|
Tayfun Öneş'in tüm yazıları -5- Tayfun Öneş'in tüm yazıları -4- Tayfun Öneş'in tüm yazıları -3- Tayfun Öneş'in tüm yazıları -2- Tayfun Öneş'in tüm yazıları |
|||
Bir derbiyi derbi yapan şeylerin başında ne gelir? Aynı şehrin iki büyük takımı ve onların taraftarları. Tadına doyulmayan, en coşkulu derbilerimiz hangileridir? GS-FB derbileri. İşte, asıl o derbilerde terse dönmeye başladı bir şeyler. Önce yarıdan ikiye böldük tribünleri... Yukarıdan aşağıya bir çizgi, sonra iki, üç, dört, çizgi halinde oturttuk üniformalı polisleri tribünlerimizin en orta yerine. Sonra bilet sayılarını azalttık, stattaki renkleri sınırladık. Aynı şehrin, olsa olsa bir maçlık misafirlerine 90 dakika bile katlanamaz olduk. Üstelik de yedi cihana misafirperverliğiyle nam salmış bir milletin evlatları olarak yaptık bunu. Sonra şunu denedik. Önce stada alırız, baktık olmuyor; atarız dışarı! Attık da. Ve nihayet gelmeyin kardeşim dedik. Siz, içimizde kin/nefret/vur-kır-parçaladan olma, ne kadar negatif duygu varsa, onları tatmin etmek için 1 hoca, 18 de oyuncu gönderin, yeter! Yalnız, onlar da haddini bilmeli, çizgiyi aşıp(!) yanımıza falan yaklaşmamalılar; Allah ne verdiyse ya da bir değil birkaç kademeli güvenlik kontrolünden cebimizde, paçamızda ne kaçırabildiysek işte, kafalarına kafalarına atarız; ona göre! Attık da... Maç günü yaklaştıkça, bir derbinin hakemine bile böyle bir maça tayin edilmenin gururunu yaşamayı çok gördük. Henüz çalmadığı düdüklerden, vermediği kararlardan dahi doğabilecek sansasyon nemalarını reyting çığırtkanlığıyla baş sayfalara, prime timelara taşıdık. Bununla övünür bir endamla sırıttık 60 küsur milyona, günlerce. VE DÜDÜK ÇALINDI, MAÇ BAŞLADI. Fenerbahçe 11i sahaya çıkarken elinde taşıdığı büyük taraftarımıza layık olacağız yazılı pankartı toplayıp saha kenarına kaldırmıştı. Stat GSlilerince kışkırtıcı bulunan bu pankart, ekran ve radyo FBlilerince anlamlıydı anlamlı olmasına da, maçın stresinden olsa gerek(!) oyuncular, ellerinde taşıdıkları şeyde ne yazılı olduğunu bir kez bile okumamış gibiydiler. Cimbom oynuyor, onlar seyrediyordu. Türk halkı yeni bir tezkere kavramıyla geçen Cumartesi yüz yüze gelmişti. GSliler ise 6-0 damgalı, o, 6 Kasım akşamından beri beklemeye koyuldukları rövanş tezkeresiyle bu Cumartesi yüzleşiyorlardı. Belli ki, hırs, hepsinin iliklerine kadar işlemişti. Bu tezkereye salt değil, mutlak çoğunlukla mutlaka sahip olunacaktı. Herhangi bir maçta dahi belirgin bir oyun sisteminden söz etmenin hâlâ zor olduğu Fenerbahçede belki bir Tuncay, bir Ceyhun, bir Rebrov, hiç olmazsa derbinin hatırına sahneye çıkıp bir şeyler yapabilirlerdi... Ama onlar da, zor zar buluştukları topları 5 metreden fazla süremiyorlardı. Çünkü Galatasaray orta sahasını, özellikle de Volkan ve Cihanı geçmek mümkün değildi. 45. dakikadaki korner atışına kadar GS kalesine bir kez bile gelemedi Fener. O arada, Galatasaray, 2 gol bulmuş bir dolu da pozisyon yakalayarak Rüştüyü sahanın yıldız adayları arasına sokmuştu bile. Sahadaki oyun dengesi o kadar açık ara Cimbomdan yanaydı ki, dakikalar ilerledikçe 40 yılda bir olan 5...6-0lık skor, sarı kırmızılıların gönlünde büyüyen bir ümit oluyordu. Bir başka Ümit daha vardı büyüyen, o da Ümit Karan. Atılan iki gol, kaçırılan bir dolu pozisyon ve rakip yarı sahada bırakılmayan basılmadık yer, Ümiti maçın adamı yapıyordu. Bu adamlığını somutlaştıran bir başka şey de, Aptullahın, Mirkoviçin ve Ümit Özatın gördüğü 3 sarı kartın da onu durdurmaya çalışırlarken gösterilmiş olmasıydı. Bir de Volkandan söz edilmeli tabii. Malatya maçındaki Batista zayiatından, bugünkü ilk 11 için Volkan alternatifi doğmuştu. Batistaya 3 gün evvel kızanlar, bugün ona duacı olmalılar. Çünkü Volkan sadece kamikazeler gibi davranmıyor, rakibin oyununu bozmakla kalmayıp arkadaşları müsait pozisyon alana kadar sakladığı topları, en uygun zamanda, en uygun yere gönderiyordu. Sezon başından beri transfer ettirdiği yeni adamları kalıcı kılmakta zorlanan Terim, Volkan ve Xavierin bugünkü performanslarına bakıldığında, o günahlarını nihayet affettirecek gibi. Maçın olmasa da, oyundaki güç farkının kırılma noktası 2. yarı başlar başlamaz gelişen ilk atakta, Fenerin kale direğinden dönen pozisyondur. O top gol olsa, şimdi bu satırlarla aktarmaya çalıştığımız maç yorumu daha ziyade skor ağırlıklı olurdu. Tarihi Fark konusunda da rövanş alma şansı, bize göre 46. dakikada direkten döndü. İkinci yarıda maçı kontrolde tutmaya niyetli Cimbom, o dakikadan sonra risk almamaya çalıştı. Fener ise ikinci yarı boyunca da koca bir hiç olmayı sürdürdü. Tuncayla çaprazdan girilen bir pozisyon ve bitime az kala Rebrovun ayağından gelen güzel frikik şutu dışında bir tane bile göze dokunur atak yapamadılar. O iki atağı da Mondragonun ustaca erittiğini söyleyelim. Fatih Terime soru sorarken bile strese giren muhabirlerin basın toplantılarındaki hallerine şahit olmak beni de etkiledi sanırım. Sanal mesafeden dahi onu eleştirmeye çekiniyorum. Hele ki böylesi bir Fener maçından sonra... İyisi mi, mesela Terim, oyuncu değişikliğinde ne kadar başarılıydı? sorusunu şeytanın avukatlarına havale edeyim, geçeyim. Yazının başında ve hatta başlığında kastettiğim şeye dönecek olursam, bugün adıyla sanıyla büyük bir derbi oynanmış olabilir. Ancak, bir tane bile rakip taraftarın tribünlere alınmadığı, 90 dakika boyunca konuk (konuğa gel!) takım adına bir tane bile olgun atağın görülmediği, bunlar yetmezmiş gibi takımlardan birinin hocasının da ortalarda olmadığı ve taktik verme işini cep telefonu (birden huylandım; yoksa cep çekmemiş olmasın!) aracılığıyla yardımcısına havale ettiği bir maça ne kadar derbi denir; bilemiyorum. Yine de bugün Cimbom için güzel bir gündür. Hatta, 8 Marta, Dünya Kadınlar Günü dendiğine bakmayın siz; bugün aslında Cimbomun günüdür. | ||||
|
|||||||
Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||