Home page

Haber Menüsü


Yazara mail atmak için resmin üzerine tıklayın.
 
Üsküp’te nâmımız yürüdü...
 
Neyse... Toparlanır atarız diye düşünürken Makedonya salkım saçak üzerimize gelmekte. Bülent, eski Bülent de... Alpay nerede?
 
NTV-MSNBC
 
13 Ekim—  Topu topu 9 yıllık bir mazisi olan ve resmi-özel toplam 77 maç oynamış olan Makedonya Milli Takımı’yla üçüncü kez karşılaşmamız bu. Geçen yılki iki karşılaşma öncesinde, onları tanıyıp tanımamak şöyle dursun, o dönem daha kendimizden bile emin değildik. Yani bırakın üçüncülüğü, Dünya Kupası’na gidip gidemeyeceğimiz bile bir muammaydı o zamanlar. “Çantada keklik” gördüğümüz Bursa’daki Makedonya maçını hatırlasanıza: Zevahiri “hat trick” yapan Alpay kurtarmıştı da 1 puanı anca öyle koparabilmiştik.

   
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Bugün (12 Ekim 2002’de) durum öyle mi? Bizi artık tüm dünya tanıyor. Lakin, bu sefer de bu durum başımızı ağrıtacak gibi. Makedonya bizim ayarımız değil ya; sanki her şeyi halletmişiz gibi, şimdiden İngiltere’yi gözümüze kestirmişiz. Yine geçen yıl, iki maçta da çok zorlandığımız Slovakya’ya bu kez gol yemeden üç çekerek başladığımız bir taze maratonda ikinci sınavı biraz hafife aldık sanki ve bu bize pahalıya patlıyordu.
       Dünya Kupası 3.’süyle oynuyor olsalar da 101. milli golü atmak Makedonya için hiç de zor olmadı. Biz çayımızı, kahvemizi koymuş, TV karşısına geçip sigaramızı henüz yakmak üzereydik ki, ikinci dakikada golü yiyiverdik. “Buyur burdan yak!” durumları yani.
       
       
Neyse... Toparlanır atarız diye düşünürken Makedonya salkım saçak üzerimize gelmekte. Bülent, eski Bülent de... Alpay nerede? “Ben, hayatım boyunca oynayacağım bütün Makedonya maçları için hakkımı Bursa’da savdım, siz oynayın” der gibi... Fatih, güya sakat olan Hristov’u mu tutsun, Şakiri’yi mi?
       Önlerinde Tugay, topla oynama tekniğinden örnekler vermekte, lâkin oyunu açma, atağa kalkma/kaldırmada bir örnekleme yapmaktan yoksun. Bir uçta Ergün, her zamanki yerinde oynamaktan memnun, fazlasında gözü yok, öte uçta ise Emre Belözoğlu, sanki ilk kez “defansif kanat” çalışmakta. Yıldıray’a, “ruhsuz” tarifi yapacağım ama, Rüştü’den gayrı kim ruhlu ki? Rüştü her zamanki gibi kaleyi ve üstün standardını korumakta. Pardon, bir de Okan var, çok koşup didinen.
       
       Uzak Doğu’dakinden uzak bir görünüm çizen kadroda Okan gibi, farklı bir diğer isim de Nihat. Forvet sıkıntısına çözüm ise Arif-Marif değil, resmen Nihat aslında. Peş peşe savuşturduğumuz Makedonya ataklarından sonra bir orta geliyor, çalışkan Okan’dan mahalle maçı kolaylığında bir “dış-vole” (bu tanım, o pozisyondan sonra doğmuştur; literatüre armağan olsun!) ve durum 1-1. Ohh! Biraz rahatladık. Bu gol bir müddet daha gelmeseydi, vallahi hâlimiz niceydi...
       
       Devre bitiyor, ben ihtiyaç molası vermekteyim. Her zamanki gibi duvardaki seramiklere gözüm dalmış, ilk 45 dakikayı hızlı çekim bir daha süzer gibiyim. Birkaç pozisyon ve hakem yorumu zihnimi kurcalıyor. Eskiden ev sahibi takımlar biraz kollanırdı, “yoksa artık World Cup’ta dereceye girenler mi kollanıyor?” diyorum.
       Öyle olsa Üsküplüler de, Makedon futbolcular da isyan ederdi; pek etmediler. “Herhalde yanlış düşünüyorum” deyip ikinci yarı için salona dönerken, spikerimizin Ö.Üründül’e, daha maç bitmeden ‘hakemi nasıl buldunuz?’ diye sorduğunu hatırlıyor, yeniden huylanıyorum.
       İkinci yarı, takımı ateşleyecek yeni oyuncu arıyor gözlerim. Ekrana Hasan Şaş geliyor, ben hâlâ o oyuncuyu arıyorum!
       
       Kim çıkmış? Tugay ve Arif. Nihat’la Hasan bir olup, taze kan Serhat’ı besleyecekler. Tugay’ın çıkması Hasan’a değil de Emre’ye yaramış, sayesinde orta saha biraz daha derlitoplu. Serhat, o çok beğendiğim Serhat, bu sezon Şükrü Saraçoğlu’nda bile topa yabancı, Üsküp’te patlama yaparsa ne âlâ. Yeni kurgu, yeni yeni ısınmaya başlamıştı ki, Nihat’ın soldan güzel bir orta yapmasını beklediğim bir pozisyonda o, jeneriklere lâyık bir gol atıverdi.
       5-6 kerelik tekrar görüntüye rağmen amaç orta mıydı, gol müydü diye sorguladım durdum. Ne olursa olsun, harika bir goldü ve bizi rahatlatmıştı ya... Nihat, maç sonunda “ben aslında orta yapmıştım” deme mütevazılığını gösterirken merakım da giderilmiş oluyordu.
       
       Sonucun lehimize dönmesi oyunda hakimiyetin de bize dönmesini sağlamıştı. İlk başlardaki aşırı güven, şimdi sırıtmadan yansıyordu sahaya. Rakibin mutlak gollük pozisyonlarının yerini “ancak bir kaza golü” durumları almıştı, rahatlamıştık.
       O kadar rahatlamıştık ki, artık oyuna Ümit Davala’yı bile alabilir, hatta onu orta sahanın solunda bile deneyebilirdik. O, her mevkide, boks dahil her branşta başarılı olabilecek bir Türk genciydi. Hani, o “zeki, çevik ve ahlâklı” olan türden!
       
       Başlı başına bir yazı konusu olabilecek (hatta olmalıydı da... Bu aralar bende iş yok) bir arbededen çıkmasının üzerinden henüz birkaç gün geçmesine rağmen Ümit, yine görevinin başındaydı. Sokak ortasında adam (“basın görevlisi” demeye gerek olmamalı) dövüşü kameralardan taşmasına ve bizzat “kendimden geçtim” demesine rağmen, delil yetersizliği gerekçesiyle kendi kulübünce affedilen Ümit’i, milli takım yetkilileri mi affetmeyecekti? Hem bu ülkede, o olayın sıcağı sıcağına oynanan bir maçta, son 8 dakika için de olsa, milli forma teslim edilebilecek başka bir oyuncumuz var mı ki!?
       Amaan nelere takıyorum kafayı? Kazandık ya, biz ona bakalım! Kör kör bakalım.
       
 
 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları
Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın
Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları