Home page

Haber Menüsü


Tayfun Öneş
Yazara mail atmak için resmin üzerine tıklayın.
 
3 büyüklerin transferleri
 
Evvelâ, sonunda söyleyeceğimi en başta söyliyeyim: Bana göre bu sezon, en akıllı transferi Lucescu’yu almakla Beşiktaş yaptı.
 
NTV-MSNBC
 
15 Temmuz—  Sakın ola ki, bu yazıda, “şu oyuncu o takıma çok faydalı olacak, bu oyuncu ise gereksiz yere alındı” gibilerinden ahkâm kesmemi beklemeyesiniz; hayâl kırıklığına uğrarsınız. Henüz izlemediğim onca yeni oyuncu varken, izlediklerimi de 12...17-0 gibi maçlarda izlemişliğim orta yerde dururken ve transfer dosyasının ilk etabının kapanmasına (31 Ağustos) daha 1 aydan fazla varken, benim bu yazım, olsa olsa bir “yeni transferlere ısınma yazısı” olur.

   
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Evvelâ, sonunda söyleyeceğimi en başta söyliyeyim: Bana göre bu sezon, en akıllı transferi Lucescu’yu almakla Beşiktaş yaptı.
       
       İşin, hiçbir sezon öncesinde vazgeçilemeyen, o, şov tarafına bakarsak, futbolcu şovu konusunda FB, Ortega ile sükse yapınca, GS de sanki “biz o kadar para harcayıp, bomba patlatmayalım ama yine de bir tane ses getiren misilleme yapalım” diyerek Baliç’i aldı. Janker adı gazetelerin spor sayfalarından tamamen silinmese de, bir Ortega olmayacağı kesin. Şov cephesinin kara kartal kanadı ise, öyle yüksek süksede transfer yerine iki “yuvaya dönüş”le bu işte hiç olmazsa “geri kalmama”ya soyundu. Bir dolu yerden dönen Sergen Yalçın ile Kocaelispor’dan dönen Serdar Topraktepe’yle soyundu bu oyuna. Yönetimde “bu transfer sezonunda yine geri mi kaldık ne?” diyenler var gibi... O kuşku da üçüncü bir “yuvaya dönüş”le sıfırlanabilir; Pascal Nouma lütfedip gelirse tabii.
       
       Dönelim tekrar teknik direktörlere: Neden Lucescu, en akıllı transfer?” derseniz, bu işin Daum ile daha fazla gitmeyeceği belliydi. Daum’u, içinde bulunduğu bol mahkemeli sıkışık trafiğe rağmen taşıyan, onu sırtlayan Bilgili ve yönetimi olsa da, o her fırsatta, her hararetli dönemeç ve demeçte “yönetimi sırtlayan hoca” imajını yaratmaktan geri durmadı. Bir somut başarı yakalasaydı, neyse de... Akıllı, hatta cin tavrını sahadan çok saha dışında kullandı. Bana öyle geliyor ki Daum son döneminde, “bu yönetim bir gün gider, ben bir gün yine buralara dönmek zorunda kalırsam, kamuoyunun nabzını boş bırakmayayım” derdine düşmüştü.
       
       Kongreden yeni çıkmış da olsa, transferde sükse yapmamış ve ‘Büyük’lükte 3’te 1 olan bir takımın başına, aynı yuvadan çıkma da olsa, bir yerli hocayı getirecek başkanı, taraftar ilk fırsatta Dolmabahçe’den denize dökerdi. Bu bilgiye sahipti Bilgili. Yabancı ama ülkeye ve camiaya zaman kaybetmeden adapte olacak, pahalı ve kaprisli olmayan ve fakat başarısını hem de Türkiye’de kanıtlamış bir hocayı getirmek en akıllıcasıydı. Cevabı net bir bulmacaya cuk! oturuyordu Lucescu. Bilgili ve yönetimi Romen Hoca’ya alenen, Terim’e de içten içe teşekkür etmiştir, kesin.
       
       Beşiktaş’la devam edelim: Burada, şurada, orada yazarken futbol aleminin içini dışını benden çok daha iyi bilen dostlar da ediniyorum. Bir vakitte, Sezen Aksu’nun dediği gibi “adı bende saklı”, Sabah Grubu’ndan bir editörle tanışmıştım. Daha ilk günden koyulttuğumuz sohbet sırasında söz, dönüp dolaşıp Sergen’e gelmişti. “Abi, sen magazincilerin Sergen konusunda yazdıklarına, çizdiklerine bakma... O harbi (yani mert) delikanlıdır. Aslında herkes sever onu. Kimseye riya yapmaz, takım içinde gruplaşmalarla falan uğraşmaz, sansasyon, reklam falan peşine düşmez, nerede olursa çıkar topunu oynar” demişti.
       Bir ezeli rakipten, diğerine gidişi bile bir taraf için negatif enerji vesilesi olan Baliç’in, Fatih Akyel’in tutumlarını, ister istemez düştükleri durumu görünce o dostumun Sergen için söylediklerini hatırladım. Yetenekleri ona 3-4, hatta 5-6 Büyük’te birden oynamayı hakkettiriyor elbet ama her camiada bu kadar kolay kabul görür olmak, magazincileri bile pes ettirir düzgünlükte bir karakterde olmaktan geçiyor olsa gerek. Bunu anlatmadan edemedim.
       
       Geçen sezon Beşiktaş kalesi, Yedikule Zindanları gibiydi. Kaleye geçenin basireti zincirle bağlanıyordu sanki. Hatırlayalım: Shorunmu, Kjaer, Asper, Mhyre, Fevzi gibi isimlere rağmen çeşitli sebelerden dolayı “kale” gibi kalecisini bulamamıştı Beşiktaş. Bu konuda da Florya ikâmetli bir isim, Mondragon, “ohh! Nihayet” dedirtecek bir çözümdü Beşiktaş için; ancak, şans Lucescu’da olduğu kadar yaver gitmeyince, yine Avrupa’da eldiven giyen bir başka Kolombiya’lıya yönenildi: Perugia’lı Oscar Cordoba. Ben kendisini henüz bir maç izleyebildim, bana güven verdi. Darısı Beşiktaş taraftarının başına.
       Bu arada, Mondragon için yaz başında kıyasıya verilen BJK-GS mücadelesinin en ilginç yönü; şimdiye kadar hiç düşünmediğimiz bir boyutta yaşandı. Bu ülkede, “Alınacak, alınıyor, alındı” denilip son anda “zaten yaramazdı (!)”lara varan mazeretlerle içi boşaltılan çok transfer vak’ası yaşanmıştı da İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nca “bir daha, almadan, ‘aldım’ demeyin lütfen!” uyarısına daha önce hiç şahit olmamıştık.
       
       Beşiktaş’tan önümüzdeki sezon öncesinde gönderilen, şu isimlerin: Ümit, Erman, Stavrum, Baya (bir de sezon ortasında gönderilen Nihat var tabii) Baya hariç hepsinin defans oyuncusu olduğunu düşünürseniz, geride bu kadar adam başarısız bulunduğuna göre, kaleciler günah keçileri miydi yoksa, sorusunu rahatlıkla sorabilirsiniz.
       
       Yeni gelenlerden tanıdıklarımın hepsi “iyi transfer” dedirten türden. Sergen’le Serdar’ı yukarıda saydık, Serdar’ın yanında getirdiği Kaan Dobra, bir ara bu ülkede en uzun süre (sakatlanmadan) oynayan yabancıydı, muhtemelen halen öyledir. Gençlerbirliği’nden gelen Tolga’yı ve Samsun’dan gelen Göksel Gencer’i, Trabzon’dan gelen Zafer Demiray’ı az çok biliyoruz ama, Roma’dan gelen Carlos Zago’yu hep birlikte izleyip karar vereceğiz.
       
       Galatasaray cephesine yekten bir soru ile geçelim. Ve bu soruyu, bugün sokakta karşımıza çıkan sarı-kırmızı’lılara sormuş olalım: Fatih Terim geri döndü, bu sezon kadroda kimleri istersiniz? Taraftarlar, bu soruya çeşitli ve farklı yanıtlar vermeye çalışsalar da, işin bütçesini, olabilirliğini, daralan zamanı falan düşündükten sonra ortalamada, şu öz etrafında birleşecektir bütün yanıtlar: Kim gelirse gelsin... Fatih Hoca geldi ya!
       
       Böylesi büyük bir güven boşa çıkarsa şayet, hiçbir zaman güvenilmeyen Lucescu gibi isimlerle yaşanan başarısızlıklardan çok daha ağır olur yenilgiler sonrası doğacak olan hüsranlar. O yüzden Fatih Hoca’nın omuzlarında daha büyük bir yük var şimdi. Hem Fatih Hoca, elbette bir Daum, Milne, Birch, Denizli (ilk aklıma gelenlerden) değildir ama öyle de makus bir talihi var bu ülkede ikinci kez aynı göreve gelen hocaların; ilkinde yakaladıkları başarıyı ikincisinde mumla arıyorlar.
       
       Her ne kadar taraftar, yukarıda biraz abartarak aktardığım biçimde memnunsa da İmparator’dan, o şampiyon kadronun mevcut halinden memnun olmamış olmalı ki, tam 8 futbolcunun gidişini hızlandırdı. Ali Sami Yen’in müdavimleri, yabancılardan Fleurquin, Niculescu, Gonzales, hatta Perez’in gidişine pek ses çıkarmaz da, sanki Capone’un gidişini kolay kolay hazmedemeyecekler gibi. Ağırdı ama aynı zamanda ağır başlı ve sempatik bir görev adamıydı Capone. Bir başka görev adamı Bülent Akın da gitti ama, ağzıyla kuş tutsa yaranamayacaktı nasıl olsa. Sergen’i söylemiştik, gidenlere şimdilik bir de Murat Sözkesen’i ekleyelim.
       
       Gelenler ise: Baliç, Milan’dan Sarr ve Ü. Davala, Vasco da Gama’dan Hagi’liğe soyunması (ne hakla?) beklenen Felippe, Internacional’den Pinto, Kocaeli’nden Cihan, İstanbulspor’dan Murat ve Samsun’dan Müslim. Milli Takım’ın iskeletini oluşturan oyuncular da sahne alınca, Aslan’ın kadrosu için forma tam anlamıyla “aslanın ağzında” olacak. Hasan’ı ve Ergün’ü kaptırmamış bir GS, hem içte hem dışta çok rahat başa güreşecek güçte.
       
       Geçelim Fenerbahçe’ye. Bence (bence değil sanırım herkesce öyle) teknik direktör konusunda, en fazla soru işareti Fenerbahçelilerin kafasını kurcalamakta. Werner Lorant, “yıldızların altında” şarkısını keyifle söylerken rüştünü de ispatlamak zorunda. Ortega ve Washington’lu (Serhat son milli takım tecrübesi ile daha da hırs yapacaktır) Fener, bu sene gol sıkıntısı çekmez. İsmail Güldüren’in defansif oyunda ve orta sahada Johnsson’dan başka asker arayanların yüzünü güldüreceği kesin.
       Yozgat’tan gelen Cem Karaca, Kartal’dan Volkan Demirel Sakarya’dan Tuncay Şanlı takıma nasıl girer, hep birlikte göreceğiz. “Nasıl girer?” sorusunu yalnızca onları tanımadığım için sormadım, son kadrodan henüz gönderilen bir tane bile oyuncu yok. Gelenler güç katacak elbette ama geçen sezon, Avrupa’da hüsran, Türkiye’de kupaya erken veda yaşanmış ve ligde ikinciliğe razı olunmuşken, insanın doğal olarak sorası geliyor: Hiç mi gönderilesi oyuncu yok bu kadroda? Hissiyatımda yanılıyorsam bağışlayın; bu konuda, kadroyu aynen koruma konusunda yine Aziz Yıldırım faktörü devrede gibi. Yani, illâ ki “hiç fire vermedik” dedirtmek gibi bir dürtü söz konusu sanki. Günahım boynuma.
       
       ’3 Büyük’lerin bu kadrolarından daha giden de olur, gelen de... Siyah beyaz filmlerin kırmızı ışıklar altında banyo edilirken yavaş yavaş netleşmesi gibi, lig başlayınca netleşmeye başlar kadrolar. O zamana kadar sabretmek şart.
       
 
 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları
Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın
Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları