Home page

Haber Menüsü


Tayfun Öneş
Yazara mail atmak için resmin üzerine tıklayın.
 
Hepimize geçmişler olsun...
 
Medyamıza kalsa, Şenol’dan güneş doğmaz ve tüm zamanların en kabiliyetli, en formda kadrosu o Güneş’in elinde solmakta... Bana ne! Fark yemedikçe, bunların hiçbirisi umurumda değil.
 
NTV-MSNBC
 
4 Haziran—  Saat 13:50’ye doğru başıma beynime ağrılar saplandı. Kimin saplanmadı ki sanki. Yıllardır bas bas bağırıyorum, bu oyundan keyif almaya çalışalım diye. Günlerdir kendi beynime de sürekli bu mesajları yolluyordum. Şapşal ben! Kalbimi unutmuşum.

   
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Yarım yüzyıl sonra allem edip kallem edip Dünya Kupası’na katılmışız, ilk maçımızı da dünyanın sevgilisi Brezilya ile oynuyoruz, yenilsek ne yazar? Evet, onlar “dünyanın sevgilisi”, onlar makineleşen futbolun kırıntıya dönüştürdüğü estetik konusunda hâlâ futbolseverlerin ümidi. Ve onların da 4 yıl sonraki ilk maçı, bugün. Yani bu âlemin, hatta bütün dünya âlemin gözleri faltaşı gibi açılmış, üzerimizde. Haydi aslanlarım benim!
       Medyamıza kalsa, Şenol’dan güneş doğmaz ve tüm zamanların en kabiliyetli, en formda kadrosu o Güneş’in elinde solmakta... Bana ne! Fark yemedikçe, bunların hiçbirisi umurumda değil. Ne zamana kadar? Düüüt! Başlama vuruşuna kadar...
       
       Rambo, Rocky, Antonio Banderas karışımı Rüştü kalede, önünde dizi dizi, hatta neredeyse bir düzine defans adamı. Bülent, Alpay, Ümit Ö, Fatih, Hakan Ü. (medya bu kadar çullanmasa, Emre A. da araya girecek hani) Önlerinde iki adam: Tugay ve Emre B. (“çift libero”ymuş, bu dizilişin adı) Onların önünde 2 adam daha: Hasan ve Yıldıray. En önde de, bilin bakalım kim? Evet, Hakan Şşşş.
       
       İlk 20 dakika hep tehlikelidir. Bugün de aynı terane... Çullandıkça çullanıyor Sambacılar. Ronaldo bile(!) canavar kesilmiş; mübarek, sanki yıllardır süren suskunluğunu bozmak için bu maçı beklemiş durmuş. Lakin görünen o ki, Şenol bu dizilişte isabetli. Her belalı “3R” (Ronaldo-Rivaldo-Ronaldinho) atağı telaşlı kalabalıklığımızda boğulmakta. Hasan’a bakıyorum; beklentilerimize karşılık verecek havası yok henüz. Bir tek Yıldıray, sahanın hem Ay’lı hem de Yıldız’lı olan yıldızı. Ve tabii ki Rüştü... (Saraçoğlu’nda açılmış, geçen sezondan kalma bir pankart gözlerimin önünden geçmekte: Son Peygamber Rüştü)
       Bir pozisyonda, Cafu’nun kafa vuruşunda, kendisi ters tarafa giderken topa attığı bir tokat var ki, yanımda zıp oturup zıp kalkan ekrandaşıma “İlk maçların ‘altın karma’sında bizden de biri olacağı kesin” demeden edemiyorum.
       
       Defansa dönelim: Ümit’i kadroda görünce çok korkmuştum. “Adam-adama”larda hep ABS’i kilitlenir kalır çünkü. Son özel maçta, Güney Afrika’nın 2. golünde de öyle olmamış mıydı? Ama bugün o da harika. Aksayan yok, yok da yine onlar, yani karşı taraf oynamada, biz ise oynatmamada iyiyiz. (Rüştü jübile yapana kadar, Şenol Hoca, hep bu sistemi deneyecek galiba!)
       
       İlk yarının sonları gelmekte... Tanju Çolak da tribünde. Kimbilir neler düşünmekte? Ne de olsa çok oynamışlığı, çok gol atmışlığı var bu alemde. Peki bugün? Bugün kim atacak golü? Tek, alternatifsiz, yegâne ve vesaire vesaire forvetimiz Hakan’ı hiç besleyemiyorlar ki. Besleseler de adamın umrunda değil gibi, sanki canı, illâki Türk işi dürüm çekmekte. Hani sarıp sarmalayıp önüne koyacaklar, o da ham! yapacak, o kadar.
       Böyle giderse, yarın (bugün) gazetelerde şunu diyecekler: Bizimkiler, Hakan yüzünden 10 kişi oynadılar. Olsun, çıkmayan candan ümit kesilmez! Hem, değil mi ki aynı Hakan yüzünden 3 Brezilyalı bek, sabit birer bekçi durumunda, utanmasam, “sahada, sayıca 10’a 8 üstünlüğümüz var!” diyeceğim. Ben bunları düşünürken, Yıldıray ceza sahasının dışından sağa doğru hareketlenmekteyken sol çarpraza nefis bir orta sarkıtıyor.
       Evet sarkıtıyor... Hem şandel hem de kavis var topun o güzelim süzülüşünde. Hasan’a doğru gelen, yeni teknolojiyle üretilmiş, hele bizim için az sonra bir Japon mucizesi olmak üzere olan top, tam da onun önünde sekmez mi? Bir daha sekse, yani 1 saniye gecikse Hasan, topu Tanju’ya kadar yollar ama allahtan gecikmiyor.
       İkinci kez sektirmeden, gelişine, iki ayağı da yerden kesik vaziyette, havada adeta makas atarak, siz deyin “vole” ben diyeyim “bale” deneyerek öyle bir vuruyor ki, kendimi İstanbul depreminin tam ortasında buluyorum sanki.
       Ofisteki televizyonu birlikte izlediğim, ne kadar üst düzey-alt düzey eleman varsa, 40 yılda (pardon 48 yılda) bir de olsa, hepimiz sarmaş dolaşız! Ben inanamıyorum, bana sarılan müstahdemin kolları arasından “tekrar”a bakıyorum. Hasan’ın hırsından, yüzü gol sonrasında bile o kadar gergin ki, arkadaşları gelip ona sarılmasalar gol olduğundan emin olamayacağım.
       Biraz da günlerdir sürdürülen “biz kiiim-Brezilya kim?” psikolojisi söz konusu tabii. Ohh! Devre bitti bile. Vallahi gol. Yak bir sigara... Ne olurdu sanki şu maçlar 45 dakika oynansa!
       
       Devre arasında, Brezilya maçlarının tribün gediklileri, Sambacı bayanların Rio Karnavalı’nı andıran görüntüleri yerine, bu kez kırmızı kırmızı giyinmiş “gül, gül, gül m....ler çağlasın” görünüşlü birilerinin, samba olmasa da Sulukulevari görüntüleri var ekranda. Yakışır!
       Lanet olsun, yine ilk 20 dakika çok önemli. Bakalım devre arası molasını hangi hoca daha iyi değerlendirmiş? 70 milyon antrenöre sahip olan ülkeninki mi, yoksa 165 milyon antrenöre sahip ülkeninki mi? Henüz (sağolsun) bizim müstahdemin ter kokusu üzerimden gitmemişken, leş gibi bir gol yiyoruz. 3 oyuncumuz topa bakarak koşuyorlar, Ronaldo ise hem bakıyor hem de vuruyor. Rüştü ne yapsın?
       
       Bir anda her şey tersyüz sanki. O an ses yok, hüzün çok. Kalkıp camdan dışarıya bakıyorum. Dışarıda bir allahın kulu yok. İşte, en azından bunun için bu maçın sonunda “buna da şükür” diyebilmeli, berabere bitirmeliyiz. Gol sonrası, ne defans, ne de Rüştü bozulmuyorlar...
       Aynen devam. Hasan artık iyice coşmuş, Roma’lı taliplisi Capello’ya kadar nazire yapmakta sanki. Yıldıray sakin, Yıldıray akıllı... Aynı ortadan bir tane daha yapar mı acaba, yoksa bu kez kendi mi atar? İlhan girse, adamlar Hakan’ı tutarlarken, o bir şeyler yapar mı acaba? Bu Emre niye böyle oynuyor? Tamam, orası bir vitrin ama önce takımı için oynamak varken niye hep vitrini düşünüyor.
       60. dakikada kullandığı “direkt kaleye” fantezili frikiğinden sonra, Terim’in 2 yıl önce yarı finalde sahaya girip onu başka bir sorumsuzluğundan dolayı yaka paça savurması geliyor gözlerimin önüne, doğal olarak...
       
       Ya, şaşırtıcı paslarıyla bir anda pozisyon yaratabilecek Tugay nerede? İleriye çıkarsa Şenol Hoca mı çok kızıyor? Kızsın... Biz, az sonra ona az mı kızacağız sanki? Az sonra, Yıldıray’ı çıkartacak olan kim? Hoca değil mi? Medyamız haklı mı ne? Hadi, Brezilya’nın soldan gelen ataklarında Fatih gedik veriyordu diye Türkiye’yi ayağa kaldırarak(!) Tayfun’a tercih ettiği Ümit D’yı oyuna aldı, “doğru yaptı” diyelim. Peki Yıldıray çıkar mı??? Hocam, hangi akla hizmet? Ne olur söyle!
       
       Bugün Türkiye’de bir tane bile kem göz yoktur ama, Rüştü’ye de nazar değdi işte. Bitime 3 dakika varken topu topu... Sen al topu, adamların ayağına ver. Alpay’a mı güvendin? O sabıkalı... Her tansiyonu yüksek maçta aynı durum. Adamın basireti bu pozisyonlara düğümle bağlı. Düşürse bir dert, düşürmese bir...
       Demez miyiz Alpay’a: Madem bu kez “fair play”den vazgeçtin, düşürmeye karar verdin, o zaman adam gibi düşürsene be adam... Senin gibi biri, düşürmeye karar verdiyse eğer, rakibi formasından tuta tuta ceza sahasına kadar sokar mı? Yeter gayrı. Hakem haklı. Hem kırmızı, hem penaltı.
       
       Suskun ve ruhsuz görünümlü Rivaldo’ya gün doğdu. Rüştü’nün uzanamadığı köşeye hem topu hem de sevincimizi mıhladı. Bazen futboldan nefret bile edebiliyor insan. Ve bazen de milli oyuncusundan...
       Maç bitmek üzere Rivaldo koşarak mı gidecekti korneri atmaya? Hakan Ü. yıllardır yaptığı “premature” davranışlarından birini, ne hikmetse ya da ne cür’etse yine yapıyor işte! Oyun durmuşken Rivaldo’dan intikam alma(!) derdinde. Mırıldanmalar, şark usulü avunmalar sağımda, solumda: Rivaldo da az artist değilmiş hani, ayıp, “Dünyanın En Değerli Futbolcusu” seçilmiş bir oyuncuya da bu yakışır mıymış? Geçiniz! Lütfen geçiniz...
       Birileri bize, o durumdayken aynı dekoru, aynı sahneyi, aynı müsait her bir şeyi hazırlasın da göreyim bakayım Hakan Ünsal Efendi, Oscar’a aday oluyor mu olmuyor mu? Ona da kırmızı kart. “Aa bu hakem kariyersiz ve 45 yaşında” falan feşmekan. Geçiniz...
       
       Yukarıdaki hesaba bakılırsa, Hakan’ı saymıyoruz ya, kaldık biz de 8 kişi, sayıca eşitlendik işte. Allahtan, maç bitti. Çünkü, o saatten sonra ne televizyonu kapatabiliyor insan ne de yerinden kalkabiliyor.
       
       Çöküp kaldığım koltuktan başıma beynime saplanan ağrıyla “Nerede hata yapıyoruz?” sorusunu soruyorum kendime. “İmaj maker”ından devraldığı prototip görüntüyü ısrarla sürdüren İlhan’ın, az önce bir pozisyonda, (hazır vitrine çıkmışken, yarabbi!) taç çizgisi önünde yaptığı topuk varyetesi geliyor gözlerimin önüne.
       Hani Güney Afrika maçında da yapmştı da top avuta çıkmıştı, içinde kalmış garibimin. Azerbeycan’la oynuyoruz ve de 3..4 - 0 galibiz sanki. Sen, hem de o varyetelerin erbabı Brezilya önünde ve böylesi önemli bir maçı henüz garantiye almamışken, o hareketi yapmaya kalkışacak kadar kendini bilmez isen biz ne anlatıyoruz ki burada?
       Geçmişler olsun hepimize..!
 
 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları
Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın
Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları