|
Tayfun Öneş'in tüm yazıları -5- Tayfun Öneş'in tüm yazıları -4- Tayfun Öneş'in tüm yazıları -3- Tayfun Öneş'in tüm yazıları -2- Tayfun Öneş'in tüm yazıları |
|||
İlk önce benim en hasta olduğum konuda, antrenör değişimi/şutlanışı/kurbanedilişi konusunda bir şey söyleyeyim: Geçen sezon 18 hafta sonunda tam 13 hocaya bye-bye dendiğinde, şutlama oranı (henüz yolun yarısındayken) yüzde 72olmuştu. Bu sezon 17 haftada 8 hoca şutlandı; yani aynı oran bu kez yüzde 44; yani istikrar konusunda büyük aşama var! Bu yıl, ilk yarının tartışmasız en flaş takımı Beşiktaş oldu. Taş gibi ayakta ve tam gaz devam ediyor her cephede yoluna. Kadro son yılların en alternatifli kadrosu, hoca da, malûm, Lucescu. Kalbiniz siyah beyaz ritimle coşmaya daha dünden razıysa bu yıl şampiyonluğu neredeyse çantada keklik görebilirsiniz. Ancak, ben yine de mutlu son konusunda geçen sezonlardan çok daha fazla ümitli olamıyorum henüz. Kuşkularım ise birkaç tane : 1) Genellikle, mücadelesini daha ilk yarı sonlarında tek cepheye indirgemiş bir camia, hemen her sezon sonunda o elinde kalan tek cephede de tuş oluyorsa, 3 cephede birden savaştığı sezonda o kadar ümitli olmak niye? Yoksa, ümitli olmakla hevesli olmak yine birbirine mi karışıyor? 2) İlk yarıdaki fikstür avantajı, ikinci yarıda dezavantaja dönüşerek sezon sonu yorgunluğuyla örtüşecekse, fazla ümitli olmak için biraz erken değil de ne? Beşiktaş, ilk yarının en fazla (10 hafta) içeride oynayan takımı, örneğin takipçisi Galatasaray ise, henüz 8 maç yapmış içeride. 3) Üstelik de hâlâ şöyle bir taze gerçek var belleğimde. Düşünsenize, sizi geçen sezon finalde hallaç pamuğu gibi dağıtmış bir Denizli ile bu sezon aynı kupada kozlarınızı paylaşıyorsunuz. Tamam, Denizli de geçen sezona göre daha formda ama siz ondan kat be kat formdasınız ve rövanşı alma fırsatınız doğmuş. Üstelik de maçı, 0-1de 2-1e getirmişsiniz. Bitime bir dakika kalmış. Son bir dakikaya, aleyhinize bir penaltı, bir de gol (!) sığdırıyorsanız, ben güvenemem size. Hazır, fikstür avantajı, iç saha - dış saha muhabbetine girmişken tüm takımların bu konudaki performanslarına bir bakalım: Takımlar doğal olarak iç saha maçlarında, deplasman maçlarına göre daha üst sırada yer alıyorlar. Bu konuda performans farkı göstermeyen tek takım var: Diyarbakırspor. İlk yarı sonunda, her iki kategoride de 11. sırada kalmış. İçeride aslan, dışarıda kuzu kesilme konusunda en büyük fark Bursasporda. 10. sıradan 17.liğe kadar iniyor. Samsun ile İstanbulspor tam bir âlemler; çünkü onlar için tersi söz konusu. İki takım da deplasman maçları kategorisinde puan cetvelinde 9 sıra birden yükseliyor. Samsun, kendi seyircisinden olumsuz etkileniyor olsa gerek, iç sahada sonuncuyken, dış sahada 9. oluveriyor. Boş tribünlerin takımı İstanbulspor ise adeta, yeter ki seyirci olsun der gibi. Onlar da 16. sıradan 7.liğe kadar yükseliyorlar. Devam edelim, istatistiklere: Fenerbahçe yıllardır aynı dertten, dere geçerken at değiştirme derdinden mustarip. O konuyu geçelim. Ama Lorantın gitmesiyle artıya geçildiğini sananlar başka gidişlerden mağdur olabilirler. Ligin en fazla gol atan takımı, Gençlerbirliğinden (47) sonra Fenerbahçe (39) olmuş. Atılan Fener gollerinde ve hatta yapılan Fener asistlerinde en tepede iki imza var: Birisi Washington (9 gol), diğeri de Ortega (8 asist). İkinci yarıda, her ikisi için de nerdesin haney? denmesin de. Hazır gol konusu açılmışken: Gol krallığı sıralamasında, 13 golle en tepede, puan cetvelinin sondan dördüncü takımından, Bursadan bir golcünün (Okan) ismi olması ne kadar garipse, Okandan başlayıp 7 gol atanlara kadar inen 15 kişilik golcü listesinde lig liderinden bir tane bile golcünün bulunmaması o kadar garip, bence. Bu duruma getirilecek açıklama takım oyunu ya da Lucescunun önce defans ilkesi olacaksa, ben de konuyu kapatmadan önce, lafımı sokarım: İlhan Mansız, Pascal Nouma, Pancu ve Ahmet Dursun. Pes be birader; daha ne olsun!? Gençlerbirliği dedik, devamını getirmedik. Toplam 47 gol ne demek biliyor musunuz? İlk iki sıradaki Beşiktaş ile Galatasarayın birlikte attıkları gollerin yüzde 84ü demek. Ya da şöyle demek: İlk yarının iki flaş Anadolu takımı olan Diyarbakır ve Denizlinin attığı golleri (17+17) toplayın, üstüne de bir 17lik takım daha, mesela Göztepeyi ekleyin, Gençlerbirliğini anca yakalıyorlar demek. Ersun Yanal farkı mıdır? Ahmet Hassan, Youla farkı mı..? Kesinlikle Ersun Yanal derim. Geçen sezon, Gençlerbirliği 18 haftayı kaçıncı sırada tamamlamıştı hatırlıyor musunuz? Ben söyleyeyim: 15. (Yazıyla: onbeşinci) Hep atmaktan bahsettik; ya yenilen goller? Lucescu, onca golcüye gol atmayı öğretememiş olabilir (hatta penaltı atmayı bile! Dört penaltının yarısı boşa gitmiş) ama, son yılların en kolay gol yiyen takımına, sonunda defans yapmayı öğretmiş gözüküyor. İlk yarı sonunda yenilen gol sayısı tek hanelide (9) kalan tek takım Beşiktaş. Uzağa gitmeye gerek yok, Kartalın geçen sezon, ilk yarı sonunda kaç gol yemiş olduğuna bakarsanız (23 gol) her şey gün gibi ortada zaten. Trabzon da bu açıdan iyi yolda. Onlar da, geçen sezon aynı dönemi 26 golle kapamışken bu sezon sadece 14te kalmışlar. Ah! Bir de Fenerli Tuncay olmasaydı! Amaan, bırakalım şu istatistiklerin hepsini bir kenara da, ben size biraz Komiser Kolombodan bahsedeyim: Hani bir zamanlar Pazar akşamları TVde ilgiyle izlediğimiz polisiye bir dizi vardı; işte o dizinin kahramanı olan Komiser Kolombodan... Nasıldı hatırlıyor musunuz? Biz, yani seyirciler katilin kim olduğunu baştan bilirdik. Biz bilirdik de Komiser Kolombo bilemezdi. Hepimiz onun katili nasıl bulacağını, cinayeti nasıl çözeceğini beklerdik. İşte bizim Süperlig de aynen o dizi gibi oldu. 3 Büyüklerden biri şampiyon olacak ama hangisi? Ya da derbiler hariç hemen her maçı Galatasaray/Fenerbahçe/Beşiktaş alacak, alacak da nasıl alacak diye izler olmadık mı maçları? E o zaman daha ne? Ne anlatıyorum ki ben? Yolun sonu hep aynı, buna rağmen bu yolculuktan zevk alabiliyorsanız. İşte o zaman en büyük sizsiniz. Gerisi hikaye. ......... Salaklık Tarihinden 1920lerde Salem Ticaret Lisesinin futbol takımı Massachusettste en çok kaybeden takımdı. Salem takımı 6 yıl boyunca maçları kaybettikten sonra lig yetkilileri böyle bir okulun olmadığının farkına vardılar. Takım eyalet okullarıyla sahaya çıkmak için karşılaşma ayarlayan, okuldan ayrılmış kişilerden oluşuyordu. Bir dahaki yıl yine davet edilebilmek için her maçı kaybetmeye özen gösteriyorlardı. | ||||
|
|||||||
Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||