|
Galatasaray ve Manchester United örneği! ''Zulümpiyat Stadı!'' Lorant'ın gönderilmesi sorunu çözer mi? Fatih Terim'e Neler Oluyor? Eleştirel Eleştirinin Eleştirisi ya da Güneş'in Çocukları... |
|||
Bunları neden mi yazıyorum? Mircea Lucescunun, oyun anlayışını, taktik ve sitemini ister beğenelim, ister beğenmeyelim; isterse giyim kuşamını eleştirelim, saçına, başına dil uzatalım, sonuçta Lucescu Türkiyede üçüncü yıldır, futbolumuza damgasını vuruyor, tartışılmaz başarılara imza atıyor. Bu satırların yazarı olarak, benim de zaman zaman eleştiride bulunmaktan kaçınmadığım, günümüzde show-business haline gelmiş futbolun, estetik yönünden daha çok realistiğine inanan ve buna göre taktik ve oyun anlayışı ile sistemini şekillendiren bir insan olarak gördüğüm Lucescu, ulaşmak istediği hedeflerine ulaşıyor ve somut olarak da başarılarını tescil ettiriyorsa, aslında eleştirilerimiz boş bir tartışmadan öteye gitmeyen, bir tatmin aracı mıdır yoksa? Aslolan varılmak istenen yere ulaşmaksa, Lucescu, bunu hem Galatasarayda hem de Beşiktaşta başarmış nadir teknik adamlardan birisidir oysa. Futbolda, tarih şampiyonlukları yazar, istatistik de bunları tescil eder her zaman. Olayın nedeni, biçimi ve gerçekleştirilme şekli ise sosyolojik bir yorumdan ibarettir aslında. Yazımızdan da anlaşılacağı üzere, ben Mircea Lucescunun bir teknik, taktik eleştirisine girmeyeceğim. Zaten bu konuda, yine bu sütunlardan başlamak üzere, tüm medyamızda yoğun bir eleştiri ve Terimle kıyaslama üzerine engin yazılar yazıldı, yorumlar yapıldı. Bu yorumlar içinde, sevgili dostum Nurullah Bakırın Lucescu, şampiyonluk ve gelecek ile yine okur yazarlarımızdan sevgili Gökhan Doğanın, Lucescu-Terim isimli sitemsel, teknik ve taktik yönden doyurucu ve özlü analizlerine, bu platformda bakılabilir. Ben, M.Lucescunun, gözardı edilen entellektüel ve insan yönüne ilişkin, düşünsel gözlemlerimi paylaşmak istiyorum sizlerle. 2001-2002 sezonunu Galatasaray, Fenerbahçenin önünde şampiyon olarak bitirip de, yüzbaşılığa terfi ettikten sonra; komutan Lucescu ve şampiyonluğa çok büyük emekleri geçmiş başta Perez, Victoria, Capone gibi futbolcular, sert esen şampiyonluk rüzgarı ile dörtbir yana savruldular. Bu rüzgar Galatasarayda, bir bilge adamı, bir futbol filozofu olan Lucescuyu da Galatasaraydan koparıp, Beşiktaşa doğru aldı götürdü. Aslında, sezonun en farklı, en iyi oyunu oynayarak, son Yozgat maçını 5-0 gibi bir skorla kazanan Galatasarayı, Ali Sami Yenin yıllara yenik düşmüş, yaşlı ve yorgun türibünlerinden izleyen taraftarın bir yanı, şampiyonluğun verdiği mutluluk sarhoşluğunda boğulurken; diğer tarafı da sonu hüzünlü bir ayrılıkla bitecek bir galibiyetin verdiği buruk bir sevinci yaşamaktaydı. Çünkü, biliyorlardı ki, bu maç, Lucenin Galatasarayın başındaki son maçıydı. Lucescu, tıpkı Beşiktaşın bu sezon son maçında olduğu gibi, tadı damaklarda kalan bir bir futbol resitali sunmuştu o maçta da. Ve tribünlerden, kulakları sağır edercesine bir I love you Luce tezahüratı yükselmekteydi. Lucescu, takıma ve taraftara çok şey vermişti. Tribündeki adam bunun farkındaydı. Türibünlerin isyanını tek bastıran şey, İmparator Terimin geri dönüşüydü. Biz, Lucenin kaderinin belki de dönüm noktası olan İtalya günlerinden işe başlayalım. Takvimlerin 21 Mart 1999u gösterdiği gün İtalyada İnter, düşmeme mücadelesi veren Sampdoriadan dört gol yiyip de, medyanın eleştirileri tahammül edilemez boyutlara ulaşınca, Lucescu görevini bırakmak zorunda kalmıştı. Daha sonradan belki de kariyerinin en parlak günlerine yapacağı yolculuğun, bu kadar başarılı ve renkli geçebileceğini; yokluklar içinde, mütevazi bir kadro ve bütçe ile Galatasarayda büyük başarılara imza atabileceğini ve daha sonra da çok sevdiği Galatasarayından koparılıp, ezeli rakip Beşiktaşa Avrupada çeyrek final, Türkiyede ise lig şampiyonluğu yaşatabileceğini nereden bilebilirdi ki? İşte İnterin, Sampdoriadan aldığı ağır mağlubiyet, bir yerde Lucescunun kaderini de değiştiren bir dönüm noktası olmuştu. Bu mağlubiyet ile Lucescu için İtalya, bir son olurken; aynı dönemde bir Türk hoca, Fatih Terim için de, Fierontina ve sonrası Milan, İtalyada yarım kalacak bir maceranın başlangıcı oluyordu. Lucescu, Avrupada UEFA kupası kazanmış bir takımın başına gelebilme cesaretini gösterebilen ve hiç bir kompleks içine girmeksizin, sadece görevini yerine getirme anlayışında olan bir hoca olarak Türkiyeye ilk ayak bastığında; aslında Türk medyasının da, İtalyan medyasından çok da farklı olmadığını, kendisine sorulan sorulardan hemen kavrayabilmişti. TV ekranlarından görüp, işittiğim, gazetecilerin kendisine ilk sordukları soru ve bu soruya verdiği yanıt hala belleğimde saklı. Fatih Terimin oyun sistemi ile mi oynayacaksınız? diye sormuşlardı. Dört yıl üst üste şampiyon olmuş, UEFA Kupasını kazanmış bir takımın oyun sisteminin değiştirilmesi herhalde beklenilmezdi. Lucescunun yanıtı, tabii ki ne olabilirdi? Ama Lucescu, daha ilk günden tarihsel sürecin gelişimine kendi damgasını vuracak yanıtı vermekte hiç tereddüt bile etmedi. Hayır, Galatasarayın oyun sistemini, artık, herkes biliyor. Bu sistemi değiştireceğiz. Biz daha farklı oynayacağız diyerek, daha ilk günden gazetecileri şaşırtmıştı. Ama hiç bir zaman, buna Beşiktaşın şampiyonluğu da dahil olmak üzere bir gün çıkıp da, Fatih Terim aleyhinde, -o kadar yem ve tuzak soruya ve tahrike karşın- Lucescu, tek olumsuz sözcük söylemedi; aksine meslektaşını yüceltti, onore etti. Aynı şeyi, Terimde görme olanağını bulamadık ne yazık ki. Lucescunun teknik yaşamında, geçmişte flash sayılabilecek başarılarına tanık olamasak da; UEFA Kupasını kazanarak, çıtayı yükseğe çıkarmış ve camiası daha büyük başarılara odaklanmış bir takıma, hem de UEFA Kupası apoletli ve efsane olmuş bir hocanın yerine geçmek üzere, üstelikte sürekli performansının bir önceki teknik adamla kıyaslanarak, yıpranma ve hedef tahtası olma olasılığının çok da yüksek olduğu, başarısız olma lüksünün hiç bulunmadığı, bilişim alanını olumsuz etkileyebilecek bir ortama, ayak basmanın bilincinde, yeni bir teknik adam olarak, performansı bu düzeyden aşağıya çekmeden ve daha yükseklere taşıyabilme adına, özgüven ve cesaret sergileyip, böylesi bir riske katlanıp; Galatasarayın başına geçmesi, gerçekten her teknik adamın harcı değildir. Hele futbol dünyasının kurtlar sofrası olduğunu düşünürsek, bu son derece riski yüksek bir tercih olmuştur Lucescu için. Lucescu bu bilinç içerisinde, sürekli Fatih Terim ile kıyaslanıp duracağını biliyordu ve nitekim de hep öyle oldu. Hatta ilk yıllarında Galatasarayda aldığı başarılar, hep Terimin mirasının bir eseri olarak görüldü. O ise buna hiç alınmadı. İşinin gereği, Terimin dörtlü savunmasını bozmadan, takımın iskeletini çok da değiştirmeden, sessiz sedasız yoluna devam etti. Asıl olan başarının elde edilmesiydi ve bu yolda hiç kimsenin de önüne kırmızı halı sermeyeceğinin bilincinde yoluna devam etti. Ne sembollere, ne bu sembollerden oluşan imajlara hiç mi hiç takılmadı. Hatta kendisinin o dönem giyim ve kuşamına dil uzatıp, kendisini çeri başı ilan eden medyaya bile aldırmadı. O sadece çalışkan bir görev adamı olarak, doğru bildiği yolda yoluna devam etti. Beklenti ve imaj peşinde koşan medya, maalesef, onun ne beş dil bildiğinden, ne koltuğunun altında taşıdığı gündelik Fransızca ve İtalyanca gazetelerden, ne de Türk ve Osmanlı tarihinden okuduğu kitaplardan hiç mi hiç haberi olmadı. Lucescu, Galatasaraya geldiğinde kendi ifadesiyle; saldırgan bir oyun zihniyetini karşısında buldu. Futbolcularının bireysel marifetleri yüksekti. Galatasaraya kollektivite, ortaklık ruhu bağlamında katkıda bulunmaya çalıştı. Oyuncuların zekalarına hitap edip; agresiflik zihniyetine, organize sabrı eklemeye çalıştı hep. Ve gerçekten Lucescu, ikinci yıl, dağılan Galatasaraydan kalanlarla, çok mütevazı ve dar bir bütçe ile, çok iyi örgütlenmiş bir takım yaratmayı başarabildi. Yine bu yıl Beşiktaşı da baştan yaratıp, şampiyonluğa taşıyarak, herkese bu başarının bir tesadüfi olmadığını da göstermiş oldu. Aslında Lucescunun buna ihtiyacı da yoktu ama ne de olsa, Lucescu eleştirmenlerine göre Lucescu: Galatasarayda hep belirli bir iskelet ve mentalite ile Terimin mirasını çar çur etmeden, akıllıca kullanarak, bu başarılara ulaşabilmiş yaratıcı olmayan bir teknik adamdı. İşte Galatasaraydan sonra Beşiktaşta gösterdiği performans ve ulaştığı başarı, bu anlamda çok da önemli bir hale gelmiştir. Her ne kadar, kendi ifadesiyle Galatasarayda yapacağı daha çok iş var idiyse de, Galatasaraydan kopartılıp Beşiktaşa gitme sürecinde, Lucescu asla bir intikam duygusunu, üstelik medyanın her türlü dolduruş ve gazına rağmen içinde yaşatmadı. Ona göre intikam duygusu, onur ve haysiyet sahibi insanlara, yani kendisine yakışmazdı. Yine, kendi anlayışına göre, İşini yaparken, kimseye kin tutamayacağını, nefretle yaşayamayacağını; aksi halde gözünün önüne bir perde inebileceğini ve doğruları göremeyeceğini (Vatan, 27 Mayıs 2003) ifade eden Lucescu, genel kültürümüzde hiç te alışık olmadığımız bir şekilde Galatasaraydan kopartılışını da şöyle açıklıyordu: Galatasarayın bana karşı davranışını normal buluyorum. Bir başka yeniliğe, bir başka heyecana gereksinim duymuş olabilirler. Fatih Terim ile anlaşmalarını da çok doğal karşılıyorum...Terime böyle bir takım bıraktığım için gurur duyuyorum. O da bana iki yıl önce şampiyon bir takım emanet etmişti. (Hürriyet, 19 Mayıs 2002) Sürekli kendisine atfedilen Son İmparator titrinden hep rahatsız oldu. Gazetecilere her zaman, İmparator olmak değil, iyi teknik direktör olmak istiyorum diyerek, medyanın çok istediği ratingi getirecek, Terimle çatışmayı tetikleyecek, tuzak yaklaşımlardan hep uzak durdu. Medyanın bu tür yakıştırma ve kıyaslamaları karşısında, İmparator Terimdir. Ben bir futbol işçisiyim. Bence Fatih Terim sakin olabilir. İmparator o. Çünkü Türk futbolu ve Galatasaray için çok şey yaptı. Ben o seviyeye gelemedim. (Vatan, 01 Haziran 2003) diyerek, doğup büyüdüğü kültürün etkisiyle alçak gönüllülüğünü bizlere örnek olacak şekilde bir kez daha sergiledi ve sürekli Terimle kendisini çatışma içine çekmeye çalışan medyaya da tam da kendi kültür ve entellektüel birikimine uygun bir mesajı da bu şekilde vermiş oldu. Gösteriş meraklısı, medyatik teknik adam rolüne hiç bir zaman soyunmadı. Gerçek anlamda, içinden geldiği gibi davrandı. Bazen şefkatli bir baba gibi, oyun sonrası röportaj yapan terli oyuncusunun omuzuna paltosunu koydu, bazen hata yapan oyuncusunu babacan sevecenliğinde uyardı. Asla kin tutmadı, hatasında ısrarcı olmadı. sakinliğini ve sukünetini hiç yitirmeden, nasıl sabırlı ve temkinli olunabileceğini tüm oyuncularına ve teknik adamlara gösterdi. Aldığı kültürün ve dünya görüşünün etkisiyle, her zaman demokratik merkeziyetçi bir anlayışla, takımını sevk ve idare etti. Ne demokratik yaklaşımının suiistimal edilmesine izin verdi ne de ilke, tavır ve sisteminden vazgeçti. Uysal görünümün altında, aslında son derece bilge ve entellektüel bir kişilik yatmaktaydı. Günümüzde metalaşıp, bir endüstri haline gelen futbolda, profesyonelliğin doğmasıyla birlikte, futbol duygularımızın giderek köreldiği ya da yokolmaya yüz tuttuğu bir ortamda, Lucescu bize yine davranışsal anlamda bir etik ve soyluluk dersi de vermiştir aynı zamanda. Yani, ...şimdi businesse, iş hayatına dönüşen futbolda, artık nezaket duvarlarının bir bir yıkıldığı bir ortamda Lucescunun başına gelen olay, herhalde dünyada çok az futbol adamı tarafından yaşanmıştır. O kopma anında bile ders saklıdır: Lucescu, göreve devam ettirilmeyeceğini öğrenince, bırakın ben istifa edeyim Böylece tazminat ödemekten de kurtulursunuz diyebilmiştir. Şimdi eğri oturup, doğru konuşalım... Lucescuyu korkaklıkla, bezirganlıkla eleştirip, daha da ileri giderek Rumen çingenesi diye sıfatlar uyduranlar, acaba bir milyon dolara mal olan bu soyluluğu görebilirler mi? Kaç teknik adam, böyle bir ortamda aynı davranışı sergileyebilir (Atilla Gökçe, Milliyet, 8 mayıs 2002) Yazımızın sonuna gelirken, Lucescuyu, bir futbol dahisi olarak göremeyebilirsiniz. Savunma güvenliği ve kontrolünü elden bırakmayan, riske girmeyen, dengeli futbol anlayışını, korkaklık ve hatta pasiflikle suçlayabilirsiniz. Oynattığı futboldan zevk almayabilir, estetikten yoksun bulabilirsiniz. Hatta, geçmişte ülkemizde tanık olduğumuz Derwall, Feldkamp ya da dünya da halen faal olan teknik adamlardan Capello, Scolari gibi kendi ekolünü yaratmış hocalarda olduğu gibi futbol zamanına damgasını vuramamış, mükemmel olmayan birisi olarak da görebilirsiniz. Ve hatta devrimci futbol anlayışı ile oynattığı futbolla ülkemize UEFAyı getirmiş, efsane hoca Fatih Terim ile aynı kefeye de koymayabilirsiniz. Ama ortada bir gerçek var ki, bu gerçek; geçmişte Galatasarayda, şimdi de Beşiktaşta ulaştığı başarıların, tarihin ve istatistiğin altın sayfalarına kaydedilmiş olduğu gerçeğidir. İşte bu gerçekleri yatsıyamazsınız. Lucescu, mümkün olan en güvenli yönden başarıya ulaşmaya çalışan, bu amaçla fazla risk üstlenmeyen, bu nedenle de azgın hırslarından, şişkin bir egodan, en çok da mesnetsiz iddiadan kendini soyutlamış(Oray Eğin, Radikal, 1 Aralık 2002) bir teknik adamdır. | ||||
|
|||||||
Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||