|
Birkaç gün öncesine göre kadromuzdaki fark : Yıldıray yerine İlhan, Fatih yerine de Ümitle başlamış olmamız. Gerisi yerli yerinde. Statta ise yer yer boşluklar var. Hey gidi günler hey! Eskiden San Marino, Malta maçlarında bile stadı doldururduk, şimdi Dünya Üçüncüsü (Pardon, ben de herkes gibi şaşırıyorum, düzelteyim: Dünya Kupasında üçüncü) olmuşuz, seyretmeye giden yok. Eyy! Gençlik yıllarımın Maltası, San Marinosu, bugün sizin yerinizi Liechtenstein almış ama, o eski tattan eser yok. Yoksa o tat, bir garip mazoşizmden mi kaynaklanmaktaydı? O maçlardaki heyecanımızı ya bir kazaya kurban giderseklerden olma korkular mı besliyordu? Yok vazgeçtim; böylesi çok daha iyi. Nasılsa, bizim takımın racon kestiği kolay maçların bile doğal atraksiyonlarından oldu, rakibe olmayacak sayıda pozisyonlar verip kale önü tehlikeleri yaşamak, yine o konuya girmeyelim. Skor üstünlüğü, oyun üstünlüğü, saha ve seyirci üstünlüğümüzü de geçelim. Bu maçtan çıkartılacak en üstün yönümüz bana göre şu olmalı: Takım olmayı öğrenmiş olmak. O eski, o, yenilgilere alışık ve ezik futbol günlerimizin aksine, artık kendimizi 7 cihana ispatlamış olmanın getirdiği ilave bir takım ruhu söz konusu. Öyle olmasa, onca rakip kale önü pozisyonuna rağmen, kolay çalım yiyen bir rakibe karşın bir tane oyuncumuzun bile hazır fasulyeden bir takım bulmuşum, kendimi daha fazla göstereyim derdine düşmeyip bencil davranmaması mümkün olur muydu? Sanmam. Hatta, bence oyuncularımızın bu doygunluğuydu, onlara fazladan paslaşmalar yaptıran, bize de zaman zaman vur artık şu topa dedirten... Böyle bir maç için dahi en çok kimi beğendin? diye soracak olursanız; bizden Emre, onlardan da Daniel Hasler derim. Emre, 90 dakika tam saha futbol döktürdü. Hasler ise defans yapmayı, blok yapmayı bilmeyen bir takımın defansında çırpınan kaptanı olarak, bana Samsunlu Ercanı hatırlattı. O da tecrübesiyle, tıpkı Ercanın bir dolu Samsun maçında atak üstüne atak yapan rakip oyuncuları tek başına savaşarak durdurması gibi didindi durdu. Çoğunda da başarılı oldu. Üstelik Ercan kadar da agresif oynamadan becerdi bunu. (Nasıl agresif olsun ki? Ligi olmayan bir ülkede, gün yüzüyle bir bölgesel derbi -Alp Dağları derbisi! mesela- stresi dahi yaşayamamış garibim!) Taa en başta da dediğim gibi, bu maç için bir şeyler anlatmak o kadar zor ki. Hani, dostluk maçlarından sayıp, rakibin ülkesindeki bütün halkı bu maça davet edip biraz sıkışın bakayım desek, bütün ülke Ali Sami Yene sığar. Daha ne diyeyim? Vallahi işin espirisindeyim; sakın yarın bana O zaman 1,3 milyarlık Çinin dünya şampiyonu olması lazım diye mesaj atmayın! Hadi bu nüfus/futbolseviyesi oranını geçelim. Paslaşamayan, çalım atamayıp kolay çalım yiyen, biri frikik topunda olmak üzere üç nimet atakta kendi topu kendi oyuncusunun sırtından dönen ya da ne bileyim; gördünüz işte, penaltı bile atamayan, 1990dan beri sadece 1 galibiyet alabilmiş olan Liechtensteinı 5 farklı yenebilmek için gerekli oyun kurgusunu, vesairesini bulmak Einstein olmayı gerektirmiyordu ki zaten. Bence bu maç milli takımımızın performansından daha çok golcülerimizin performansı açısından önemliydi. Bu maç sayesinde İlhan biraz, Serhat adamakıllı kendine gelmiştir. Zira Serhat, bu maçta da gol atamasaydı; rüzgarda hızını biraz kesen o kulaklarının arkasına atacak saçı kalmayacaktı yolmaktan. Şimdilerde bu dertten, büyük golcü(!) Arif Erdem musdarip. Nisan ola hayrola! Nisanda İngiltere maçı ardında bu kadar bol ve isabetli topuk pası ve bu kadar havai bir yazı bırakabilecek mi; onu hep birlikte göreceğiz. | ||||
|
|||||||
Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||