Home page
Haber Menüsü


Futbolun Kültürü - Kültürün Futbolu  
Toplumların ekonomik, siyasi ve sosyal yönlerini inceleyen; bu konuda kitaplar yazmış tanınmış bir Araştırmacı ve Yazar Emre Kongar ve Mithat Bereket’in NTV’deki Anahtar programında futbol ve futbol kültürü üzerine yaptıkları söyleşi...  
   
 
 
   
NTV-MSNBC
 
    1 Temmuz—  Son 2 haftadır, neredeyse hayatımızın bir parçası olan futbolun, şimdiye kadar hiç ele alınmayan, çok farklı bir boyutuna bakacağız.... Futbolcular, antrenörler, teknik direktörler ve tabii hakemler... Futbolun sahadaki görüntüsünde bunlar var...Ve tabii tribündeki taraftarlar...  

   
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Hiç düşündünüz mü? Bir insan nasıl taraftar olur? Neden, taraftar olur? İnsanı ağlatan, güldüren, kahreden; dünyada hiçbir şeyle ölçülemeyecek zevkleri veya hüzünleri yaşatan, mide kramplarına, kalp krizlerine yol açan taraftarlık nasıl bir duygu selidir? 60 yaşındaki insanları çocuk gibi kavga ettiren; evde televizyondan seyredilen maçlarda, uğur olsun diye ikide bir koltuk değiştirten; hatta tuvalete gidildiği zaman gol atılmışsa, maç bitene kadar “burası uğurlu geldi” diye tuvaletten çıkartmayan taraftarlık, nasıl olmuş ta tüm benliğimizi kaplamıştır?
       Ve en önemlisi, milyonlar kendi ülkelerinin takımını izlerken nasıl bir ortak inanç içine girerler?... Herkesin aynı kurallarla oynadığı basit bir oyuna milli kültürler, gelenekler inançlar nasıl damgasını vurur? Emre Kongar ile birlikte bütün bu sorulara yanıt bulmaya çalışıp futbolun bambaşka bir yüzüne bakıyoruz.
       
FUTBOLUN KÜLTÜRÜ MÜ?... YOKSA, KÜLTÜRÜN FUTBOLU MU?
“Futbol, günümüzde artık sadece bir spor olmaktan çıkmış, ekonomik, siyasi, kültürel ve toplumsal açıdan bir iktidar ve güç nesnesi haline gelmiş durumda”

       Acaba, her ülkenin milli karakteri yeşil sahalara nasıl yansıyor? Ülkelerin tarihi ve kültürü, milli takımlarının oynadığı futbolu nasıl etkiliyor? Ve daha da önemlisi, bu kültürler ya da ulusal kimlikler futbol’dan nasıl etkileniyorlar? Bunun için de gelin önce, futbolun ülkeler için önemine ve toplumların milli kimlikleriyle ilişkisine bakalım. Çünkü, futbol, günümüzde artık sadece bir spor olmaktan çıkmış, ekonomik, siyasi, kültürel ve toplumsal açıdan bir iktidar ve güç nesnesi haline gelmiş durumda.
       
BREZİLYA
       Geniş kumsallar, kahve, samba,ve futbol...
       İşte Brezilya için dünyada en çok kullanılan sözcükler bunlar. Kendilerini futbolun ülkesi olarak tanımlıyorlar. Gerçekten de burada, ulusal kimliğin en büyük sembolü futbol... Brezilyalılar futbollarıyla çok gururlanıyorlar çünkü oynadıkları futbolun aslında kendi milli karakterlerini de yansıttığına inanıyorlar... Vee sahada futbolcular; trübünlerde de taraftarlar futbol kanalıyla bu milli ruhu, tüm dünyaya yansıtıyorlar...
       Bir çok ırktan gelen pek çok etnik gruptan oluşan, dünyanın beşinci en büyük ve en kalabalık ülkesi olan Brezilya’yı bir arada tutan bağlardan biri de kuşkusuz futbol sevgisi. Bu sevgi o kadar büyük ki, Dünya Kupası’nı neden kaybettiğini, iki yıl boyunca soruşturan tek ülke de yine Brezilya oldu.
       Aslında, Latin Amerika’da ‘kriz’ denince akla gelen ülkelerden birisi de hep Brezilya oluyor. Brezilyalılar, ekonomilerindeki dalgalanmalarla, yüksek enflasyon oranlarıyla ve paralarından attıkları bol sıfırlarla hep dünya ekonomisinin gündemindeler.
Brezilya’da futbol, siyasi kariyer yapma açısından çok önemli. Örneğin, Fernando Collork, Brezilya Cumhurbaşkanı olmadan once “Centro Deportivo Alagoano” adlı futbol klübünün başkanıydı.

       Durum böyle olunca da, futbol Brezilya için dertleri unutturan ve daha da önemlisi dünya karşısında “biz de buradayız” dedirten bir ilaç haline geliyor. Bu yüzden de, Brezilya’da futbol başarıları milli kimlik açısından son derece önemli. Futbolun ve dünya çapındaki başarıların pek çok derde ilaç olabildiği Brezilya’da tabii bu durumdan siyasetçiler de yararlanmaya çalışıyorlar.
       Brezilya’da futbol, siyasi kariyer yapma açısından da önemli. Örneğin, Fernando Collork, Brezilya Cumhurbaşkanı olmadan önce ‘Centro Deportivo Alagoano’ adlı futbol klübünün başkanıydı. Bu da Brezilya halkının futbolla ilgili insanlara verdiği önemin bir başka göstergesi. Zaten Brezilyalılar’a göre, Cumhurbaşkanından sonra ülkedeki en önemli pozisyon milli takımın antrenörlüğü... Brezilya futbolda kendini sitilini yaratmayı da başardı. Bu stil birçoklarına göre Brezilya’nın kültüründe varolan ünlü samba dansından esinlemiş durumda. Brezilyalı futbolcular, bu ülkede neredeyse milli dans haline gelmiş olan samba hareketlerini bilinçaltından oynadıkları futbola da yansıtıyorlar. Bu durumda da oynadıkları futbol estetik açıdan oldukça keyif verici oluyor.
       
ARJANTİN
       Askeri darbeler, tango, hüzün, ekonomik krizler ve futbol...
       Dünyanın neresinde olursa olsun bu sözcükler hep Arjantin’i anlatır... Aslında, Arjantin’e futbolun gelişi, bu ülkeye akın eden göçmenler ve nüfusun çoğunluğunun genç olması nedeniyle yaşanan kimlik krizi yıllarına rastladı. Bu nedenle, futbol, Arjantin’de de tıpkı Brezilya’da olduğu gibi, yeni milli kimliğin önemli unsurlarından biri haline geldi. Ve futbol sahası, adeta bu tangolar ülkesinde, zencilerin, beyazların, mestizoların ortaklaşa rol aldığı önemli bir sahne; hatta bir arena. Futbol burada da tıpkı Brezilya gibi, toplumun ideallerinin sembolü oldu.
       Arjantin’deki azınlık grupları da futbol sayesinde, diğer alanlarda olmadığı kadar öne çıktılar.
“Arjantin’deki azınlık grupları da futbol sayesinde, diğer alanlarda olmadığı kadar öne çıktılar.. Peronizmin destekçileri, futbolu, rejime bağlılıkla bütünleştirdiler ve böylece geniş alt sınıfları rejime bağlamayı başardılar”

       Dönemin kimi politikacıları ve entellektüelleri, futbolu, daha az gelişmiş kültür gruplarının etkilenmesi için mükemmel bir araç olarak gördüler. Peronizmin destekçileri, futbolu Arjantin’le bağdaştırmanın yerine, rejime bağlılıkla bütünleştirdiler ve böylece geniş alt sınıfları rejime bağlamayı başardılar.
       Bu yüzden, rejimdeki değişiklikler de futbola yansır hale geldi. Öyleki, Peronizmin 1955’te çöküşünden sonra, Arjantinli futbolcuların kendilerine olan güvenlerini kaybettikleri ve bu yüzden de 1958’deki Dünya Kupası’nda İsveç’e yenildikleri iddia edildi.
       1958’den önce futbolda Arjantin stili, dış etkenlerden bağımsız olarak gelişiyordu. Fakat 1958’den sonra ülkede hem ekonomi hem de futbol açısından Avrupa örnek alınmaya başlandı. Hatta futbolda resmen Avrupa ekolü taklit edilir hale geldi. Ancak, 1974-1982 yılları arasında Arjantin milli takımının antrenörlüğünü yapan Cesar Menotti’nin ipleri eline almasıyla ‘Arjantin stili’ yeniden ağırlık kazandı.
       Oyunda aldatma ve son derece zeki anlık buluşlar, bugün Arjantin stili futbolun en önemli özelliklerini oluşturuyor.
       
AFRİKA
       Yağmur ormanları, safari, yoksulluk ve futbol...
       Uzun yıllar sömürge altında yaşayan yaşlı kıtayı işte en iyi bu sözcükler tanımlıyor. Afrika’daki herşey gibi futbol da bu kıtanın koloni tarihinden etkilendi. Bu kıtayı sömüren devletlerinin Afrika ülkeleri üzerinde her konuda etkisi oldu.
       Futbolu Afrika’ya getirenler de tabii yine bu sömürgeci devletler oldu. Ve sömürgeciler de, futbolun bu ülkelerde milli bir kimlik oluşacak kadar önem kazanmasını herzaman engellediler. Bu nedenle, Afrika’nın kendine öz futbol tarihi asıl 1960’lardan sonra; yani, koloni dönemi bitince başladı.
“Afrika’da futbol giderek ülkeyi ve yerlileri birbirine bağlayan bir araç haline geldi.. Ve bu o kadar ileri gitti ki, Afrika ülkeleri , eskiden sömürgeleri oldukları ülkelere futbol sayesinde kafa tutmaya başladılar...”

       Ve bağımsızlığını kazanan yeni ülkelerin, yeni liderleri de ülkelerini yeniden yaratırken, futbolu milli kimlik oluşturmakta kullanmaya başladılar. Afrika’da futbol giderek ülkeyi ve yerlileri birbirine bağlayan bir araç haline geldi. Ve bu o kadar ileri gitti ki, Afrika ülkeleri , eskiden sömürgeleri oldukları ülkelere futbol sayesinde kafa tutmaya başladılar.
       Bugün, hemen hemen bütün Afrika takımlarında, kendi ülkelerinin ötesinde, tüm Afrika ve zenciler için oynamak ve kazanmak hırsı var. Tabii, durum böyle olunca da Afrika’daki siyasetçiler popülaritelerini arttırmak için yine futbolu kullanıyorlar. Senegal’in Cumhurbaşkanı, takımının zaferini duyunca Fransa gezisini yarıda bırakıp, ülkesine geri döndü ve halkıyla birlikte kutlamalara katıldı.
       Senegal’deki bu kutlamaların merkez noktası da cumhurbaşkanının sarayı oldu. Binlerce taraftar ikinci tura çıkışın zaferini orada buluşarak kutladı. Cumhurbaşkanının halka yakınlığı ve futbolun bürokrasi ile halk arasındaki bariyerleri yıkması, kutlamaların ulusal zafer havasına dönüşmesindeki en büyük etken.
       Aynı şekilde, Senegal’in kupadan elenmesinin ardından halkı teselli etmek için mikrofonların başına geçen de yine devlet başkanı oldu.
       Senegalli taraftarlar da tribünlerde futbol formalarından çok geleneksel kıyafetleriyle yer alıyorlar. Bütün bunların altında aslında futbolun da ötesinde bir milli kimlik yatıyor. Senegalliler için futbol işte bu milli kimliği, tüm dünyaya göstermek için bir araç niteliğinde...
       
JAPONYA
       Samuraylar, gelenekler, teknoloji ve son olarak futbol...
       Güneşin doğduğu ülkeyi işte en iyi bu bu sözler anlatıyor. Japon futbolunun modernleştirilmesinde dönüm noktası 1970’lerin başı oldu. Futbol ilk olarak üniversitelerde, gençler arasında oynanmaya başladı. Bunun üstüne dev japon şirketleri, kendi imajlarını yenilemek için bu takımlara sponsor olmaya başladılar. Bu durumda da Japonya’da futbol hızla gelişmeye başladı.
“Japon milli takımı, japon geleneklerinde varolan saygıyı sahaya da taşıyorlar. Futbolcular son derece çalışkan ve disiplinli. Oyun düzeni hiç bozulmuyor. Futbolcular, sadece kendilerine verilen görevi yapıyorlar. Serbest oynayan oyuncu nerdeyse hiç yok”.

       Ancak, takımların sahipleri şirketler olduğu için, takım kapanmadıkça transfer olmak yasaktı. Çünkü, futbolcular da o şirketlerin çalışanları durumundaydılar. Aslında, bu Japonya’da hakim olan ‘kişiler hayatları boyunca aynı şirkete sadık kalmalıdır’ geleneğinin de bir sonucuydu... Japon halkı, iş değiştirmeye kesinlikle iyi bakmıyor ve bunu sadık olmayan bir davranış olarak görüyor.
       Durum böyle olunca da, Japonya’daki futbol ligi, reklam şirketlerinin araştırmaları sonucu oluşturuldu. Geleneksel sporları sumo’dan 80’lerden itibaren sıkılmaya başlayan Japonların bu dönemde imdadına futbol yetişti. İmajı yenilenmiş futbolun hedef kitlesiyse artık Japon gençleriydi.
       Eskiden pasif olan; bu alanda fazla öne çıkmayan Japon taraftarlar, artık dünyadaki rakiplerini aratmayacak şekilde boyanmış yüzleri ve özel tezahüratlarıyla takımlarının yanında yer alıyorlar.
       Japon kadınları da aslında saha dışında kullanamayacakları maço bir dili, tribünlerde rahat rahat kullanıyor ve futbolun getirdiği özgürlüğün tadını çıkarıyorlar.
       Öte yandan, daha önce sahalarda hiçbir şiddetin görülmediği Japonya’da, futbolun günlük yaşamdaki rolü arttığından bu yana çeşitli olaylar yaşanmaya başlandı.
       Ancak, bunlar, dünyanın diğer ülkelerinde görmeye alışık olduğumuz klasik şiddet olaylarından oldukça farklı. Özellikle, Japonya’ya özgü saygı ve özür dileme gibi değerlerin ortaya çıkardığı şiddet olayları oldukça ilgi çekici.
       Japon milli takımı, japon geleneklerinde varolan saygıyı sahaya da taşıyorlar. Futbolcular son derece çalışkan. Herkes her zaman koşuyor. Ve herkes çok disiplinli. Oyun düzeni hiç bozulmuyor. Futbolcular, sadece kendilerine verilen görevi yapıyorlar. Serbest oynayan oyuncu nerdeyse hiç yok.
       
ALMANYA
       Endüstri, disiplin, bira, ve futbol...
       Dünya tarihinin önemli dönemlerinde hep başrol oynayan Almanya işte bu sözcüklerle tanımlanabilir.
“Disiplinleriyle ünlü Almanların milli takımındaki futbolcuların oynayış tarzları da adeta bir makinanın işleyişini andırıyor”.

       Almanya ligi 1900’de kurulduğundaki, yetkililerin ilk görevi, futbol karşılaşmalarında oynayabilecek ‘uygun’ takımları ayıklamaktı. İşçi sınıfının oluşturduğu takımlar ‘vahşi’ olarak nitelendiriyordu ve bu nedenle oynamalarına izin verilmiyordu. Ancak bir süre sonra Alman Futbol Federasyonu bu işçi sınıfı takımlarının sayısını ve gücünü görmezlikten gelememeye başladı. Ve nihayet işçilere de sahaların yolu açıldı.
       Orta sınıfı temsil eden federasyon, bu klüplerin yine orta sınıftan gelen yöneticilerden oluşan bir komite kurmalarını sağladı ve böylece de kontrolü eline geçirmiş oldu.
       Alman taraftarlardan uluslararası maçlarda oldukça şovenist davranışlar görmek mümkün. Almanların holiganlığa varan davranışları yakın zamanda Fransa, Hollanda, Belçika ve Polonya’ya karşı oynanan maçlarda ortaya çıktı. Ayrıca, Almanların uluslararası maçlarda gösterdikleri şiddetin korkusundan, aslında 20 nisan 1994’te İngiltere’ye karşı oynanacak maç bu tarihin Hitler’in doğumgünü olmasından dolayı ileri bir güne ertelenmişti. Bugün, Alman sağcılarını, özellikle yurtdışındaki maçlarda Nazilerin kullandığı ‘gamalı haçlı’ formalar içinde görmek mümkün. Disiplinleriyle ünlü Almanların milli takımındaki futbolcuların oynayış tarzları da adeta bir makinanın işleyişini andırıyor. Burada tüm oyuncular kendi işlevlerini yerine getiriyorlar. Takımda pek yıldız yok, herkes neredeyse eşit derecede yetenekli.
       
TÜRKİYE
       Deniz, güneş, turizm, misafirperverlik, batılıların dünya kupasında taktıkları lakapla yeniçeriler, ve futbol...
       
Doğu ile Batı’yı; Asya’yla Avrupa’yı birleştiren Türkiye’yi dünya işte bu sözcüklerle tanıyor... Türkiye’ye futbolu İngilizler getirdi. Bu konuda önce, İslama aykırılık tartışması yaşandı. Sonra da ‘ayaktopu’, 1930’lu yıllarda en popüler spor dalı haline geldi. 80’lerin ortalarına kadar futbola ilgi geniş olmasına rağmen, uluslararası karşılaşmalarda genelde hayalkırıklığı hakimdi.
“Türk milli takımının katıldığı uluslararası futbol karşılaşmalarında da kendini Avrupa’ya kanıtlama, Türklerin ne olduğunu gösterme duygusu hakim”.

       80’lerdeki sosyal, ekonomik,ve siyasi değişikliklerle birlikte batıya açılım tartışmaları ve ulusal kimlik sorunu ön plana çıkmaya başladı. Futbol da, bu dönemde ortaya çıkan doğu-batı, ulusal-uluslararası tartışmalarının yansıdığı bir alan oldu.
       Türkiye, milli takım tarihinde ilk defa 1996’da İngiltere’de oynanan Avrupa şampiyonası’nda finale kaldı. Bu başarı, Türk halkını çok sevindirdi fakat Avrupa’yla olan dengesiz ilişkisini değiştirmesinde etkili olamadı. Avrupa’ya karşın ezilme ve hatta rezil olma korkusu heryerde kendini hissettirdi.
       1991’de Fenerbahçe- Atletico Madrid arasında oynanan alman kaleci Schumacher’in jubile maçında elektrikler kesilince atılan manşetler bunun en önemli göstergesiydi: ‘Almanya ve İspanya’ya rezil olduk!’ ve ‘Avrupa bize gülüyor!’
       Aslında, bugün Türk milli takımının katıldığı uluslararası futbol karşılaşmalarında da kendini Avrupa’ya kanıtlama, Türklerin ne olduğunu gösterme duygusu hakim.
       En sevilen tezahürat da meydan okuma hatta kendini kanıtlama sözcükleri içeriyor..
       “Avrupa Avrupa duy sesimizi - bu gelen Türklerin ayak sesleri” - “Türkleri kimse yenemez” - ve “Avrupa koru kendini”.


Prof. Dr. Emre Kongar
       
EMRE KONGAR İLE FUTBOL ÜZERİNE...
       Mithat Bereket: Herşeyden önce, futbolun dünyanın hemen hemen her ülkesinde popüler kültürün önemli bir parçası haline gelmesinin nedeni sizce ne? Yani, neden bir başka spor değil de futbol, dünyada bu denli öne çıkıyor ve adeta ulusal kimliklerin yansıtıldığı bir kültür arenası durumuna geliyor?
       Emre Kongar: Bir defa bu bir teknoloji meselesi. Yani, statlarda oynanıyor bu. Esasına bakarsanız, bütün bu ticaretin ve medya aracılığıyla toplumsal ilişkilerin düzenlenmiş olduğunu görürsünüz. Yani, nasıl bir uçak ulaşımını sağlamak için havaalanları kuruyorsanız, futbol için de statlar yapıyoruz. Bir defa olay oradan başlıyor. Hatırlayın. Türkiye’de meşhur bir 100 binlik stat projesi vardı. Yıllarca bununla uğraşıldı.
       Bir defa dünya konjonktürü, dünya ekonomisi veya iletişimi, futbolunu öyle sunuyor ülkelere.
“Tarihsel olarak futbolla ilgili toplumların veya ülkelerin üç ana grupta toplandığını görüyorsunuz. Kabaca, gelişmiş ülkeler, diktatörlük rejimleri ve genetik olarak buna uygun ülkeler. Şimdi Türkiye’nin ve Güney Kore’nin içine girdiği bu dövüş bu yarışma son yılların bir ürünüdür. Dünyanın küreselleşmesinin getirdiği bir sonuçtur”.

       Bu bir, ikincisi, tabi ülkelerarası etkileşim çerçevesinde aynı dış ticaret gibi bu da işin içine giriyor ve böylece bir en son dünya kupası, FİFA kupasında olduğu gibi bir küresel olay haline getiriliyor. Çok büyük boyutlu, ekonomik ve ticari boyutları olan bir olay. Yani, yönlendirilmiş bir olay. Kendi başına gelişen bir olay değil. Nitekim baktığınız zaman, bu son futbol kupasının çok önemli bir özelliği var. Klasik olarak yani tarihsel olarak futbolla ilgili toplumların veya ülkelerin üç ana grupta toplandığını görüyorsunuz. Bunların birinci grubu gelişmiş ülkelerdir. İngiltere ve Batı Avrupa ülkeleri. Öncülüğünü İngiltere yapmıştır. Onun nedeni de bu. İşte, sömürgelerinden paralar alıyor, sömürüyor, içeride onların temel yatırımlarını yapıyor. Ülke gayet hem spor alanında hem bilim alanında gelişiyor ve bunlar futbolda iddialı. Birinci grup ülkeler bunlar. Gelişmiş sanayi ülkeleri.
       İkinci grup ülkeler çok ilginç. Arjantin örneğine birazdan başka bir nedenle de değineceğim ama onlar güzel olmuştu. İkinci grup ülkeler, diktatörlükle yönetilen ülkeler. Yani, dağılan eski Sovyetler Birliği, faşist Almanya, faşist İtalya ve İspanya ile Portekiz... Bu komünist ve faşist ülkelerde, diktatör ülkelerde spor kendi ülkelerinin, kendi rejimlerinin propagandasını yapmak için kullanılıyor. Arjantin’de çok güzel bir laf vardı. Hazırlanan dosyada diyor ki, toplumla değil rejimle bütünleştirildi, diyor, futbol. Dolayısıyla Peronizm çöktükten sonra futbolda başarısız oldu. Bu işte o tamamen o forma bende. Bu Sovyetler Birliği’nde de böyleydi. Hitler’de de böyleydi. Franco ve Salazar’da da...
       Üçüncü grup ülkeler, genetik olarak futbola yatkın insanlardan oluşan ülkeler. Biliyorsunuz genetik olarak ne kadar melez olursa insanlar, o kadar üstün nitelikler kazanıyorlar bu Hitler’in saf ırk kuramı tam tersi, biliyorsunuz, akraba evlilikleri anormal çocuk doğurur. Bu özellikle Güney Amerika ülkeleri buna uygun. Şimdi tabi bu üç kategori. Yani, gelişmiş ülkeler, diktatörlük rejimleri ve genetik olarak buna uygun ülkeler. Bunların tekelindeydi. Tabi, bu çok kaba bir sınıflama. Arjantin’de olduğu gibi hem diktatörlük hem genetik olay. Yahut, Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi gelişmişlikle birleşme filan. Şimdi Türkiye’nin ve Güney Kore’nin içine girdiği bu dövüş bu yarışma son yılların bir ürünüdür. Ve dünyanın küreselleşmesinin getirdiği bir sonuçtur.
       
“İspanyollara matador, Japonlara samuray, Arjantinlilere tangocu, Brezilyalılara sambacı vee nihayet Fransızlara horozlar...Aslında, bu lakaplar bir yerde o ülkenin yabancılar gözündeki imajını da gösteriyor”.

       Mithat Bereket: Sambacılar.. Matadorlar.. Samuraylar.. Asya kaplanları.. Panzerler.. Afrika aslanları.. Sıpagetticiler.. Horozlar... Kırmızı şeytanlar... Vee tangocular... Bunlar, dünya kupasına katılan takımlara diğer ülkelerin ve özellikle de yabancı basının taktığı lakaplar.. İspanyollara matador, Japonlara samuray, Arjantinlilere tangocu, Brezilyalılara sambacı vee nihayet Fransızlara horozlar...Aslında, bu lakaplar bir yerde o ülkenin yabancılar gözündeki imajını da gösteriyor. Bu durumda da bu lakaplar, farklı ülkelerin ve farklı ulusların milliyetçi duygularını temsil eder hale geliyor. Sonra da bu milliyetçi duygular, sahaya çıkıp mücadele etmeye başlıyorlar. Böylelikle, bugün dünyanın en popüler sporu olan futbol da, bu farklı kültürlerin ve milliyetçiliklerin karşılaştığı bir arena durumuna geliyor. İşte, gelin şimdi de futbolun bir de bu boyutuna bakalım.
       
MİLLİ KARAKTERLER VE KÜLTÜRLER SAHAYA İNİYOR
       “Dünyanın en büyük sektörlerinden biri haline gelen, bacasız sanayi futbol, aynı zamanda gizli milliyetçilik çekişmelerinin de sahaya yansıdığı dev bir arena, durumunda. Ve işte bu arenada top koşturan takımlar, kendi kültürlerini, milli karakerlerini, ve hatta kendi dünya görüşlerini oynadıkları oyunla sahaya da yansıtıyorlar. Bugün, artık, sambacı Brezilyalıların oynadığı atak ve hareketli futbolunu, panzer Almanların disiplinli oyun sistemini, matador İspanyolların kıvrak futbolunu ve hatta samuray Japonların ya da Asya kaplanı Korelilerin hareketli ve oyunu hiç bırakmayan inatçı stillerini herkes yakından biliyor. İşte, bu milli karakterlerin ve kültürlerin sahaya inmesiyle birlikte farklı millliyetçilikler de ister istemez karşı karşıya gelebiliyor. Bu durumda da ortaya ilginç görüntüler çıkıyor.
       
SÖMÜREN VE SÖMÜRÜLEN KARŞI KARŞIYA
“Fransa, yıllarca sömürdüğü yaşlı kıtanın çocuklarına bu kez kendi milli takımında yer veriyordu. Aslında, Fransızlar, bu manzarayla başarının temelinde adaletli ve eşitlikçi bir yönetim yattığını herkese gösteriyorlardı”.

       Bu yılki dünya kupasının ilk maçında biri sömüren diğeri sömürülen iki devlet arasındaki çekişme yeşil sahalara yansıdı. Fransa’nın sembolü horoz, Afrika aslanı Senegal’e karşıydı. Aslında, geçen kupayı evine götüren, dünya şampiyonu Fransa, bu yılki karşılaşmalardan önce, kendi ülkesindeki aşırı sağcı ve milliyetçi akımların güçlenmesiyle meşguldü. Fransızlar, ülkelerinin çağdaş yapısını tehdit eden bu gelişmeye dur diyebilmek için meydanlarda, sosyal devletin temellerine sahip çıktı. Fransızlar dünya kupasına giderken, aşırı sağ karşıtı gösteriler ve pankartlar Fransa sokaklarına damgasını vurmuştu bile.
       Bu hava, Fransa’dan binlerce kilometre uzaklıktaki Kore’ye ve Japonya’ya da yansıdı. Fransız milli takımının sahadaki dizilişi adeta aşırı sağ akımlara karşı yeni bir yanıt gibiydi.
       Fransa, yıllarca sömürdüğü yaşlı kıtanın çocuklarına bu kez kendi milli takımında yer veriyordu. Fransız milli takımında Fransız kökenli oyuncu sayısı son derece azdı. Aslında, Fransızlar, bu manzarayla başarının temelinde adaletli ve eşitlikçi bir yönetim yattığını herkese gösteriyorlardı.
       Ve beklenen gün geldi... Fransa, eski sömürgesi Senegal’e karşı oynarken ülkedeki bütün meydanlar doldu..maçın ardından gülen taraf Senegal’di... Ve işin ilginci, zaferlerini etnik dans figürleriyle kutlayan Senegalli futbolcuların çoğu Fransız vatandaşıydı.
       Hassas dengenin sağlanmasında futbol önemli...
       Fransa, ciddi bir dönemde, hassas bir dengeyi, futbol topunun getirdiği barışı sayesinde korumuştu. Fransızlar, kupadan elendikten sonra eski sömürgeleri Senegali desteklediler. Ve bu destek, Senegal’in elendiği Türkiye maçına kadar da devam etti. Fransa ile Senegal arasında herhangi bir milliyetçilik tartışması yaşanmadı. Ama, oynanan diğer maçlarda karşıt milliyetçilik akımları sık sık oyuna damgasını vurdu.
       
FAŞİZM VE FUTBOL
       İtalya ve İspanya örneği
“Dünya İkinci Dünya Savaşı’na doğru giderken, Mussolini, İtalya’daki propaganda aracı olarak futbolu da kullanmıştı. İtalya milli takımı oyuncuları faşist İtalya’nın gücünü tüm dünyaya göstermeleri için adeta üstü kapalı tehdit edildiler...”

       Dünya İkinci Dünya Savaşı’na doğru giderken, Mussolini, İtalya’daki propaganda aracı olarak futbolu da kullanmıştı. İtalya milli takımı oyuncuları faşist İtalyanın gücünü tüm dünyaya göstermeleri için adeta üstü kapalı tehdit edildiler... Ve bu tehdit; daha doğrusu bu korku başarılı da oldu. İtalya milli takımı o yıl dünya şampiyonu oldu.
       Bu yıl oynanan dünya kupası maçında Güney Kore tarafından elenen İtalyanlar birkez daha hoşgörülerini kaybettiler. Eleştiri okları önce, maçı yöneten hakeme çevrildi. Hızını alamayan İtalyanlar, kendi klüplerinde oynayan Güney Koreli yıldız oyuncu Ahn’ı klüpten kovdular.
       Benzer bir yaklaşım da İspanya’da görüldü. İkinci dünya savaşı sırasında faşist Franco, ülkesini Portekizli Salazar’ın bulduğu “3 f” formülüyle yönetmişti. Futbol, Fiesta ve Fatımanın sırları yani din... Bu yüzden Franco yönetimi futbola büyük önem verdi. Franco döneminde kurulan Real Madrid takımı, hem o yıllar da hemde bugün halen dünyanın en ünlü ve en güçlü klüplerinden biri. Güney Koreliler, son dünya kupasında İtalyanlar’dan sonra İspanyollar’ı elediler. İspanya’da tam bir şok yaşandı. Coşkulu İspanya seyircisinin eleştiri okları tıpkı İtalya’da olduğu gibi yine hakemlere yöneldi.
“Dünya kupası karşılaşmaları, İspanya’nın Sevilla kentinde düzenlenen Avrupa Birliği zirvesine de damgasını vurdu. Birlik 30 yılı aşkın bir süredir tarihinde ilk kez zirve toplantısını tam iki buçuk saat gecikmeyle açtı”.

       Futbol Avrupa Birliği zirvesinin de gündemindeydi...
       Dünya kupası karşılaşmaları, İspanya’nın Sevilla kentinde düzenlenen Avrupa Birliği zirvesine de damgasını vurdu. Birlik 30 yılı aşkın bir süredir tarihinde ilk kez zirve toplantısını tam iki buçuk saat gecikmeyle açtı. Çünkü, İngiliz Başbakanı Tony Blair, İngiltere-Brezilya maçı’nı izlemek izlemişti.
       Orada kurulan dev basın merkezinde bu karşılaşmayı ekrandan izleyen İngilizlerin sogukkanlılığı da aslında adalıların milli karakterini gösteriyordu.
       Maçın ardından üzülen taraf İngiltere’ydi. Ancak, tribünleri birbirine katan İngiliz holiganlar, allah’tan Sevil’deki zirvede yoktu. Zirvenin ilk gününde, yine Avrupa Birliği tarihinde ilk kez öğle yemeği de uzun tutuldu. Çünkü, Alman Başbakanı da kendi milli takımının Amerika Birleşik Devletleri’yle yapacağı maçı seyretmek istemişti. Avrupa Birliği zirvesini izleyen Alman gazeteciler, Almanya’nın başarısıyla sevindiler. Zirvenin ikinci gününde de gündemde yine futbol vardı.
       İspanya, Güney Kore ve Türkiye, Senegal maçları için tahmin Avrupa Komisyonu Başkanı Prodi’den geldi. Prodi, hangi takımı tutuyorsunuz sorusuna, “tabiki Avrupa takımlarını, yani İspanya ve Türkiye’yi”, diye yanıt verdi. Güney Kore’ye karşı kendi milli takımlarını destekleyen oradaki İspanyolların tezahüratları ve coşkuları aslında kendi milli kimliklerini de yansıtıyordu. Bu kimliğin içinde tabii ki Falemenko’nun ve boğa güreşlerinin de izleri vardı. Maç, uzatmalara kaldı. Uzatmalarda da beraberlik bozulmayınca, bu kez sıra penaltı atışlarına geldi. Nefesler tutuldu ve futbolcuların penaltı atışları başladı. İspanyol futbolcu Harlequin’in kaçırdığı gol, matadorları biranda yıkıma uğrattı. Sevil’dekilerin üzüntüleri bile aslında Akdeniz kültürünün hareketliliğini yansıtıyordu.
“İngiltere, İtalya gibi bu “ayaktopunu” dünyaya tanıtan ülkelerin yeşil sahada başarısız olup elenmeleri; Türkiye ve Güney Kore gibi aslında futbol geçmişlerinde dünya şampiyonlukları olmayan ülkelerin Brezilya ve Almanya’nın yanında son dörde kalmaları, aslında dünyadaki yeni bir gelişmeyi gösteriyor...”

       Prodi’nin şans tanıdığı diğer Avrupa ülkesi olan Türkiye’yse yarı finale adını yazdırmayı başardı. Türkiye’den Sevil’e, AB zirvesine gelen gazeteciler, diplomatlar, üst düzey bürokratlar ve teknisyenler oradaki basın merkezinde milli maçı hepbirlikte izlediler.
       
YEŞİL SAHADA GÜÇ GÖSTERİSİ
       Ve İlhan Mansız’ın altın golüyle coşan Türklere oradakiler de katıldı. Aslında bu sevinç; bu coşku, Türk kültürünün ve milli karakterinin de bir yansımasıydı. 17. Dünya Kupası, tüm ülkelerin futbol anlayışlarının birbirine yaklaştığı ve önceden yapılan tahminlerin yıkıldığı maçlara sahne oldu...
       Çeşitli bölgelerde küçük çaplı savaşlar yaşansa da barışın hakim olduğu dünyada güç gösterisi artık futbol sahasında yaşanıyor. İngiltere, İtalya gibi bu ‘ayaktopunu’ dünyaya tanıtan ülkelerin yeşil sahada başarısız olup elenmeleri; Türkiye ve Güney Kore gibi aslında futbol geçmişlerinde dünya şampiyonlukları olmayan ülkelerin Brezilya ve Almanya’nın yanında son dörde kalmaları, aslında dünyadaki yeni bir gelişmeyi gösteriyor. Günümüzde giderek küçülen dünyada sadece ülkeler değil, kültürler, değer yargıları ve hatta oynanan futbol bile birbirine yaklaştı. Ve askeri cephede, ekonomik ve siyasi alanda bugüne kadar ‘doğu’yu mağlup eden’ batı, artık eski üstünlüğünü yitirmeye başladı.”
       Mithat Bereket: Gerçekten de halen devam etmekte olan bu son dünya kupası, eskilerin o ünlü milli takımlarının artık kendilerini yenileyemediğini ve bugüne kadar dünya kupalarında hiçbir önemli başarı elde edememiş, Güney Kore, Japonya, Türkiye ve hatta Senegal gibi takımların futbolun devlerini nasıl yıkabildiğini gösterdi. Kısacası, dünya değişiyor. Ve tabii, dünyanın en popüler sporu olan futbol da bundan etkileniyor... Değişen bu dünyada, bir yerde milliyetçiliklerin öne çıktığını görüyoruz. Ve aşırı milliyetçilikler çok tehlikeli olabiliyor. Yugoslavya gibi bir ülkeyi parçalayabiliyor. Peki, bunların yeşil sahalara yansıması ne kadar tehlikeli olabilir, ya da ne kadar yansıyabilir?
       Emre Kongar: Olayın yine yönlendiriliş biçimine bakmak lazım. Nasıl büyük stadlar inşa ederek, futbol büyük kitlelere malediliyorsa, bu turnuva da milliyet esasına göre düzenlendiği için milliyetçiliği yansıtıyor. Yani, çok büyük düzeyde, büyük ticari ve ekonomik düzeyde yapılan bu organizasyonların baştan herşeyi yönlendirdiğini bilmemiz gerek. Çok basit bir örnek vereyim. Veya çok basit bir soru sorayım. Bu turnuva milliyetler esasına, uluslar esasına göre düzenlenmeseydi de, dinler esasına göre düzenlenseydi ne olacaktı? Hıristiyanlar, müslümanlar, museviler, katolikler, protestanlar, sünniler, aleviler filan olacaktı.
“Ulusal düzeyde planlanan bu futbol turnuvası milliyetçiliklerin adeta askeri silahlarla değil, futbol silahıyla dövüştükleri ve bir anlamda yarıştıkları bir arena oluyor. Ve çok tehlikeli şeyler olabiliyor...”

       Yani, bir defa olayı en global düzeyde, küresel düzeyde planlarken, büyük beyinler, dünyayı yöneten sermaye, siyaset ve askeri şeyler filan bunu bir defa ulusal düzeyde yapıyorlar. Dolayısıyla ulusal düzeyde planlanan ve bu futbol turnuvası tabi ki sizin çok iyi işaret ettiğiniz ve belgeselde de söylenen milliyetçiliklerin adeta askeri silahlarla değil ama futbol silahıyla dövüştükleri ve bir anlamda yarıştıkları bir arena oluyor. Ve çok tehlikeli şeyler olabiliyor. Yani, Orta Amerika ülkeleri futboldan dolayı birbirlerine girdiler. Gol kralı, bizim ülkemizde iki kent birbirine girdi iki defa. Sivas, Kayseri ve Erzurum, Kars kentleri birbirine girdi, filan. Yani, insan ruhunnu içindeki o kimliğiyle özdeşleşen yarışma duygusu sahaya yansıdığı zaman bütün milliyetçi akımların getirdiği tehlikeleri oraya taşıyoruz.
       Mithat Bereket: Bir de futbolun başka bir açısı var. Dünya kupası başladığı zaman ekonomik kriz içindeki Arjantin iyi oynarsa sanki krizden çıkacak zannetti.. Gerçi benzer bir durum bizde de yaşandı. Ama olmadı. Ne oluyor da insanlar bütün dertlerini futbol ile unutuyor. Sanki o meşin yuvarlak ağlara takılınca herkes bir anda zengin olacağını mı zannediyor?
       Emre Kongar: Onun cevabı gayet açık. Hemen söyleyelim. Bu da gelişmişlikle ilgili bir şey. Şimdi kendi yaptıklarıyla övünen insanlar ve toplumlar vardır. Yani, bir şeyi gerçekleştirirsiniz, bir icraat yaparsınız, bir keşif yaparsınız, çalışırsınız, bir şey üretirsiniz, onlarla övünürsünüz. Mesleğinizle övünürsünüz. Bunlar olmadığı zaman dönüp kimliğinizle övünmeye başlıyorsunuz. Nedir kimlikle övünmek kendiniz hiçbir şey yapmıyorsunuz ama bir şeyin üyesisiniz. Yani, bir din mensubusunuz veya bir milliyetin mensubusunuz veya bir ailenin mensubusunuz. Yani, zengin çocuklarının hiçbir şey yapmadan baba parasıyla övünmesi gibi. Ben işte şu ailenin oğluyum filan gibi. Şimdi futbolda da bu görülüyor. Bütün ülkeler için geçerli yalnız
“Abartıyoruz çünkü krizimiz var, çünkü mutsuzuz, çünkü politikacılara güvenimizi kaybetmişiz, çünkü geleceğimizden umutsuzuz. Şimdi insanoğlunun toplum olarak veya birey olarak bu kadar karamsar ve umutsuz biçimde yaşaması olanaklı değil”.

       Türkiye için söylemiyorum. Orada 11 kişi oynuyor. Yedekleriyle, teknik direktörleri, şusu busu, 20-30 kişi... Şimdi 20-30 kişi orada ter döküyor, canı çıkıyor. Arkasında mesela Türkiye gibi bir ülkede 70 milyon. Ve Amerika’da 200 milyon, bununla övünüyor. Mesele bu unutma ve sıkıntıları aşma meselesi başarısızlıklardan yani toplumun veya bireyin başarısızlıklarından kimliğe dönerek kendisini kimlik içerisinde eriterek bir hayal alemine dönüştü. Ve son derece bu psikolojik olarak heryerde görülen, bütün ülkelerde görülen, bütün insanlarda görülen bir kaçış, bir savunma mekanizması.
       Mithat Bereket: Dünya kupasında Türk milli takımı gerçekten büyük bir başarı kazandı. Ama bunu niye abartıyoruz. Yine dünyayı bir futbol takımı ile fethetmeye kalkmadık mı sizce?
       Emre Kongar: Evet çok doğru. Abartmamızın sebebi, benim söylediğim. Çünkü krizimiz var, çünkü mutsuzuz, çünkü politikacılara güvenimizi kaybetmişiz, çünkü geleceğimizden umutsuzuz. Şimdi insanoğlunun toplum olarak veya birey olarak bu kadar karamsar ve umutsuz biçimde yaşaması olanaklı değil. Dolayısıyla, yani, çok kötü koşullarda yaşadığımız için kimliğimize dönüp, bunlarla hiç ilgisiz dahi olsa bir başarıyı birdenbire kendimize sığınak yapıyoruz. Ve bunlar hep psikolojik savunma mekanizmalarıdır. Toplumların veya bireylerin, hiç farkı yoktur. Yani, hiç ilgisiz bir alanda başarıya, başkasının başarısına üstelik, ben onu yazdım da, yani emek koymadan zafer kazanmak. Bir Türk halkı olarak söyleyelim veya Almanya kazanacak diyelim. Alman halkı emek koymadan oradaki 20-30 futbolcusu ve teknik adamın alınteriyle birdenbire çılgına dönecek, başaracak. O çılgına dönmeyecek.
“Çılgına dönenler az gelişmiş ülkeler oluyorlar. Çünkü onların başka başarıları yok”.

       Çünkü Almanya’nın başka başarıları var. Çılgına dönenler az gelişmiş ülkeler oluyorlar. Çünkü onların başka başarıları yok.
       Mithat Bereket: Japonlar yenildiler üzüldüler ama coşkularından bir şey kaybetmediler. Eminim bizim gibi oyuncuları da ipe çekmeye kalkmadılar. Sanıyorum futbol seyircisi ve oyuncusu açısından ekonomik gelişmişlikle direkt bir bağlıntı var. Parası olan ülkeler için bu bir oyun bizim gibi ülkeler için ise bir kendini kanıtlama adeta savaş. Siz ne düşünüyorsunuz?
       Emre Kongar: Bu fevkalade doğru bir teşhis. Gelişmiş ülkeler için bu bir oyun. Yani, bakın bireylere dönelim. Hepimizin hayatında böyle insanlar vardır. Bir satranç oynuyorsunuz ya da pişpirik oynuyorsunuz ya da tavla oynuyorsunuz. Kimisi tavla oyununda yenilince çılgına döner. Yenilmeyi kabul edemez. Az gelişmiş insandır. Şimdi bu bir oyun. Ve bu eşler arası, benzerler arası bir oyun. Yani, gelişmiş ülkelerin arasında olan bir oyundu. Burada yalnız küçümsememek lazım. Türkiye’nin başarısı gerçekten çok büyük. Bu gelişmiş ülkeler, diktatör ülkeler ve işte genetik olarak buna uygun ülkeler arasında giden kapalı bir oyundu. Türkiye’nin, Güney Kore’nin filan çok fazla bir yeri yoktu. Türkiye’nin büyük bir çabayla ve sistematik bir çalışmayla bu eşitler arası oyuna onlarla eşit mücadele edebilir biçimde katılabilmiş olması bir defa hakikaten çok büyük bir başarı. Fakat hazımsız olduğumuz için başka alanlarda başarımız olmadığı, daha doğrusu başka alanlarda, mutsuz, karamsar, kötü bir ekonomik ortamda, siyasal ortamda olduğumuz için bunu çok abartıyoruz. Ve adam öldürüyoruz. Yani tabanca veya tüfek ateşliyorsunuz. O tabanca, tüfeğe kullananlara sorayım, hangi milli takımın zaferi bir kişinin hayatına değer, o kişi sizseniz... O tabanca atan adama sormak lazım. Senin kızın, 18 yaşındaki kız öldü, çünkü... Balkonda otururken, tabanca kurşunuyla öldü. Değer mi? Nereden geliyor o? Başka alanlarda mutlu olamamanın, başka alanlarda başarı sahibi olamamanın getirdiği kompleks. Gelişmiş ülkeler için bu bir oyundur. Bizim gibi gelişmemiş bir ülke olarak, gelişmiş ülkelerin seviyesine çıkma başarısını göstermiş olanlar için, ki biz o başarıyı gösterdik. Başka alanlarda gelişemediğimiz için, yani siyasal ve ekonomik olgunlaşmaya sahip olmadığımız için...
       Mithat Bereket: İlk 4 takım arasında 2 Avrupa takımı olarak dünya kupasında 3 şampiyonluk yaşamış Almanya ile beraber Türkiye yer aldı. Avrupa Birliği için yoğun çaba gösterdiğimiz şu günlerde futbol siyasi ve idari hareketlerimize ne ölçüde destek olmuştur, Almanya’nın ev sahipliği yapacağı 2006 dünya kupasında birlik üyesi olarak ter dökme şansımız ne olacaktır?
“Bu futbol başarısında 70 milyonun ne katkısı var ki... Halbuki ekonomide 70 milyonun çalışması lazım. Siyasette 70 milyonun ağırlık koyması lazım. Orada gitmiş, bizim çok değerli, 20-30 sporcumuz çok büyük bir başarı göstermiş. Bize ne?”

       Emre Kongar: Bu bizim kendimize yarattığımız bir hayal alemi. Yani medyada da bunu görüyoruz. İşte futboldaki başarı, birlik ve beraberlik, şimdi ekonomiye yansısın, siyasete yansısın... Bütün ekonomik krizleri aşalım, siyasal sorunlarımızı çözelim. Afedersiniz, biraz kaba bir tabirle söyleyeceğim ama bu tamamen palavra. Mümkün değil böyle bir şey... O bir başka olay. Çünkü bu futbol başarısında 70 milyonun ne katkısı var ki, kardeşim. Halbuki ekonomide 70 milyonun çalışması lazım. Siyasette 70 milyonun ağırlık koyması lazım. Orada gitmiş, bizim çok değerli, hiç küçümsemiyorum, 20-30 sporcumuz çok büyük bir başarı göstermiş. Bize ne? Biz, başkasının kaşığıyla pilav yiyoruz, deyim yerindeyse. Onun için bu başarının hele bizim Avrupa Birliği ile bütünleşmemizde, şurada burada falan öyle bir ciddi fonksiyonel hiçbir sonucu olması mümkün değil. Tabi yine küçümsemeyelim. Turizm olarak Türkiye’ye dikkat çeken bir olay olarak Türk futbolunun bir spor dalında, batı düzeyinde... Gerçekten, çünkü şimdi dördüncü olalım en kötü olasılıkla veya en iyi olasılıkla birinci olsaydık. Çok büyük bir fark yok. Dünyanın en iyi dört takımından biri olduk. Bu bir başarı. Bunu küçümsemek hiç gerekli değil ama fazla da abartmamız lazım. Siyasal ve ekonominin sonuçları, işte futbol ekonomisi kadar olur.
       
       
       
 
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları