Home page
Haber Menüsü


Güncelleme: 18:00 tsi 10 Ara., 2003
NTV
SAĞLIKLI YAŞAM HAKKI

Oğuz Haksever: NTV, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü dolayısıyla bazı kuruluşlarla işbirliği yaparak ’10 Aralık’ta 10 Saat’ başlığı altında bir özel yayın hazırladı.
       10 saatte insan haklarının önde gelen on başlığını ele alıyoruz. Sırasıyla sağlıklı yaşam hakkı, sosyal güvenlik hakkı, çevre hakkı, tüketici hakkı, çocuk hakları, kişilik hakları, adil yargılama hakkı, kadın hakları, ayrımcılığa tabi olmama hakkı ve ifade özgürlüğü hakkını ele alacağımızı duyuruyoruz. İnsan haklarının 1215 yılına, İngiltere’de Magnakarta’ya kadar derinleşen bir tarihi var ama artık insan haklarının küresel küremizin ortak vicdanı haline gelmesi 55 yıl önce bugün İnasn Hakları Evrensel Beyannamesi’nin Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilmesiyle başladı.
       Ve o beyannamede, daha ilk cümlede karşımıza çıkan ve her fırsatta vurgulanan, bizim de toplum olarak hassas olduğumuz bir kavram üzerine inşa edildi. İnsan haysiyeti, şerefi ya da onuru. Bu yayının başlangıcında, bu temel kavramın altını çiziyor ve bu yayında hala önemli eksikliklerimiz bulunmasına rağmen insan hakları konusunda özellikle de sivil inisiyatif sayesinde önemli ilerlemeler kaydettiğimizi anlatmak, bilgilendirmek ve bir danışma ortamı, fırsatı yaratmayı amaçladığımızı duyuruyoruz.
       Konuklarımız olacak, dosyalarımız yayına girecek ve danışma masalarımızda uzmanlar, izleyicilerden gelen soruları yanıtlayacak. Yayına geçmeden önce bu konuda işbirliğimiz yaptığımız bir kuruluşun buradaki temsilcisine soru yöneltmekte yarar var. İnsan Hakları ve Demorkratikleşme konusunda bilinç oluşturma projesinin koordinatörü Emel Üresin... Emel Hanım, niçin böyle bir yayını yaptık, siz ne dersiniz?

       
       Emel Üresin: Projenin amacını anlatayım. İnsan hakları ve demokratik ilkeler konusunda bilinç oluşturma projesi aslında üç bölümlük bir projenin ikinci bölümü. Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği komisyonu arasında ortak olarak tasarlanmış. Amacı toplumdaki ortak kaygıları yanlış anlamaları gidermek, bir ulusal kampanyayla toplumda insan hakları ve demokratik kurallar konusundaki bilinci oluşturmak ve geliştirmek. Bu konuda yapılan etkinliklerin en önemlileri, insan hakları kurulları ve sivil toplum örgütleri. Ve bir de tabi basın mensuplarıyla yapılan toplantılar.
       İnsan Hakları Kurul Başkanlığı’yla yaptığımız toplantılar ve sivil toplum örgütleriyle yaptığımız iki günlük toplantılardan şimdiye kadar Giresun’da ve Van’da insan hakları kurulu için, Ankara’da, Diyarbakır’da ve Trabzon’da da sivil toplum örgütleri için yuvarlak masa toplantıları yaptık. Uzman akademisyenlerden oluşan bir uzman grubumuz, kısa bir sonuçla başlıyorlar. Daha uzunca bir süreyi tartışma ve soru-cevap bölümüne ayırıyoruz. Bunun çok olumlu sonuç verdiğini değerlendirme formlarına yansıyan cevaplardan görüyoruz. Ayrıca, projeyi tanıtmak ve destek istemek için, eylül ayı sonunda İstanbul’da basın mensuplarıyla toplantı yaptık. O da çok olumlu geçti. Türk basınının yazarlarıyla, genel yayın yönetmenleriyle, program yapımcılarıyla, bizi destekleyeceklerini, insan hakları konusunda yapılan çalışmalara destek olacaklarını açıkça söylediler.

       
       Oğuz Haksever: Şimdi, hemen konuklarımızla söyleşmeye geçelim. Önce İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Gencay Gürsoy ile başlayalım. Sağlıklı yaşam hakkı deyince, hemen gözönüne önce, hasta hakları, doktor hataları vs başka bir takım sorunlar geliyor ama sağlıklı yaşam hakkını hangi zeminde aramamız gerekir. Nereye bakmamız gerekir? İlk referans nedir?
       
       İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Gencay Gürsoy: Demin açıkladığınız sağlık haklarıyla ve insan haklarıyla ilgili bekrantı esas almak üzere belki de dayanacağımız tek ve somut gerçek, referans, toplumsal vicdan. Ama bunun yanında tabi, yasal zeminde insan haklarıyla ilgili özellikle sağlık hakkıyla ilgili ne var diye baktığımız zaman, karşımıza bazı anayasa maddeleri geliyor. Tabi ki Türkiye için geçerli olan zemin bu. 1961 Anayasa’sında son derece berrak, açık bir şekilde, devletin, kişilerin, sağlık hakkını korumakla görevli olduğu vurgulanır. İfade aynen şöyle:
       49. madde, “Devlet, herkesin beden ve ruh sağlığı içinde yaşayabilmesini ve tıbbi bakım görmesini sağlamakla ödevlidir.” Ama 1982 Anayasasına geliyoruz. Tabiri caizse tam bir laf kalabalığı içinde bu görev gözardı ediliyor. 56. madde “Herkes, sağlık ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.”
       Çevre vurgusu yapılıyor. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak, çevre kirlenmesini önlemek.
Devletin ve vatandaşların görevidir. Vatandaşı da görevlendiriyor. Sağlık kuruluşlarının tekelde toplanması devletin görevidir, diyor. Arkasından da bir Anayasa’da yeralması gerekmeyen, devletin genel sağlık sigortası kurma görevi vardır. Genel sağlık sigortası, bir genel yaklaşım tarzı. Kamusal sağlık var, genel sağlık sigortası var.
       Bir sürü tercihler var dünya yüzünde. Ama 82 Anayasamız her nedense, bunlardan bir tanesini, en masraflı olanı, Dünya Bankası’nın önerdiği bir sistemi, 82 Anayasası, sağlık maddesinin içine yerleştirmiş durumda. Böyle bir garabet var. Ama sonuç olarak, sağlık hakkı, tabi ki, bütün bu yasaların üstünde, toplumsal vicdanın verdiği vazgeçilmez, sarsılmaz bir hak.
       Fakat, reel durum nedir? Bu hakkı belirleyen, gerçekleşmesini sağlayan reel duruma bir baktığımız zaman, gerek dünyada, gerek Türkiye’de bunun böyle Anayasa maddeleriyle ya da kamu vicdanıyla verilmesinin, sonuca ulaşmak için yeterli olmadığını ne yazık ki gösteriyor. Çünkü sağlık, Türkiye’de ve dünyanın birçok ülkesinde deyimi kullanmaktan biraz rahatsız oluyorum, siyasi bir kavram olduğu için ama başka çaresi de yok. Piyasa kurallarına terkedilmiş durumdadır.
       Sağlığı belirleyen temel şey, yani kişi başına yaptığımız sağlık harcamalarının belirlenmesi, bunlardan ne kadarını koruyucu hekimliğe ne kadarını tedavi edici hekimliğe ayırdığınız konusundaki tercihleriniz. Bunların hepsini siyaset belirliyor. Ve ne yazık ki, dünyanın bir çok ülkesinde, hala bunun istisnası olan Kuzey Avrupa’da, İskandinav ülkelerinde, sosyal devletin bu sağlık konusundaki vurguları geçerli ama genel eğilim ve Türkiye’nin de bugün ne yazık ki içine girdiği genel eğilim, sağlığı da kar amaçlı, yani piyasa kurallarının hakim olduğu bir noktaya doğru sürüklüyor. Endişemiz bu.
       

       Oğuz Haksever: Sizin söylediklerinizden anladığım devletin bu konuda çok ciddi bir yasal zemin hazırlaması ve yasal zeminin evrensel beyannamelere, Lizbon bildirilerine, Bali bildirilerine, bu mesleğinizi ilgilendiren uyum sağlaması gerektiğini vurguluyorsunuz.
       
       İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Gencay Gürsoy: Kişi başına ayrılan sağlık harcaması, Türkiye’de 150-160 doları geçmiyor. Ve bunun en önemli bölümü tedavi edici sağlık hizmetlerine gidiyor. Yüzde 98.5’u...
       Geriye kalan yüzde 1, hatta bu rakam daha da düşüyor, yüzde 1’i koruyucu hekimliğe gidiyor. Tedavi edici hekimliğe gidenin de yüzde 40’tan fazlası ilaç tüketimine gidiyor. İlaç tüketimi de dışa bağımlı bir sorun.

       
       Oğuz Haksever: Türkiye’nin koşulları biliniyor. İş o zaman yüklü bütçe ayırmak mı? Yoksa bir zihniyet meselesi mi? Hangisini tercih edilir?
       
       İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Gencay Gürsoy: Her ikisi de... Kesinlikle her ikisi de. Yani, biri eksikse olmuyor maalesef.
       
       Oğuz Haksever: Bütün bu yayın döneminde uzman masasında konuklarımız olacak. İzleyicilerimizden gelen sorulara yanıt verecekler. Barolarımızın insan haklarıyla ilgili olarak gerçekten çok önemli çalışmaları var. Hemen hemen bütün il barolarında masalar bulunuyor, komisyonlar bulunuyor. Şu anda da galiba, Hasta Hakları Komisyonu’nun üyeleriyle birlikteyiz. Bu arada Dr. Levent Korkut Bey ile birlikteyiz. İstanbul Barosu üyelerinden Hilal Gültepe’ye soralım. Sorular ağırlıkla hangi konularla ilgili geliyor?
       
       İstanbul Barosu Hasta Haklarının Korunması Komisyonu Bşk. Hilal Gültepe: En çok karşılaştığımız sorular arasında özellikle sağlık hizmetlerinin eşit dağıtımı yapılamaması ve bıçak parasıyla ilgili şikayetler var. Onun dışında özel sorular var. Mesela yeşil kartla ilgili. Yeşil kart, hak sahiplerine verilebiliyor mu? Yeşil karttan herkes yararlanabiliyor mu? Veya yeşil kartın dağıtımıyla ilgili bir takım usulsüzlükler olduğu.. Bu tür şikayetler belli başlıklar altında toplandı.
       

       Oğuz Haksever: Hasta ve Hasta Yakınları Hakları Derneği’nden Mustafa Sütlaş, bizimle birlikte. Ve bir de mağdur bulunduruyoruz. Osman bey, bugün sağlıklı yaşam konusundaki mağdurlardan biri. Osman Bey, öykünüzü alabilir miyiz?
       
       Osman Bey: Şimdi, benim birey olarak değil, bütün yaşadığım toplumları, yaşadığım bölge anlamında baktığımız zaman bir gerçeklik var. Yasal hak, yaşam hakkı dediğiniz konular, gerçekten hemen hemen hepsinde yoksun diyebiliriz. İstanbul Küçükçekmece’de oturuyoruz. Sağlıklı yaşayabilmek için öncelikle oturduğum yerlerin sağlıklı koşulda olması gerekiyor. Yaşadığımız alanda gerçekten kanalizasyon, bildiğimiz lağım suyu geçiyor. Ve ister istemez çocuklar içinde oynuyor, yazın. Tabi, böyle bir kanalizasyonun açıkta gezmesi, her hastalığa davetiye çıkartıyor.
       
       Oğuz Haksever: Bulunduğunuz yerde sağlık ocağı veya herhangi bir sağlık kuruluşu var mı?

       
       Osman Bey: Yani, var ama mahalle içinde yok, uzak. Başaksoy’da var, Parsel’de var. Oraya da insanlar arabayla gitmek zorunda.
       
       Oğuz Haksever: Bulunduğunuz yerde yaygın bir hastalık var mı?
       
       Osman Bey: Genelde cilt hastalıkları çocuklarda oluştu. Bu tabi, farklı sonuçlara da gidiyor. Ben şunu belirtmek istiyorum. Gerçekten hizmet veren sağlık ekibi var. Ben burada huzurunuzda teşekkür ediyorum. Şu gerçeklik var. onlar, ailemizin çocuğa nasıl bakması gerektiği yönünde bir sağlık hizmeti verdiğini söyleyebiliriz. O eğitimi verdiklerini söyleyebiliriz.
       
       Oğuz Haksever: Tabi umutsuz da olmamak lazım.
       

       Osman Bey: Yani, bu insanlar, gerçekten fedakarlıkla oradalar. Hiçbir ekonomik beklenti olmadan... Sadece cüzzi bir parayla... Gerçekten bulunduğum ortam itibariyle baktığım zaman, bilhassa ekonomiye yine dayanıyor. Sağlıklı yaşayabilmek için düzenli bir işin olması gerekiyor. İşte elektrik derdimiz. 4-5 gündür elektriğimiz yok. İstanbul’un göbeğinde yaşıyoruz 4-5 gündür elektriğimiz yok. İşsizlik oranı had safhada. Orada yaşayan insanların yüzde 80’i diyebiliriz.
       

       Oğuz Haksever: Ama insanların işsiz olması, sağlık hizmetlerinden yararlanmaması anlamına da gelmiyor.
       
       Osman Bey: Ekonomik durumu olmayan bir insanın çocuğu hastalığında son anda götürebiliyor. Normal bir ateşi çıktığı zaman götüremiyor. Gerçekten oraya gidebilmesi için para lazım. Araba tutması, ya da arabayla gitmesi lazım. Belli başlı olanlar bunlardır.
       
       Oğuz Haksever: Mustafa Bey, sizinle devam edelim. Hasta haklarının bir çok alt başlığı var. Lizbon bildirisine baktığımızda, Bali bildirisine baktığımızda bunları görüyoruz ama vatandaş, sağlıklı yaşam hakkının temeli konusunda bilgili mi?
       
       Mustafa Sütlaş (Hasta ve Hasta Yakınları Hakları Derneği): Bilgili olması çok işe yaramıyor. Az önce Gencay Hocamın, gerek ülke üzerinde gerek uluslararası belgelerin üstünde yaşamımızı belirleyen başka bir belgemiz var.
       Avrupa Birliği’nin arefesindeyiz. Ve ona uyum sağlaması sırasında yapmamız gereken işler var. Ama bu işlerin arasında, örneğin, sağlık alanının özelleştirilmiş biçiminde bile, az önce gördüğümüz olumsuzlukları, sağlıklı yaşamayı ortadan kaldıran olumsuzlukları ortadan kaldıracak düzenlemeler yok.
       Sağlıklı yaşam, sağlığın korunmasını, geliştirilmesini temel alıyor. Sağlıklı yaşam hakkı diyoruz. Hastalıklardan arındırılmak, hastalıkların tedavi edilmesi de bunun içinde. Ama en temel hakkımız, bunun içinde, yine Türkiye’nin 1998 yılında uygulamaya koyduğu hasta hakları yönetmeliğinde sağlık hizmetinin bütününü kastederek, insanların doğal hakkı olarak bu, buraya kaydedilmiş durumda. Bütün bunlara ulaşma noktasında çok ciddi sıkıntılar var.
       Ama ulaştıktan sonra da çok ciddi sıkıntılar var. Bu organizasyon bozukluğu sırasında, sağlık hizmeti gerektiği gibi alınamıyor. Çünkü sağlık hizmetinin olmazsa olmaz unsurları var. Bilgilenme hakkımız var. Gizliliğimize riayet edilmesi hakkı var. Bize yapılacak işlemlerle ilgili bilgilendikten sonra ona rıza gösterip göstermeme, kabul ya da reddetme hakkımız var. Ama biz, sağlık hizmetine baktığımız zaman bu temel hakların hiçbirinin bu koşullarda söz konusu olamadığını görüyoruz. Dolayısıyla insanlarımız hasta haklarının bu bağlamını bilmiyorlar. Ama onların gözüne daha çarpan, sağlık hizmeti aldıkları sırada yaşadıkları, yaşamlarını etkileyen olumsuzluklar...
       Oysa, bu buzdağının görünen yüzü bile diyemeyeceğim, sadece kenarındaki bir küçük parçası. Önce toplum olarak bu hakları bilmek ve bu haklara sahip çıkmak gerekiyor. Bunun da yollarından bir tanesi, sağlığımızın ne olduğunu anlamak. Az önce Ayazma’dan gelen arkadaşımın söylediği gibi, sağlığımızın çevre demek, sağlığımızın iş demek, beslenme demek, bulaşıcı hastalıklardan korunmak demek olduğunu anlamamız lazım. Ama bunları anlatsak da, bunlara kaynak ayrılmadığı koşulda, Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde getirilen nokta o.
       Genel sağlık sigortası, diyoruz, koruyucu hekimliği kapsamıyor. Çevreye, düzenlemeye ilişkin bir takım durumları, hizmetleri kapsamıyor. Sağlık hizmetinin özelleşmesi diyor. Eğer yapılabiliyorsa, devlet bu alandan çıksın diyor. Ama karşılığını ödeyemeyen insanlara, sağlık hizmetinin nasıl sunulacağıyla ilgili bir düzenleme yok. Yani, bir paradoksun, bir açmazın tam göbeğindeyiz ve burada insana sahip çıkarak, sizin bugün yaptığınız gibi insanın onuruna sahip çıkarak davrandığımız zaman bu hakları elde ederiz.

       
       Oğuz Haksever: Hasta ve Hasta Yakınları Hakları Derneği, nasıl bir iletişim hattı kurdu, sivil inisiyatif özelliğini biraz daha güçlendirmek için?
       
       Mustafa Sütlaş (Hasta ve Hasta Yakınları Hakları Derneği): Burada hakkın talep edilmesi çok önemli bir nokta. Talep edilmesi için de bilinmesi lazım. Derneğin amacı bu hakkı herkesin bilmesi için elinden gelen herşeyi yapabilmek. Ama sağlık hizmeti devam ediyor. Az önce sözünü ettiğimiz haklar ihlal ediliyor. Bu noktada ihlal edilen haklar doğrultusunda da bir takım şeyler yapma görevimiz var.
       Tabii ki bunu öncelikle önleme görevimiz var. Sağlık kurumlarında, sağlık hizmeti alan kesimlerde, bunun değişik bileşenlerinde bu haklardan sözederek bir koridor açmaya çalışıyoruz. Çok azız. Türkiye’de şu anda kurulmuş üç tane dernek var.
       Yeni bir bilgiyi sizlerle paylaşalım. Hasta Hakları Yönetmeliği’nde yeralan, sağlık kurumlarındaki oluşması gereken hasta hakları birimlerini şimdiki hükümet 30 ilde 50 pilot hastanede uygulama kararı verdi, çok yakında. Bununla ilgili sağlık kuruluşlarında birer yapı oluşturuldu. Bu yapıların içinde hasta haklarıyla ilgili gönüllü örgütlenmelerden temsilciler olmak zorunda. Ama bizim şu sıradaki en temel işlerimizden bir tanesi, 30 ildeki 50 hastaneye nasıl yetişebilirizin derdindeyiz. Çünkü bu anlamdaki hakkın farkına varıp da, bunun örgütlenmesini sağlayan yapılar ne yazık ki...
       

       Oğuz Haksever: Daha henüz hastanın ya da vatandaşın ayağına gitme aşamasını tam anlamıyla gerçekleştirmiş değilsiniz. O da bilen, ancak size başvurursa, bu hizmeti verebiliyorsunuz.
       
       Mustafa Sütlaş (Hasta ve Hasta Yakınları Hakları Derneği): Buradan, en azından bunu sağlamanın bir zeminini yaratmak belki mümkün. Programı izleyen insanların içinden bu konuda zaman ayırabilecek birileri bize ulaşırlarsa, bir şekilde bulundukları yerde bu örgütlenmenin en azından çekirdeklerini atabiliriz.
       
       Oğuz Haksever: Gencay Bey, biraz önce hangi sorular yoğunlaşıyor konusunda iki mesele ortaya çıktı. Biri eşit muamele sorunu, ikincisi bıçak parası. Bunlar için neler söyleyebilirsiniz?
       
       İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Gencay Gürsoy: Önce eşitsizlik meselesini gündeme getirelim. Hakikaten Türkiye’nin sağlık alanında üç karakteri varsa, eğer üç sözcükle ifade edeceksek, bir tanesi yetersizlik, bir tanesi düzensizlik, bir tanesi de eşitsizlik... Çok çarpıcı bir eşitsizlik var. Bunu anlamak için zaten Türkiye’deki gelir dilimlerine bakmak yeterli. Birinci yüzde 5’lik gelir grubunun sağlığa ulaşma, sağlık koşullarına ulaşma olanakları, Avrupa’yı bırakın, Avrupa’nın kaymak tabakasına yakın bir d üzeyde. En altta tabakadaki yüzde 5’in, Osman Bey’in ifade ettiği varoşlarda ve kır yoksullarının sağlık koşullarına ulaşma olanaklarıysa Afrika düzeyinde. Bebek ölümlerine baktığımızda, Türkiye ortalaması binde 47. Avrupa ortalaması binde 7-8 civarında. Yunanistan, Avrupa’nın en kötüsü, binde 9. Komşularımıza bakın. Az çok ekonomik durumu bize benzer ve biz onlardan daha iyiyiz düşüncesindeyiz. Irak’ı dışta bırakırsak, savaş yapıyor, Suriye’nin çocuk ölüm oranı bizden iyi, İran’ın, Lübnan’ın, Ermenistan’ın, Gürcistan’ın bizden iyi. Şimdi böyle bir tablo...
       
       Oğuz Haksever: Daha mı kötüye gittik?
       
       İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Gencay Gürsoy: Maalesef öyle. Yani, son 10 seneyi işin içine sokarsanız, sosyal devlet kurumlarının zayıflamasını sürecini dikkate aldığımız zaman bunun neden geriye gittiğini anlamak mümkün.
       Demek ki çok çarpıcı bir eşitsizlik var. Yani, yoksulların sağlık koşullarına sağlık olanaklarına kavuşma doğrultusunda adımlar atılması lazım. İşte yapılan nedir, yapılmaya çalışılan sağlık reformu adı altında tartıştığımız gündemi özetlersek, bu ne yazık ki, çok isterdik ama bu hükümetin de geçmişte olduğu gibi bu yoksul kesimin lehine bir sistem tercihi yapmadığını görüyoruz.
       Bıçak parasına geleyim. Bir kere, bugün çok ciddi bir sorunumuzdur. Bizi üzen etik bir problemdir. Bunun savunulacak hiçbir tarafı yoktur. Ama sakın bunu Türkiye’de hekimlerin genel bir tavrı olarak yargılamamak lazım. Çok düşük oranda, özellikle Anadolu kentlerinde bunun da bir takım nedenleri açıklanabilir ama ben bunlara girmiyorum, gerek de yoktur. Bu bir ahlaki sorundur, yapılması suçtur. Ama bunu önce devletin takip etmesi lazım. Sağlık Bakanlığının takip etmesi lazım. Tabip Odalarına bir tek kişi bildirilsin. Ertesi gün onun cezası alınır.
       

       Mustafa Sütlaş (Hasta ve Hasta Yakınları Hakları Derneği): Örneğin şimdi sağlık çalışanlarına maaşlarını iyileştirme adına yapılmaya çalışılan performansa göre, ücret konusu tam da eşitsizliği sağlayan, üstelik de burada sözü edilen bıçak parasına giden yolu açan bir uygulama olacaktır.
       

       Oğuz Haksever: Osman Bey, Hasta ve Hasta Yakınları Hakları Derneği’nin ve baroların çalışmalarını biliyor muydunuz? Sizin bulunduğunuz bölge biliyor muydu?
       

       Osman Bey: Orada yaşayan halktan biraz daha aydın olarak kendimi görmeme rağmen, yeni yeni, burada duydum. Açık söyleyeyim.
       
       Mustafa Sütlaş (Hasta ve Hasta Yakınları Hakları Derneği): Bu bize, hak aramanın gerçekten hak arama sözcüğünü etmenin bile zorluklarını öncelikle düşündürüyor. Birkaç tane yayın organı dışında bunlara değinildiğini görmüyoruz. Başka türlü de kendi olanaklarımızla 15 milyonluk İstanbul’un 15 milyonuna ulaşma şansımız yok.
       
       Oğuz Haksever: Acaba bu alanın bir hareketlenmesi umut veriyor mu?
       

       İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Gencay Gürsoy: Kesinlikle veriyor. Bakın, Sağlık Bakanı, Türkiye’deki reformu özetlerken bir anahtar sözcük kullandı. Hasta, bundan sonra bizim müşterimizdir, dedi. Bu o kadar büyük bir tepki uyandırdı ki, işte, sağlığı piyasaya kurallarına terketmenin somut bir delili bu. Bu, gerek hastalarda, gerek hekim kesimi arasında çok ciddi şekilde eleştirilere yolaçtı. Bu ayın 24’ünde Türk Tabipler Birliği’nin kararıyla Türkiye’de hekimler, genel sağlık sorunlarını ve hekimlerin kendi sorunlarını gündeme getirmek için bir eylem yapma kararındadırlar. Bunu da şimdiden açıklayayım.
       
       İstanbul Barosu Hasta Haklarının Korunması Komisyonu Bşk. Hilal Gültepe: Bıçak parasıyla ilgili konuşmak istiyorum. Vatandaşlarımız böyle bir olayla karşı karşıya kaldıklarında hangi haklara sahipler, nerelere müracaat edebilirler konusuna açıklık getirmeye çalışayım. Bıçak parası, hekimlerimizin tıp mesleğini uygulamasından kaynaklanan bir kusuru değildir.
       Bu bambaşka, farklı bir olay. Vatandaşlarımız, böyle bir karşılaştıklarında Cumhuriyet savclığına direkt olarak suç duyurusunda bulunma hakları vardır.
       Baro’nun şu şekilde bir yardımı olabilir. Biz, profesyonel anlamda komisyon olarak bu yardımı yapamıyoruz ama maddi durumu yeterli olmayan vatandaşlar, haklarını dava açma yoluyla arama yoluna giderlerse, o zaman bizim baromuzun adli yardım bürosuna müracaat edebilirler. Hem tabip odalarına şikayet yoluna gidebilirler. O konuda disiplin cezası alıyorlar. Hem de cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunabilirler.
       

       
       
       

 

 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları