Home page

Haber Menüsü


Yazara mail atmak için resmin üzerine tıklayın.
 
Bayramda futbol muhabbeti
 
Tribündeki yerime geçtim. “Oynansın şu maç” diye dua eden gözlerle sahaya bakıyorum. Temizleyiciler çoktan girmiş tatil havasına. Umurlarında değil. Utanmasalar, kar topu oynayacaklar.
 
NTV-MSNBC
 
17 Şubat—  Yanılmıyorsam eğer, yeni popçuların henüz böyle mantar gibi türemeye başlamadığı dönemde, upuzunca bir süre “süperstar” kalabilmiş bir sanatçımızın (“süper gerdirilmiş” de diyebilirdim ama kulağına giderse çok ayıp olur valla!) her zamanki gibi yine Frenkçe’den tercüme ettirilme şarkılarından birinde aynen şöyle deniyordu: Her güzel şeyy, çabuk biteeer...

   
 
       
    MSNBC News Tayfun Öneş'in tüm yazıları -5-
MSNBC News Tayfun Öneş'in tüm yazıları -4-
MSNBC News Tayfun Öneş'in tüm yazıları -3-
MSNBC News Tayfun Öneş'in tüm yazıları -2-
MSNBC News Tayfun Öneş'in tüm yazıları
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Nerden takıldı bu şimdi aklıma/dilime?
       “Mangal tahtası” olacak değil ya, “bayram haftası”dır, bunu söyleten.
       İstanbul kısmen boşalmış, boşaltmayanlar ise, sulu sepken de olsa “ha tuttu, ha tutacak” yağan karın korkusuyla arabalarının marşına basmaktan imtina etmekte. Ben, daha dün 1-1,5 saat direksiyon sallayarak gittiğim yerlere, 20-25 dakikada gider olmuşum 9 gün boyunca. Daha ne isterim Allah’tan, Allah’ın kulu Karayolları yetkililerinden?
       Bir de şey isterim : Daha çok uyumak, dinlenmek, eşi dostu görmek, büyüklerimin ellerinden, küçüklerimin gözlerinden (nasıl oluyorsa o?) öpmek, benim elimi öpmeye çalışan (kendini bilmez!) bebelerin de yanaklarını falan okşamak isterim... Onlar da oldu, çok şükür. Bir de başlanıp bitirilemeyen kitaplar hususu vardı. Onlardan da ikisini sindire sindire tükettim ya, ne mutlu bana. Lakin 9 günlük tatil de tükendi. Dedim ya: Her güzel şey, çabuk biter(miş).
       ***
       Az önce “kar” dedim, aklıma geldi: Bayramla gelen tatile zıpkın gibi bir ruhla adım atacağım akşam, Cuma akşamı, aylar sonra yeniden, tribünden maç seyretme keyfimi “gıcır”latmak için iş yerindekilerle erken vedalaşıp Ali Sami Yen’e doğru yola çıktım. Aniden bastıran kar + bir Cuma akşamı + uzun bir tatilin girizgâhı... Hepsi üst üste gelmiş, en üstte de iki yakası bir araya gelemeyen İstanbul’un bir yakasından ötekine geçme zarureti durmakta. Saat 19:45’te ancak vardım, Kozyatağı’ndan Mecidiye köyüne. Yolda zırt-pırt cep telefonum çalıyor, “oğlum, boşu boşuna gitme; bu havada maç falan oynanmaz” uyarıları.
       “Hadi oradan, ne var, biraz kar yağıyorsa? Ucuz emek cenneti Türkiye’mde (sözüm futbol âlemimizden dışarı!) alt tarafı 15-20 kişi tutulacak ve süpürge, kürek ne varsa, 100 ila 110 metre uzunluğunda, 64 ila 75 metre genişliğinde bir dikdörtgenin dışına ötelenecek karlar. “Ben gidiyorum, hatta giriyorum içeri. Beni ‘bip’lerinizle rahatsız etmeyin artık.”
       ***
       İçerisi zifiri karanlık. Şehir cereyanı kesik(miş). Sahayı aydınlatan projektörlerden gayrı, ışık yok etrafta. Yol uzun, hava soğuk geldi, hacet giderme zamanı. Hazır, kör karanlıkta kim kime dumdumayken Dünya Takımı’nın VİP (“Very İmportant Patatoes” dermişim) bölümünde konuşlanan WC’sine gidiyorum. Hacet gidermesine giderdim ama o karanlıkta nereye giderdim, Allah bilir!
       Tribündeki yerime geçtim. “Oynansın şu maç” diye dua eden gözlerle sahaya bakıyorum. Temizleyiciler çoktan girmiş tatil havasına. Umurlarında değil. Utanmasalar, kar topu oynayacaklar.
       Oysa ben, Revivo’nun hainliğini ölçmek için onca yol gelmişim; maç illa ki oynansın istiyorum. Ha! bir de, dev adam Xavier’i izleyip bir şeyden emin olmak istiyorum. Gerçekten getirilen o mu, bu parasızlıkta; yoksa birkaç yıldır koca koca reklam panolarında, afişlerde, moda mecmualarında gördüğüm(üz) o, Xavier tipli mankeni mi kandırmışlar, “gel 17 hafta, İmparator’un maceralarına konu mankenliği yap” diye!
       Velhasıl, Xavier’i cıbıl gözlerle görmek o akşama nasip değilmiş. Bir anons sonrasında üç-beş yüz kişiyle (burası önemli; çünkü bir başka açıdan da bu, şu demek: Bilet parası çarpı 3-5 yüz kelle; anlarsınız ya!) birlikte benim de hevesim kursağımda kaldı: Hoparlörler hışırdadı: “Yarın 16:30’a ertelenmiştir”
       İyi halt edilmiştir!
       ***
       Sonrasını biliyorsunuz, ertesi gün hava hâlâ nazlı ve fakat daha “soft” olacak, lakin o maç yine de oynanmayacaktı. İçimden bir ses iki gün boyunca bu konuda yetkisini kullananlara diklendi durdu: Kosecki’li, Rotariu’lu Cimbom’un günahı neydi ki, yıllar önce daha beter bir zeminde, kara, kışa, kurda, kuşa ve hatta Werder Bremen kuşuna yem etmiştiniz onu, yine bu sahada?
       Neme lazım, ben o akşam, yattım ve hazır mübarek Kurban Bayramı da yaklaşıyorken dua edip tanrıya şükrettim: Allah’ım, şükürler olsun ki, tuttuğum takım hem Üç’ün Bir’i. (yani “Üç Büyükler”den biri) hem de Doğudaki bir ilimizin takımı değil, diye!
       Baksanıza, üç gündür, Galatasaray’ın Bursa deplasmanı yolculuğu bile daha yola çıkılmadan manşetlerde. Yok, deniz otobüsüyle mi gidilseymiş, yok, karayoluyla mı? Hayır yani, Xavier, Lukunku gibi yeni gelenler, İstanbul’u Türkiye’nin bir ucu, Bursa’yı da öbür ucu sanacaklar; ona yanarım!
       Rahmetli dedem hayatta olsa yine şuna benzer bir şeyler söylerdi:
       “Oynamayan kız dermiş, yerim daracık!”
       ***
       Bayramın bu alengirli günlerinde bir de Ortega olayı oldu. Daha doğrusu olay adam Ortega, bildiğiniz gibi, “yolcu” oldu. İlk geldiği günlerde, maçlardaki sıradan çalımlarının dahi spikerlerce nasıl avaz avaz bağırılarak, abartılarak, zaten izlemekte olduğumuz ekrandaki görüntülerinden fışkırtılarak kulağımıza pompalandığını düşündüm, gittiğini resmen öğrendiğim gün. Onu, geldiği günden beri patladı patlayacak hevesiyle bekledim durdum oysa. Maalesef olmadı.
       En çok Oğuz Çetin rahatlamıştır diye düşündüm. Oynatsa bir türlü, oynatmasa bir türlü olan Ortega’nın gidişiyle... Ve Avrupa’daki starlığı sorgulanagelen Ortega’yı, o zaman Lorant’a sormadan getiren başkan ne diyecek diye, merakla beklemeye koyuldum.
       Bugün gazetede okudum; şöyle buyurmuş: Benhur’lu, Faruk’lu takımla geldik, en iyi kadroyu kurduk.
       Taraftar ne düşünür bilemiyorum ama ben onları pek rahatlatacak bir açıklama olarak algılayamadım bu sözleri. Ne bileyim, başkana “Denizlispor’un kadrosundan birkaç isim sayar mısınız” deseniz, muhtemelen Benhur’la Faruk kadar bile isim sayamaz ama, Denizlililer (“yayaya yol ver” gibi oldu burası da) Fenerbahçe taraftarından çok daha mutludur bugün.
       Ha bir de, bugünkü maç öncesinde, bir yandan tribünlere el sallarken bir yandan da sinirli sinirli şunları söylediğini duydum: Fenerbahçe’yi medya yönetmeye çalışıyor, buna müsaade etmeyiz.
       Hangi medya sayın başkan? Beşiktaş şampiyon olduğunda bile Fenerbahçe’nin neden olamadığını manşet yapmayı tercih eden medya mı? Yoksa, Galatasaray şampiyon olduğunda, aynı günlerde, yıllar önce 103 gol atarak şampiyon olduğunuz sezonu yeniden yazı dizisi haline getirmeyi tercih eden medya mı? Hangi medya sayın başkan, bu konuda da bir açıklama lütfen!
       Bayram tatili bitti, bu yazı da burada bitsin artık.
       ..............
       SALAKLIK TARİHİ’nden
       
1949’da Columbia Pictures’ın başında bulunan Harry Cohn, genç bir oyuncuyu yıldız özellikleri taşımadığı için işten attı. Tahminen böyle birçok genç oyuncuyu işten atmıştı. Bu sefer attığı ise Marilyn Monroe’ydu.
       
       
 
 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları
Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın
Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları