Home page

Haber Menüsü


 
Lorant’ın gönderilmesi sorunu çözer mi?
 
Oğuz Çetin’in, Fenerbahçe’nin “Teknik direktör öğütme” konusundaki “makus talihini’ ‘yenebilecek bir hoca olmasını temenni ediyorum.
 
Tuğrul AKŞAR
NTV-MSNBC
 
13 Aralık—  Geçen yıl takvimler 21 Aralık 2001’i gösterdiğinde, Diyarbakırspor’a deplasmanda 2-1 yenilen Fenerbahçe, kendisini bir yıl önce şampiyon yapmış, hocası Mustafa Denizli ile yollarını ayırmıştı. Bu yenilgi, camiayla “doku uyuşmazlığı” yaşayan ve taraftarca pek de içlerine sindirilemeyen Denizli’nin, uzunca bir süre “işsiz” kalmasına da neden olmuştu bir bakıma. Aradan yaklaşık bir yıl geçtikten sonra, bu kez 7 Aralık 2002’de yine Diyarbakırspor’dan alınan 3-0’lık bir yenilgi, Werner Lorant’ın da aynı akibete uğramasını, “tarihsel bir tesadüf”(!) olarak karşımıza çıkarttı...

   
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Yeni kurban Werner Lorant olurken; Lorant’ın yerine gelen Oğuz Çetin’in de aynı kaderin bir kurbanı olmaması ya da bir diğer ifadeyle Oğuz Çetin’in, Fenerbahçe’nin “Teknik direktör öğütme” konusundaki “makus talihini’ ‘yenebilecek bir hoca olmasını temenni ediyorum.
       9 Aralık 2002 Pazartesi günü, Fenerbahçe basın sözcüsü Atilla Kıyat gecenin ilerleyen saatlerinde, tane tane, öz ve duru sözcüklerle, tüm keyifsizliğini yüzhatlarına yansıtarak, Aziz Yıldırım yönetiminin sekizinci teknik direktörü Oğuz Çetin’i medyaya anons ediyordu.
       Kıyat düzenlediği basın toplantısında, son derece nazik ve dikkatli cümlelerle, son dönemlerde yaşananları özetleyen bir “zorunlu” konuşma yapmak durumunda kalmıştı. Anımsıyorum da, bundan 1 yıl önce Denizli’nin gönderildiği günlerde Kıyat, düzenlediği basın toplantısında “…Denizli ile yollarımızı ayırmış bulunmaktayız. Fenerbahçeyi, dünya takımı yapmayı amaçlamakta ve hedeflemekteyiz. Bu amaçla takımımızı dünya takımı yapabilecek bir hocayı iş başına getireceğiz. Bunun arayışı içindeyiz” demişti. Bu arayış haftalar sürmüş ve sonunda Werner Lorant’a takım emanet edilmişti. Ve ilk hedef, Fenerbahçe’nin, Lorant ile Dünya takımı olmasıydı ve bu hoca böyle bir misyon ve vizyonla göreve getirilmişti.
       
       Basın toplantısında, yönetim kurulunun aldığı kararlar özetlendi. Toplantı sonunda alınan kararların öncelikli maddesi, “kan uyuşmazlığı” had safhaya çıkan Alman teknik direktör Werner Lorant’la yolların ayrılmasıydı. Kıyat, “yönetim kurulunun Lorant’tan, Lorant’ın da yönetim kurulundan kimi istekleri olduğunu ama bu isteklerin pek kesişemediğini fakat bütün bunların ötesinde, önce basın, sonra da taraftarlar nezninde Alman çalıştırıcının imajının zedelendiğini” ifade etti. Yönetim kurulu, yoluna yeni bir teknik direktörle devam etmenin camia için daha sağlıklı bir karar olduğuna hükmetmiş ve istifasını veren Werner Lorant’ın bu isteğini kabul etmişti.
       TV’lerden bu basın toplantısını izlerken, neredeyse tam bundan bir yıl önce yani 31.12.2001 tarihinde yine bu sütunlarda, “Fenerbahçe’de Sabır ve Tahammül Ne Kadar Var?” başlığıyla yazdığım yazıyı anımsadım. Bu yazımda Mustafa Denizli’nin gönderilmesine neden olan gelişmeleri, nedensellik ilişkisi içinde ele almış; Denizli hocanın gönderilmesine ilişkin mantıklı “sportif” bir nedene ulaşmaya çalışmıştım. Ne varki mantıklı ve sportif bir nedene de ulaşamayınca, Fener Yönetiminin, yönetsel anlayış, çalışma tarzı ve örgütlenme yapısından kaynaklanan bir dizi rahatsızlık üzerinde durmuştum.
       Neydi bunlar?.. Öncelikle, Fenerbahçe yönetimi ve camiası son derece sabırsız ve tahammülsüzdü. İkincisi, uzun vadeli düşünmekten çok, günü kurtarmaya yönelik, palyatif çözümlerle hareket etmeyi kendine alışkanlık ve yaşam biçimi haline getirmişti. Üçüncüsü, tek adamlığa dayalı bir yönetim vardı.
       Yukarıda sayılan özellikleri bağrında barındıran yönetimin, herhangi bir makul ve mantıklı gerekçe göstermeksizin, Denizli’yi gönderirken “Denizli ile dünya takımı olunamayacağının anlaşılması” gibi ayakları yere basmayan, gayrisamimi bir gerekçenin arkasına sığınarak, “kerameti kendinden menkul” bir Alman hocayı bu “ulvi amaç” ve hedef uğruna işbaşına getirmesi gerçekten çok komik ve düşündürücüydü.
       
       Denizli ile yaşanan sıkıntılar, zaman zaman Fener yönetimince, bir “doku uyuşmazlığı” gibi, daha komplike ve yapısal bir soruna büründürülmeye çalışılmışsa da, aslında Denizli’nin “kendi bildiğini okuması” ve bazı yöneticilere prim vermemesi, Galatasaray geçmişi ile de birleşince ortaya böyle absürd bir gerekçe çıkmıştı. Aynı şekilde, Lorant’ın gönderilmesini de “kan uyuşmazlığı”na bağlayan bu “gizleyici gerekçe” gerçekte, sorunun kökeninde, Fener’in nükseden bir hastalığının yattığını göstermektedir.
       Kanımca, Lorant’ın gönderilmesinde de, aynı zafiyetin sergilenmesi; ifadesini “Demokrasi ve Liderlik” kavramlarında bulabilecek, yönetsel anlayışın sorgulanmasını zorunlu kılmaktadır.
       Gerçekten de 5 yıla yaklaşan Aziz Yıldırım yönetiminin 8 teknik adam değiştirmesi, Fener yönetimince “uyuşmazlık”olarak nitelendirilen, aslında bir “yönetin zaafiyeti”ne işaret etmektedir. Ama her ne hikmetse, bu uyuşmazlığa konu olanlar hep teknik adamlar olmuştur(!). Bu yönetim döneminde çalışan hocaların bir envanterini çıkartırsak; “... Tam bir teknik adam öğütme makinesi olan Fener’de ilk akla gelen isimler; Mezsöly, Hiddink, Venglos, Osieck, İviç, Parreira, Bariç, Lazaroni, Veselinoviç olurken; Sayın Aziz YILDIRIM’ın, göreve geldiği 1998 Mart ayından bu yana, tam altı teknik direktörü takımın başına, istikrar ve başarı arayışı ile getirdiğini görmekteyiz. Aziz YILDIRIM başkan seçildikten sonra, yarım sezon Otto BARIC ile çalışırken; daha sonra takım Alman Joachim LÖW’e emanet edildi. Alman hocayı beğenmeyen YILDIRIM’ın şans verdiği Rıdvan DİLMEN, 5.haftada görevinden alındı. Ardından göreve gelen Zdenek ZEMAN da 3 ay sonra Fenerbahçe’yi bırakırken; hiç derbi kaybetmeyen Turhan SOFUOĞLU ile sezon tamamlandı. 2000/01 döneminde Mustafa DENİZLİ’ye verilen teknik direktörlük koltuğu (bkz.Fenerbahçe’de Sabır ve tahammül Ne kadar var?) 1.5 yıl aradan sonra yedinci sahibi Lorant’a teslim edildi. Lorant’ın şimdiki halefi ise sekizinci teknik direktör Oğuz Çetin oldu.
       
       Yine aynı tarihli yazımda “...tüm bu olanlar, olaya çıplak gözle bakıldığında bir gerçeği ortaya seriyor. Biz toplum olarak son derece marjinal uçlarda hareket etmekten zevk alan, günlük düşünme miyopisine yakalanmış, uzun vadeli düşünemeyecek ve stratejiler oluşturamayacak bir insanlar topluluğu olup çıkmışız” dedikten sonra, Fener’in, teknik adam harcama konusundaki yaklaşımının, geçmişten gelen bir hastalığın, aynen devam ettiğini göstermesi bakımından da ilginç olabilecek, çarpıcı bir örneğini, Altan TANRIKULU’ nun 25.12.2001 tarihinde Sabah’taki yazısından yaptığım bir alıntıyla gözler önüne sermiştim. O yazıda Altan Tanrıkulu özetle “...Bir değirmen gibi öğütmüş F.Bahçe kendini çalıştıranları. Ve çoğu kez teknik direktörle birlikte istikrar, vefa ve sabrı da kapının önüne koymuş. Çoğu zaman gelen gideni aratmış, ara sıra “yenilenme” başarıyı getirmiş. Ama bir kural hiç değişmemiş F.Bahçe’de. Yenilgilerde teknik direktör suçludur, zaferler F.Bahçe’nindir. Doğru ya da yanlış. Ama gerçek. 2 yıl üst üste şampiyonluk kazanan ve yeni sezonda yenilgi almayan Didi bile, Benfica’dan yenen 7 golün kurbanı seçilmiş bu kulüpte. Var mı daha ötesi?” şeklinde yazarak, bir bakıma Mustafa Hoca’yı da teselli etmiş oluyordu.
       Gerçekten de, Fenerbahçe’de; takımı şampiyon yapan hocaların bile, bir yıl sonra gönderilmesi, bir “tarihsel tekerrür” olamaz. Olay, Galatasaray’daki Lucescu-Terim örneğinde olduğu gibi, “geleceğin yapılandırılması”adına gerçekleştirilmiş ise belki höşgörü ve mantık süzgeçinden geçirilebilir. Ancak bugüne kadar böyle bir yapılanma temelinde, ciddi başarılara ulaşılamaması, olayın niteliğini belirleyen “gerçekleştirilme gerekçeleri”nin, düşünülenden farklı olduğunu ortaya koymaktadır.
       Bugün Fenerbahçe’de öncelikle bir demokrasi sorunu bulunmaktadır. Aziz Yıldırım ve ekibi seçimle iş başına gelirken, kendilerinden en büyük beklenti; “Öncelikle kulübün ilkeler üzerine oturması” idi. “Zaten Yıldırım’ın Ali Şen’den sonra başkanlık seçiminin kazanmasının ardındaki en büyük pay da buydu. Fenerbahçeliler “tek adam” modelinden uzaklaşmak, kulübün çağdaş standartlar üzerine oturacağı yeni bir düzene taşınması için Aziz Yıldırım’a oy verdiler. Ancak seçimden önceki “demokratlık”, koltuğun sıcaklığı ile yine “totaliter” uygulamalara dönüştü” (Gürcan Bilgiç, “Kendi Düşen Ağlamaz”Akşam 09.12.2002).
       Yaptığı transfer ve tesisleri, sportif başarı ile taçlandıramayan Yıldırım, görevde geçirdiği yaklaşık 5 yıllık süre içinde 50’ye yakın yönetici, 70’in üstünde de futbolcu ve 8 teknik adam ile çalıştı. Yönetim erkini elinde bulunduran A.Yıldırım’ın, bu süreçte çevresinde ne muhalefete ne de eleştirilere izin vermemesi giderek, yalnız kalmasına da yol açtı. Özellikle, tesislerin yapım sürecinde milyon dolarlar mertebesinde maliyetleri üstlendiğine ilişkin camia içinde oluşan kanının kendisine verdiği güç ile “akçalı konularda da şeffaflığı”rafa kaldırması, gruplardan ciddi eleştirilerin gelmesine ve çeşitli spekülasyonların yapılmasına neden oldu.
       
       Gürcan Bilgiç yine anılan yazısında, bir yandan “Bunca başarısızlık, hayal kırıklığı ve tek şampiyonluğun getirdiği selde, kalan tek kum O’ydu. Yani herşey yanlış, bir o doğruydu” diyerek, Aziz Yıldırım’ın nasıl bir lider olduğunu da öz olarak ortaya koymaktadır.
       W.Lorant’ı işbaşına getiren A.Yıldırım’ın, Lorant’ın insiyatif kullanımına da çoğu zaman müdahale etmesi; Lorant’ın kendi teknik kadrosunu oluşturmasına izin vermemesi ve Lorant’ın otoritesini sarsacak eylemlerden kaçınmaması, Aziz Yıldırım’ın sahip olduğu yönetim felsefesi ve lider profili hakkında bize bazı ip uçları vermektedir. “Ben merkezci” bir anlayışa sahip olan Aziz Yıldırım’ın, yönetim kurulunu oluşturan üyeler üzerinde de dominant bir karakter sergilemesi, Fener Yönetimi’nde “evet efemdimci” bir davranış tarzının yerleşmesine neden olmuştur. Böylesi bir anlayış temelinde ise genellikle ortaya çıkan davranış biçimi,”ben yaptım oldu”, “benim yaptığım her şey doğrudur” anlayışıdır ki; bu felsefe, Fenerbahçe’de süreç içinde tedavisi olanaksız bir hastalığa dönüşmüştür.
       
       Bu anlayışın yönetimi oluşturan üyelerin dışında, teknik kadroda da gözlemlenmesi, tamamiyle başarısızlıkların ana temelidir. Zaten bu anlayışa aykırı bir düşünce yapısı içinde olan teknik adamla çalışma olanağı da bulunmamaktadır. Aziz Başkan genellikle ilk zamanlarda, “her şeyin teknik kadroya emanet edildiğini, en küçük bir yönlemdirimde dahi bulunulmayacağını”ifade etmesine karşın, uygulamada tam bunun aksi bir eylem içine girildiği görülmektedir. Ama böyle olmaması da zaten”eşyanın tabiatına aykırıdır”. Bu anlamda, Lorant da olayı kavramış ve tam uyum sağlamaya çalışmıştı ki, ömrü yetmemiştir. Şimdiki teknik direktör Oğuz Çetin’i ise, “görünen köy” olduğu için anlatmaya gerek yoktur.
       Sonuçta, Fenerbahçe’de, sağlıklı ve mantıklı kararların alınabilmesine ortam sağlayan geniş katılımcı ve paylaşımcı yönetimin de önüne set çekilmiş olduğu bugün yaşanılanlardan anlaşılmaktadır. Aziz başkanın bu özellikleri doğal olarak, tüm camiayı kucaklama konusunda da aksamıştır. Fenerbahçe’de yönetime gerektiğinde alternatif olabilecek birden fazla, dernek bazlı örgütlenmeler bulunması, aslında temel kurumsal yapıda “demokrasi”için gerekli ve yeterli koşulların olduğuna da bir işarettir aynı zamanda. Ama bugüne kadar yaşanılanları dikkatle irdelediğimizde, bu örgütlenmeler çoğu zaman, bazı manüplasyonlarla susturulmak veya devre dışı bırakılmak durumunda bırakılmışlardır. Bunun kaçınılmaz sonucu ise her seçim arefesinde kongreye tek adayla gidilmesidir. Bu anlatılanları olay bazında bire bir Fenerbahçe’de örneklemek hiç te zor değildir. Bu durum genel olarak camiada açıkça dillendirilemese de, sessiz bir muhalefetin de giderek büyümesine ve kulüp içinde bazı çatışmaların yaşanmasına imkan vermiştir.
       
       Yönetsel hastalığın Fenerbahçe’de müzminleşmesi, çoğu sorunun da nedeni olarak karşımıza çıkmaktadır. Yönetim de eleştiri ve özeleştiri mekanizmasının işletilmesine izin verilmemesi, belki de bilinçli bir tercihtir. Ancak, bazı sorunlardan çıkılabilmesinin yolu da burdan geçmektedir. Bu bağlamda yönetimde bir tahammülsüzlük, zaman zaman medyaya da yansımaktadır. Oysa çağdaş örgütlerin yaşamlarını devam ettirebilmeleri, kendilerini eleştirebilmeleri ve sorgulamalarına bağlıdır.
       Klasik yönetsel anlayış temelinde olaya yaklaştığımızda, Aziz Yıldırım’ın kişilik ve niteliği, her zaman takım üzerinde bir baskı unsuru olmuştur. Aziz Yıldırım yeri geldiğinde takım tertibi yapmıştır, yeri geldiğinde izinde olan hocanın yerine geçerek, videoda geçmiş maçlardaki oyuncularının hatalarını oyuncularına analiz etmiştir, yeri geldiğinde Samandıra’da antremanların kalitesini gözlemlemiştir. Kısacası, Aziz Yıldırım, Fenerbahçe’nin başkanı, hocası, stadı yapan müteahhidi, kasası ve herşeyidir. Hal böyle olunca, hükümranlığı ve otoritesi Fenerbahçe’nin hücrelerine kadar sirayet eden başkana ne yönetici, ne futbolcu, ne de teknik direktör dayanmaktadır.
       Yaşanan olumsuzluklar, Fenerbahçe yönetiminde ancak bir düşünce devrimiyle sona erebilir. Başkanlar mutlaka gelip geçecektir. Dün Ali Şen’di, bugün Aziz Yıldırım, yarın bir başkası olacaktır. Gündelik ve kısa süreli başarıların peşinden koşma yerine, tahammül ve sabır göstererek, uzun erimli amaç ve hedefler peşinde bir takımın, kalıcı ve istikrarlı başarılara ulaşacağını düşünmekteyim. Yönetimde demokrasinin, eylemde/icraada ise liderliğin hayata geçiriliş biçimi Fenerbahçe kültüründe yeniden yapılandırılmalıdır. Kişilere bağlı bir yönetim ve tek lider otokrasisinin egemenliğine, felsefe olarak son verilmedikçe, Fenerbahçe’nin üstün başarılara ulaşması hayal olacaktır.
       
       Takımın başına bundan önce Rıdvan Dilmen ve Turan Sofuoğlu gibi takımdan yetişmiş teknik adamların getirildiği dikkate alındığında, Oğuz Çetin’le nereye kadar ve nasıl gidilebilir, bunu hep birlikte göreceğiz.
       Sonucu yine bir yıl önceki yazımızda yer alan analizle noktalayalım. Bu analizde yeralan Denizli ismini değiştirdiğimizde, genel şablonun bu yılki yaşanan gelişmeleri bire bir örttüğü görülmektedir. Bu yazımda “…Önüne şampiyonlar ligi şampiyonluğu misyonunu koyan bir yönetimin, vizyon olarak ta buna hazır olması gerekir. 1)”Biz varsak, Denizli de var” diyen, yönetimin, yolun yarısında, bir yönetsel değişiklik yaşanmaksızın, Denizli’yi kapı dışarı etmesinin; 2) Denizli takımın başına getirilirken, başkanın açıklamasında” Mustafa hoca ile Avrupa’da başarıyı kovalamak ve şampiyonlar Ligi şampiyonluğu’na ulaşmak için, bir aradayız. Zorlukların farkındayız ve her zaman Mustafa Hoca’nın arkasında olacağız. Biz olduğumuz sürece, Denizli bizim tek hocamızdır. Kendisine güveniyoruz” açıklamasının aksine; Fenerbahçe’nin basın sözcüsü, Sn. Atilla KIYAT’ın, Denizli’nin görevine son verilirken, yaptığı” Mustafa Denizli ile geleceğin Fenerbahçe’sini oluşturacağımızı düşünemiyoruz” şeklindeki açıklamasında da olduğu gibi, ortaya konulan çelişkiler, başarının anahtarı olan, yönetimde iç tutarlılık ve devamlılığın, Fener Yönetiminde henüz tam anlamıyla oturmadığının bir göstergesi olarak algılanabilir” demiştim. Bu anlayış devam ettiği sürece, bu şablonu daha çok kullanma şansımız olacaktır.
       
 
 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları
Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın
Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları