi Eğilmez, Ortadoğuda Siyaset 1 ve 2 (Light Günlük kitabı içinde).
| |