|
|
Güzel sanatlardan biri olarak şiirden çok daha eski ve yaygın; bir düşü veya düşüşü karşılama açısından romandan çok daha kapsamlı ve elzem; müziğin oluşum ve icrası için de, resimlerin ihtiyaç duyduğu duvar söz konusu olduğunda da yine mimariden söz etmek gerekiyor. Mimari kaygıların en alt düzeyde seyrettiği bir ülke için biraz lüks gibi görünüyor bir taraftan da. Ama her gün içinde yaşadığımız deprem paranoyasını hesaba katarsanız, M.Ö. 25 yılında, eski Roma mimarlarından Marcus Vitruvius tarafından belirlenen ve günümüzde de geçerliliğini koruyan mimarinin üç ana unsuru hemen ilginizi çekecektir büyük ihtimalle: Yararlılık, sağlamlık ve güzellik... |
Mimarlığın Öyküsü - Öğeleri, Tarihi ve Anlamı / Leland M. Roth / Çeviren: Ergun Akça / Kabalcı Yayınları, 724 sayfa
|
EVLERİN YALIN HALİ Türk şiirinin en güçlü ve en eve dönük isimlerinden biri olan Behçet Necatigil, ahretti iman, dünyada mekân sözünün dillerden düşmediği kültürlerde bile mekân dağılımının yeterince adil olmadığını, herkesin başını sokacak bir evi öyle kolay kolay bulamadığını şöyle anlatıyor o çoklarının ezberinde olan güzelim şiirinde: Şu dünyada oturacak o kadar yer yapıldı: / Kulübeler, evler, hanlar, apartımanlar / Bölüşüldü oda oda, bölüşüldü kapı kapı / Ama size hiçbir hisse ayrılmadı / Duvar dipleri, yangın yerleri halkı / Külhanlarda, sarnıçlarda yatanlar! Anlatıyor da ne oluyor, ne olacak, hiçbir şey! Gündelik hayatımızın hemen her alanına giren fay hattı, tetikleme, rihter ölçeği, Kandilli rasathanesi gibi kelime ve kavramların da koyu renkli kalemlerle altını çizdiği gibi, Türkiye bir deprem ülkesi! Ama işte o kadar! Kabalcı Yayınlarından geçtiğimiz günlerde yayımlanan Mimarlığın Öyküsünü okuyunca, Misak-ı Milli sınırları dahilindeki gerçek depremin hangi zihinsel alanlarda yaşanması gerektiğini bir kez daha son derece net ve bir o kadar da üzücü bir içimde görüp algılıyorsunuz. Çünkü, daha geçtiğimiz yıl binlerce cana mal olan deprem, herşey bir yana, son analizde mimari cehaletin doğal bir sonucu olarak çıkıyor karşımıza. Madem ısrar ediyorsunuz, biraz daha detaya inelim bari... MİMARİNİN SACAYAĞI: YARARLILIK, SAĞLAMLIK VE GÜZELLİK Mimarlığın belki de en temel tanımı, yaklaşık İÖ 25 yılında, eski Roma mimarlarından Marcus Vitruvius tarafından verilmiştir (...) Vitruvius tarafından betimlenen mimarlığın temel öğeleri antik çağdan beri özünde değişmeden kalmıştır. Mimarlık diye yazıyordu Vitruvius, yararlılık, sağlamlık ve güzellik sağlamalıdır. (...) Vitruviusun yararlılıkla kastettiği şey, odaların ve mekanların kullanımlarının hiçbir şeyin engelleyemeyeceği biçimde düzenlenmesi ve böylece yapı yeriyle kusursuz bir uyum içinde olmasıdır. Sağlamlık ise temellerin sağlam olması ve yapı malzemelerinin özenle seçilmesi anlamına gelir. Güzellikle kastedilense yapının görünüşünün hoş ve zarif olması ve öğelerinin doğru simetri kurallarına göre orantılanmış olmasıdır. Bu güzellik ya da venustas fikri sonraki yüzyıllarda değişik şekillerde yorumlanmış olsa da Vitruvius üçlemesi hâlâ iyi mimarlığın öğelerinin geçerli bir özeti olmaya devam ediyor. Mimarlığın Öyküsünün yazarı Leland M. Rothun da belirttiği gibi, dünümüzün modern mimarisi de, günümüzün postmodern mimarisi de Vitruviusun - tarihe dikkat edin! - M.Ö. 25 yılında belirlediği üç ana unsurun etrafında dönüyor: Yararlılık, sağlamlık ve güzellik. Şimdi başımızı kaldırıp çevremize yani yaşadığımız, çalıştığımız, eğlendiğimiz, yemek yediğimiz, şayet öyle bir derdimiz varsa ibadet ettiğimiz yerlere bakalım alıcı gözüyle. Bunlar yararlı nesneler mi sizce, bir başka ifadeyle fonksiyonlarını tam anlamıyla yerlerine getirebiliyorlar mı? Evde uyuyup lokantada karnımızı doyurabildiğimize göre mesele yok diyorsanız yanılmaktasınız ki hem nasıl yanılmakta... Yuvanızı yaparken, sizin ihtiyaçlarınızı mı göz önünde tutmuş dersiniz mimarınız yoksa, şu kolonu geriye çekip balkonu yarım metre dışarıya taşırırsam bir bakla oda daha kazanır, böylece evin fiyatına bir 50 bin dolar daha eklerim diye mi düşünmüş? Çalıştığınız işyeri, işyeri olarak mı dizayn edilmiş gerçekten, yoksa eski bir tekstil atölyesiyken, sonradan avukat yazıhanesi veya doktor muayenehanesi haline mi getirilmiş? BEN GÜZELE GÜZEL DEMEM... Sağlamlık meselesi ise doğal olarak tarih boyunca da büyük önem arzediyordu. Günümüzde sağlam olmayan binaların daha vahim sonuçlar doğurmasının sebebi, nüfustaki büyük artış kolayca tahmin edilebileceği gibi. Sağlam olmayan bir bina, deprem de dahil herhangi bir nedenle yıkıldığı zaman, eskiden iki kişi ölüyorsa, şimdi en azından 22 kişiye mezar oluyor, olabiliyor bazı ülkelerde. Sağlamlığı denetlemesi gereken kurumlar da, ayrı bir sağlamlık raporuna ihtiyaç gösterince, pirincin taşını ayıklamak kimseye nasip olmuyor kolay kolay. Vitruviusdan elimizde kala kala bir tek güzellik kalıyor sizin anlayacağınız. Şimdi elinizi vicdanınıza veya daha münasip bir yerinize koyun da söyleyin, memleket mimarları için en önde gelen temel sorun, estetik kaygı değil midir zaten? İşin burasında kitaba yani Mimarlığın Öyküsüne dönmekte yarar var: Mimarlık kaçınamadığımız sanattır. Vahşi doğada değilsek her uyanık anımızda onunla birlikteyiz; o içinde yaşadığımız sanat biçimidir. Belki de bu tanışıklık yüzünden mimariyi, üzerlerine pek düşünmediğimiz şu gündelik teknik aygıtlarımızın en büyüğü, yalnızca yararlandığımız bir etmen olarak görme eğilimindeyiz. Ama diğer sanatlardan ayrı olarak mimarlık, insan davranışını etkileme ve koşullama gücüne sahiptir; örneğin bir odadaki duvarların rengi ruh durumumuzu belirleyen etkenlerden biridir. Kuşku yok ki, duvarların rengi - ruh durumu örneği, günümüzde giderek bir başka sanat dalına dönüşen iç mimarinin alanına giriyor. Oysa, çok daha genel bir belirlemeyi 1943 yılında, İngilizlerin ünlü devlet adamı Winston Churchill yapıyor. Sözü edilen yılda İngiliz Parlamentosu bir yangına kurban gitmiş ve yerine yenisinin yapılmasına ilişkin tartışmalar başlamıştır. Muhafazakarlığı ile tanınan İngilizlerin pek de muhafazakar olmayan bir kesimi, yeni parlamentonun Fransız veya Amerikan modellerine göre yapılmasını istemektedir. Halbuki, yanan parlamento, eski bir kiliseden bozmadır ve milletvekillerinin karşılıklı oturma esasına göre düzenlenmiştir. Tartışmaların uzaması üzerine Churchill, tarihi bir konuşma yaparak, sadece İngiliz toplumuna değil, mekân - insan ilişkisi konusunda kafa yorması gereken herkese unutulmaz bir ders verecektir: Önce biz yapılarımızı şekillendiriyoruz, daha sonra onlar da bizi şekillendiriyor. O HÜZÜNLÜ HİKÂYE Mimarlığın Öyküsü, 724 sayfalık hacmine ve tercümedeki kimi aksamalara rağmen rahat okunan bir kitap. Her okuyana çevreye göz gezdirme bilinci verdiği kadar, çevresinin içler acısı hali karşısında nedamet duymayı da öğretiyor: İyi mimarlığın yerine getirmesi gereken fiziksel ve fizyolojik işlevler de vardır. Bir örnek olarak, bir doktorun ofisindeki bekleme odası ya da bir hastanenin acil bölümü çoğu insanın kaygı duyduğu yerlerdir. Mimar, antiseptik bir klinik atmosferi yaratmak yerine, bahçe manzaralı bir evin oturma odasını andıran evcil bir atmosfer yaratarak bu kaygıların azalmasına yardımcı olabilir. Olabilir tabii, neden olmasın ki? | |||
|
|||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||
Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler | Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||||||||||||