|
Tayfun Öneş'in tüm yazıları -5- Tayfun Öneş'in tüm yazıları -4- Tayfun Öneş'in tüm yazıları -3- Tayfun Öneş'in tüm yazıları -2- Tayfun Öneş'in tüm yazıları |
|||
Bizim o vakitler uluslararası futbol yıldızlarıyla kurduğumuz tek bağ ise TRT ekranıydı ve varsa yoksa Almanyadan Futbol programıydı. Doğal olarak da futbol aşkımızı süsleyen yıldızların çoğu, adeta tıkır tıkır çalışan bir makine istikrarıyla oynayan Alman Milli Takımı futbolcularıydı. Almanların hafta içinde Bundesligada birbirlerine attıkları golleri izleyerek büyüyen bizler uluslararası turnuvalarda Almanya ile eşleştiğimizde (maçlardan önce hangi hoca, hangi köşe yazarı ne derse desin) bir kere içimizde 1-0 mağlup başlardık maça. Belki de bu yüzden, iple çektiğimiz o Dünya Kupası maçlarında o zamanlar futbollarına daha az aşina olduğumuz Brezilya, Arjantin hatta Kamerun gibi ülkelerin Almanyayı, namı diğer panzerleri nasıl alt edeceklerini, sinsi bir iştahla beklemeye koyulurduk. İşte o yıllarda, beleşçi Mülller, sevimli Breitner, koca elli Sepp Maier ya da sahaya takım elbiseyle dahi çıksa yine kötü oynamayacağını bildiğimiz klas Beckenbauerlar yavaş yavaş emekliliğe hazırlanırlarken teenage denecek yaşta bir oyuncu, sonraki 20 küsur yıl boyunca vazgeçilemeyen adam olacağı Alman Milli Takımında sahne almaya başlamıştı. Birazdan okuyacağınız Wold Soccer söyleşisinde kendisinin de kabul etmiş olduğu gibi çok üstün yetenekli bir oyuncu olmayan Lothar Matthäus, 1982de Dünya Kupasına ilk kez katıldığında henüz 18 yaşındaydı ve Alman futbolunun herkeste ilk önce çağrıştırdığı istikrar kelimesinin bireysel anlamda en uzun ve en somut örneği olacağını o zamanlar kimse tahmin edemezdi. Ancak Matthäus, o istikrarı sayesinde daha sonra gelen 4 Dünya Kupasına birden katılma başarısını gösterdi. 5 kupada toplam 25 maç oynayarak Guinness Dünya Rekorlarına bile adını yazdırdı. 1982de ve 1986da finale kadar çıkıp her ikisinde de son 90dan döndü; 1990da azmin meyvelerini toplayarak Dünya Kupasını kucaklama başarısını gösterdi. Futbolculuğa virgülü Almanyada, noktayı Amerika Birleşik Devletlerinde koyar koymaz kısa bir süreliğine Avusturyanın Rapid Wien takımına teknik direktör olan Matthäus, Rapidin, Avusturya Ligini tarihinde ilk kez sekizinci olarak tamamlamasından sonra boşta kaldı. Belgradın Partizan takımının onu Sırbistana çağırdığı söyleniyordu ama kiç kimse Matthäus gibi birinin böyle bir teklifi kabul edeceğine ihtimal dahi vermiyordu. Sırbistandan teklif aldığı haberlerinin yayılmaya başlamasının üzerinden sadece 3 gün geçmişti ki, Lothar, kendisini bir buçuk yıllığına Partizan Teknik Direktörü yapan sözleşmeye imza attı. World Soccer dergisi, en istikrarlı panzerle sıcağı sıcağına son kararı ve antrenörlük yaşamı üzerine sohbet etmiş. Belgradta çalışmaya karar verirken ne düşündün? Biliyorum, bu kararımı duyanların çoğu çok şaşırdılar. Çünkü herkes yükselmek için Doğudan Batıya giderken ben tam tersini tercih ettim. Son 8 ayda birçok teklif aldım hiçbirisi içime sinecek kadar ciddi değildi. Ancak Partizan Kulübünden ilk arandığımda dahi içimde, onlarla çalışabileceğime dair çok güçlü bir his doğdu. Geçen yıl Rapid Wienin başındayken Partizanla UEFA Kupasında karşılaşmıştık. Nasıl bir takım olduklarını biliyordum. Ancak oynadıkları futboldan çok, yaşam tarzları, dostlukları da ilgimi çekmişti. Sırbistandan Almanyaa gelmiş bir dolu arkadaşım var; onlarla da çok şey paylaşmıştım. Üstelik Belgrad, kaliteli bir şehir yaşamı sunan, kalbi, ruhu, ihtirası, aşkı ve neşesi olan bir şehir. Bunlar çok az şehirde var ve kendimi şimdiden evimde gibi hissediyorum. Yeni takımın hakkında neler düşünüyorsun? İki haftalık tecrübeyle bir hükme varmak çok zor. Kaldı ki, kar ve buz yüzünden henüz istediğimiz kadar bir arada olup çalışamadık bile... Ancak şunu söyleyebilirim: Takımın hali tavrı bana göre doğru yolda. Çok iyi oyuncular var ve ligde en üst sıradalar ki bunun şansa olmadığına inanıyorum. Tabii, geliştirilmesi gereken şeyler de var. Örneğin bana göre takım çok sessiz ve oyuncular arası iletişim az. Belki de bu yüzden özlenen uluslararası başarı bir türlü gelmiyor. Takımın oyun içinde fark yaratacak bir lidere ihtiyacı var. Senin kadar yetenekli olmayan futbolcularla çalışmak zor mu? Bu doğru değil. Bir kere ben, öyle çok yetenekli bir futbolcu değildim. Hep çok çalıştım ve futbola karşı varolan tutkum ve takıntım sayesinde uzun süre başarılı olabildim. Şimdi bu takıntılı bağımlılığı oyuncularıma da aktarmaya çalışıyorum. Onlar her şeyin çok basit olduğuna inanıyorlar. Oysa hayatta hiçbir şey basit değil aslında. Yugoslavya Futbol Federasyonu senin için bir istisna uyguladı; antrenörlük lisansın olmamasına rağmen hocalık yapmana müsade etti. Sence gerekli eğitimi almamış eski futbolcuların hocalık yapmaları doğru mu? Herkes kendi tercihini yapabilmeli. Buna benzer başka örnekler de var. Örneğin Cristoph Daum. O, futbolcuyken çok başarılı biri değildi ama hoca olarak çok çabuk tepeye çıkabildi. Ben de benim hocalık konusunda erkenden sorumluluk alacak kadar iyi olduğuma inanıyorum. Bir de hocalık lisansım olsaydı iyi olurdu tabii. Almanyada bunun için kurslara başlıyordum ki Belgraddan teklif aldım. Ve kabul edersiniz ki şu anda Kölnde bir Spor Okulunda olmaktansa burada bu görevde olmak daha cazip bir şey. Yine de söz konusu lisans için gerekli olan sınava burada girebilmek için Yugoslavya Federasyonuna başvurdum. Yıllarca Almanya ve Bayern Münih için büyük başarılara imza attın. Sonra birden Amerikada buldun kendini ve bir de Rapid Wien olayı var; bunlar kendine olan güvenini sarstı mı? Kesinlikle değil. Hâlâ kendime güvenim tam. NewYork MetroStars maceramı ya da Rapid Wien tecrübemi kesinlikle başarısızlık olarak algılamıyorum. MetroStars benim dönemimde tarihinde ilk kez yarı finale çıktı. Ben ayrıldıktan sonra çeyrek finalde elenmişler; geçen sezon da ligi sondan ikinci bitirmişler. Rapid Wiene gelince, bana verilen hedefler arasında ilk sezon bütçeyi kısmak ve ardından Avrupa Kupalarında başarılı olmak vardı. Ben göreve geldiğimde Rapidden sadece 1 oyuncu Avusturya Milli Takımına çağrılıyordu ayrılırken bu sayı 5ti. Gençlere önem vererek alt yapıdan genç oyuncuların öne çıkmasını sağladım. Benim Andreas Herzogu takımda istemediğimi herkes biliyordu ama klüp içindeki bazı menfaatler yüzünden onunla da sözleşme imzalandı. Sadece sezonun ikinci yarısını ele aldığınızda şampiyon Tirolden yalnızca 3 puan daha az toplamıştık. Ama sonunda sportif başarı gelmeyince antrenörün ayrılması gerekiyor. Orada futbol dışı etkenler hep daha belirleyiciydi; kısacası klüp içinde bir sürü problem vardı. Avusturyada edindiğin deneyimlerden ne öğrendin? İnsanlarla uzlaşmadan işbirliği yapmaya çalışmanın ne demek olduğunu öğrendim. Partizana ise, klüp içinde ihtiyacım olan desteği alacağıma ikna olduğum için geldim. Viyanada bu olmadı. Burada herkes aynı yönde gitmek istiyor ki, bir işten herkesin kârlı çıkması ancak bu yolla mümkün olur. Futbolcuyken gösterdiğim başarıları antrenör olarak da tatmayı çok istiyorum. Partizanı bu yüzden seçtim ve antrenörlük kariyerim için çok büyük bir fırsat olarak görüyorum. | ||||
|
|||||||
Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||