Home page

Haber Menüsü


Yazara mail atmak için resmin üzerine tıklayın.
 
Bozcaada, Süreyya ve Reklamlar...
 
Ben de herkes gibi çok sevmeye başladım Süreyya’yı. Ama bir korkum var: Yakında, onun da çeşitli reklamlarda boy göstermesinden korkuyorum.
 
NTV-MSNBC
 
8 Eylül—  On gün önceki yazımda sözünü ettiğim yorgunluğu bedenimden ve kafamdan defetmek pek kolay olmadı elbet... Ne de olsa, “metropol insanı” âkıbeti söz konusuydu ve 12 ay boyunca adeta damıtılarak birikmiş bir zehir gibi vücuttaki her hücreye sızmıştı yorgunluk.

   
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Assos’u bilenler, Bozcaada’yı bilenlerden daha çoktur eminim; üstelik de bu yazı, uzunca bir seyahatnamenin girizgâhı olmadığına göre tatilimin Assos kısmını çabuk geçiyorum. Lakin, bir dönem Venediklilerle Cenevizlileri birbirine düşürmüş, tarihe geçecek bir cinlikle/hinlikle Troya’ya pusu kuran Yunanlılara yataklık etmiş, Homeros’un İlyada’sına konukluk, Piri Reis’in tayfasına konukseverlik etmiş güzel ada, Bozcaada’ya birkaç satır fazla ayırmazsam olmaz! Kısaca şunu söyleyeyim: Türkiye’nin Gökçeada ve Marmara Adası’ndan sonraki bu en büyük fakat hâlâ bâkir kalabilmiş adasına, henüz gitmemiş/gidememiş olanınız varsa ve üşengeçliğiniz merakınıza mütemadiyen ağır basmaya devam edecekse sizin için üzgünüm.
       Yine de iyilik ben de kalsın! Size, gazeteci/yazar/akademisyen ve televizyoncu Haluk Şahin’in 14 yıl önce ilk kez gidip bir daha hiçbir zaman tamamen terk edemediği Bozcaada’yı, 5000 yıl öncesinden alıp her yönüyle anlatarak günümüze kadar getirdiği o güzel kitabını (Bozcaada Kitabı 2002 - Troya Yayıncılık) salık vereyim. Bir okusanız, zaten dayanamaz, siz de atlar gidersiniz.
       
       Ne diyorduk? Marmara’dan Ege’ye doğru akan deniz, Dardanel’e ulaşınca öyle bir kuvvet kazanıyor ki, İstanbul yorgunu her tatilcinin üzerinde “oralarda kal” baskısı kurarak onu iyiden iyiye Ege’ye itiyor sanki. Ben de denize, tuza, rüzgara ve kuma bulana bulana tatilin keyfini çatarken, TV’siz günlere bir süre dayanabildim ama, gazetesiz edemedim. Beşinci, altıncı güne geldiğimde, fırın önlerinde sıcak ekmek bekler gibi, her sabah aynı bayiinin önünde gemiden çıkıp gelecek gazeteleri bekler oldum.
       Topu topu 8-10 günlük arada ne çok şey sığdı spor ajandamıza? Ben tatile çıkarken yanıma aldığım, Vivet Kanetti’nin “Koş Süreyya Koş” (Gendaş Yayıncılık) kitabını (Süreyya’nın mücadelesini merak ettiğim için okumak istiyordum ama, daha ziyade tüm kadınlarımızın Türkiye gerçeğindeki mücadelesini Vivet Hanım’ın kaleminden okumuş oldum; olsun... ) bir solukta henüz bitirmiştim ki o, yani “Golden Kız”ımız Süreyya da, Golden League serisinden bir etabı, Belçika ayağını, en yakın rakibine 3 küsur saniye fark atarak ve yılın en iyi derecesini yaparak bitiriyordu.
       
       O Süreyya ki, yıllar önce, ortaokul sıralarında “Ben göremesem de, sen bir gün çok iyi bir sporcu olacaksın. Ben buna inanıyorum” diyen babaannesi tarafından, yani ta o zamandan bir Reşat altın ile ödüllendirilmiş. (Gerçekten de görememiş... Babaanne Ayhan, torununa olan inancını belgelemek istediği o olaydan bir yıl sonra Anadolu’da bir köyde bu dünya ile helâlleşmiş.)
       Ben de herkes gibi çok sevmeye başladım Süreyya’yı. Ama bir korkum var: Yakında, onun da çeşitli reklamlarda boy göstermesinden korkuyorum. Şimdilik Celal Doğan’ın ev ve sonra da “Eve yayan gidecek değil ya” esprisiyle süsleyerek verdiği arabayı, vesaireyi takip ediyorum basından. Bunlara sözüm yok. (Gerçi burada da kimin kimi reklamsal ödüllendirmeye tâbi tutmakta olduğu biraz karışmakta ya neyse) Ama, ya Süreyya da “12 Dev Adam”(lar) gibi yakında Aysell, vaysell türü markalara peşkeş çekilmeye razı edilirse..? O da, mesela bir zenci atletle yan yana getirilip bir süpermarket çılgınlığında “buuda heeyşey vaa mı?” diye dolanarak öylesi bir tüketim repliğini kendine reva görürse?
       Yarışlar kazanılırken, ne o reklamlar rahatsız ediyor insanı, ne de o reklamlar sayesinde bir sporcunun (hele Süreyya gibi yokluktan fışkıran bir sporcunun) kazandığı paralar... Ama nasıl desem, bir milli müsabaka kaybedilince normalden iki-üç kat daha bir tuhaf oluyorum gözüme sokulan her reklamda.
       
       Örneğin “12 Dev Adam” ı U.S.A.’ya eski günlerin aksine, dualar yerine “U-A!”larla uğurlamamız bir yönüyle çağdaşlık ya da en azından çağın raconuna uyum gibi algılanabilir belki, ama yine de reklam konusunda işin cılkı çıkıyor gibi geliyor bana. Hele “12 Dev Adam”ın oradaki performansını gördükten sonra...
       Diyeceksiniz ki: “Be adam, bu iş bütün dünyada böyle, sana ne!”.
       Artık, özellikle de popüler spor dallarında kişiler/takımlar yerine markalar yarışıyor diye buna kayıtsız şartsız boyun eğmek zorunda olmak niye? Bir mankenin çıkıp sahaya/piste gol atmasını, 1500 metreyi iyi koşmasını beklemek abes oluyor da, bir sporcunun 3-5 dakikalık rolünü manken/artist gibi, evet evet artist gibi oynadığını gördüğümde yadırgamak niye abes olsun ki? “Çünkü efendim, kapitalist dünyada sporun yeni düzeni böyle..!” Hadi canım siz de..! David Beckham, WC 2002’de Arjantin’e karşı kullandığı o penaltıyı kaçırsaydı görürdüm ben o dünyayı! O zaman erkek ojesi satışları yine de patlar mıydı İngiltere’de..?
       Yok, eğer bu işleri olduğu gibi algılayıp hep sorgusuz sualsiz davranacaksak, o vakit, “bu şampiyonalara katılmak önemli, kazanmak değil...” diyelim, oturalım aşağı. Hatta son üç ayda 2 futbol + 3 basketbol, toplam 5 maçta boyun eğdiğimiz Brezilya’yla kendimizi ve hatta Lübnan ile Angola basket milli takımlarını bir tutalım o zaman. Tersi olunca da sokaklara dökülmek yok ama !
       
       Bir de Hakan Şükür olayı patlak verdi ben tatildeyken. Başlı başına bir yazı konusudur bu hazin patlangaç ama, şimdilik birkaç cümle ile geçiştireyim. Bir-iki gün boyunca düşündüm durdum. Orada, burada (özellikle de burada) ona, buna kısaca cümle âleme bir dolu gol atmışlığı malum Hakan’ın henüz resmen emekliliğe ayrılmamış olduğu halde, Galatasaray’dan da veto yemesi doğru mudur, değil midir diye... Gönül rahatlığıyla bir yol bulup çıkamadım bu sorunun içinden. Belki bir sonraki yazıda, uzun uzadıya bir muhasebe yapar, birlikte çıkarız işin içinden. Belki siz bu satırları okurken, ben o yazıya başlamış olurum bile...
       
 
 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları
Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın
Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları