Home page

Haber Menüsü


Tayfun Öneş
Yazara mail atmak için resmin üzerine tıklayın.
 
Artık bizi yarı final kesmez
 
Finale çıkarsak ne mi olur? Bugün Bağdat Caddesi’ne, Taksim Meydanı’na bağlanan yollar tıkandı, o gün sokak aralarından caddeye bile çıkamadan, kapımızın önünde teperiz horonları...
 
NTV-MSNBC
 
22 Haziran—  Bugün eli kalem tutan herkes bu maçı yazabilir. Bugün, hayatında hiç futbol yazısı yazmamışlar bile benden daha güzel, daha doğru şeyler yazabilirler. Onları bilemem, ama ben... Ben şu anda hayatımın en keyifli yazılarından birine başlıyorum.

   
 
NTVMSNBC Reklam  
 

 
       22 Haziran 2002, 14:30’da ekranın başına geçtim, 16:30 olmamıştı ki, kendimden geçtim. İlk yarıyı yalnız seyrettim, birileriyle bu heyecanı mutlaka paylaşmam lazımdı, daha fazla daynamadım, kalktım, arka mahalledeki arkadaşların evine gittim. Böylece, her Hakan ıskasında telefonum cır cır öteceğine, yanlarında olurum daha iyi dedim.
       İkinci yarıyı onlarla, tam bir Türkiye’li gibi seyrettim. Ne demek “Türkiye’li gibi”? Bilirsiniz işte... Bir koltuktan öbür koltuğa, bir yerden, öbür yere, hop televizyonun dibine. Hele Hakan kaçırmaya, vurmamaya, sıçramamaya devam ettikçe, sanki onu sahaya süren, sürdüğü yetmezmiş gibi bir de sahada tutan bizden biriymiş gibi birbirimizin üstüne yürüyerek ulaştık taa 70. dakikaya.
       
       Dünya ve Avrupa Şampiyonu Fransa’yı yenerek grubundan çıkan, İsveç’i de deviren Senegal ekibi, elbette çeyrek final maçının kolay geçmesini beklememiştir ama, hayatlarındaki en biçare maçı oynayacaklarını hiç tahmin etmemişlerdir. Bir ofsayt golü, bir de yan ağları bulan şutun dışında Senegal yoktu sahada. Biz oynarken, onlar seyretti, bu kez oynamaktan değil seyretmekten zevk aldılar sanki.
       
       Maç istatistiklerine göre, topa sahip olma oranları yüzde 59’la bize, yüzde 41’le onlara aitmiş. Bu benim için pek bir şey ifade etmiyor. Futbolun yüzde 90’ını biz, yüzde 10’unu onlar oynadı. Maç daha ilk yarıda biterdi. Hakan’a şükretsinler.
       
       Şimdiye kadar bir nev’i ‘anti-futbol’la rakiplerini deviren ay-yıldızlılar, bu sefer dünyaya resital sundular. Bitkin Hakan’ın dışında her oyuncu, transfer piyasalarında tavan yapmayı hakediyordu sanki. Fizik, kondüsyonu yüksek ve her biri “sprinter” özelliği taşıyan Senegallilere boş alan bırakmadan, onlardan daha ustaca top çevirerek, sahanın her yerinde kademeye girerek rakibi şaşkına çevirdiler.
       Ben, bizim bıdık Emre, ağırkanlı Tugay, bu sür’atli Senegal karşısında ne yapar ki diyordum, onlar Afrika’ya “futbol öyle değil, böyle oynanır” der gibiydiler. Her bir Senegalli topla buluştuğunda karşısında 2-3 futbolcumuzu buldu. Hasan ilk maçların en iyi oyuncularından biri seçilmeyi boşuna hak etmediğini yine gösterdi. Ümit, son anda, ona “kal”, Tayfun’a “git” diyen Şenol’a kızanlara nazire yapar gibiydi.
       Yıldıray, gerçekten yıldırdı, blok yapmayı beceremeyen Senegal’lileri. Bugün İtalyan basınından bir şöhretli şahıs yorum yapmış: “Şu anda dünyanın en iyi dörtlü defansı Türklerde” demiş. (İyi şeyleri yabancılar söyleyince, daha bir içimize siniyor, daha çok hoşumuza gidiyor diye özellikle belirttim.) Aslında oyuncularımızı tek tek saymaya gerek yok, hepsi harikaydı.
       Bu maçın zaferini kutlamak varken Hakan’ı yazmak iş değil, hele hafızası kuvvetli, dolayısıyla da onun attığı muhteşem golleri, buralara gelişimizde sağladığı katkıları iyi hatırlayan biri olarak ben, onu yermek zorunda kalmaktan duyduğum üzüntüden çok daha fazlasını, onun sahadaki halini ve maç sonrasında ekranda yakaladığım buruk sevincini görmüş olmaktan duyuyorum.
       Kupa öncesi Mehmet Scholl’un, ya da daha bugün İngiliz Martin Keown’un açıkladığı gibi, Hakan’ın da milli takımdan affını istemesi bile akıl gündemime gelmedi desem yalan olur.
       Futbol mu acımasız, ben mi, bir türlü karar veremedim. Belki de, futbolun doğasında hep varolan “dün” değil, “şimdi” gerçeğidir acımasız olan. Şimdi, Türkiye’de 17x2, 34 golle gol krallığı ortaklığı kurmuş Arif ve İlhan kulübede otururlarken bu Hakan’ı sahada tutmanın izahını ben yapamıyorum. Daha önceki maçlarda, kanatlardan bindirme yapamadığımız, onun oyun tarzına uygun oynayamadığımız için, Hakan’a çok yüklenmek doğru gelmiyordu ama bugün aynı şeyi söylemek mümkün değil.
       Bu maçta kanattan, yerden, havadan, alttan, üstten, her yerden beslendi Hakan. Ne var ki, Dünya Kupası rüyasından uyanamamış, tam bir uyurgezer gibiydi. Yazık.
       
       Şükredelim de, son dakikalarda “atamayana atarlar” azizliğine kurban gidip saçımızı başımızı daha fazla yolmak zorunda kalmadık. Örneğin 90 dakikanın tamamlanmasına çok az bir süre kalmışken çekilen bir şutu, Rüştü uzanıp kurtaramasa, maç sonrası İlhan’ın üstüne kümelenen sevinç yumağı, Hakan’ın ve ille de onu tercih eden Şenol’un üzerine, ne yumağı olarak çullanırdı, orasını Allah bilir.
       
       Ve İlhan... İlk Brezilya maçında Roberto Carlos’un üzerinden topuk hareketiyle aşırdığı top için “gereksiz fantezi” yorumunu yapan ender kişilerdendim. O estetikteki bir harekete yelteniş, kendini bilmezlikten ziyade kendine güvenmenin işaretiymiş; kazanamadığımız bir maç sıkıntısı içinde ıskalamışım. Bugün attığı muhteşem golden sonra yüzüne dikkat ettiniz mi?
       Yüzünde, ne “ben yedek kalacak adam mıyım?” hıncından emare, ne de ‘altın gol’ün çılgınlaşmayı dahi bahşeden şımarıklığı vardı. Sadece gülüyordu. “Bu iş bu kadar basit ve ben bunu yaparım” der gibiydi. Daha oyuna girer girmez, ceza sahası çizgisinde aldığı topu hiç oyalamadan aşırtma bir vuruşla kaleye göndermeye çalıştığı anda bile direkt golü düşünebilen ve her yerden kaleye yönelebilen forvet hasretimizin bitmek üzere olduğunu anladık. 90+4’de süper bir gol attı.
       Hepimizi, özellikle bu maçta fazlasıyla hak ettiğimiz yarı final yolunda rahatlattı. İlhan’ı bu kadar uzun uzun anlatmamın sebebi, sadece attığı golün hazzını sizlerle paylaşmak değil. Bir kuşkuyu kovalamaya çalışıyorum aklımdan; 26 Haziran 2002’de Dünya’nın Saitama ucunda oynanacak yarı final maçına da yine Hakan ile başlayabilir Türkiye, o kuşku rahatsız ediyor beni.
       
       Artık yarı final değil, finalin ta kendisi, beklentilerimizin kıskacında. Oynadığımız her maç, hem milli takımın hem de Şenol Güneş’in performansını artırıyor. Ben bir sonraki rakibimiz İngiltere olur diye düşünüyordum. Brezilya, bize “bir daha” dedi.
       Bu yazıyı yazarken dışarıda yükselen korna sesleri (ve maalesef yine silah sesleri) arasında gümbürtüye gitmeyeceğini umduğum bir yorum yapmak istiyorum: Şu dakikada ve ortamda bile, galibiyetlerimizi, Çin, Japonya, Senegal gibi dünya futbolunda yeri sağlam olmayan takımlara karşı aldık diyebilmek sevinçleri buran bir paranoya, illet bir aşağılık duygusu olabilir; benim gibilerini morartmak için bulunmaz bir fırsat önümüzde duruyor.
       Hatta, ilk Brezilya maçında Sambacıların çok üstün oyununa bir hakem hatasının gölgesinden bakanlara da bir fırsat doğdu şimdi. Bu sefer Kore’li Kim olmayacak sahada, diğer 30 takım ne yapar soruları da mazide kaldı...
       Şimdi biz bize kaldık Brezilya’yla... O zaman, hodri meydan sana yükselen Türk futbolu. Çık, oyna ve kazan. Kaybettiğinde bile yollarda karşılanacaksan, bu saatten sonra kazanmak daha kolay olmalı.
       
       Finale çıkarsak ne mi olur? Bugün Bağdat Caddesi’ne, Taksim Meydanı’na bağlanan yollar tıkandı, o gün sokak aralarından caddeye bile çıkamadan, kapımızın önünde teperiz horonları... Bugün saat 16:30’u biraz geçe, Marlboro’ya, Camel’e yüzde 10 zam patlatmış İlhan Mansız fırsatçılığında birileri.
       O gün aynı saatlerde çakmağa, kibrite bile zam gelebilir. Olsun, biz hem bu galibiyeti çok sevdik hem de bu galibiyetle birbirimizi... Ne mutlu “yarıfinalist bir ülkenin futbolseveriyim” diyebilene.
 
 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları
Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın
Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları