Home page

Haber Menüsü


Tayfun Öneş
Yazara mail atmak için resmin üzerine tıklayın.
 
Bana dokunmayan şaibe bin yaşasın!
 
Şaibe konusundaki tartışmalarda kimin haklı, kimin haksız olduğundan daha çok, tarafların bu konuda aldıkları tavırlar, gösterdikleri tepkiler çok ilgimi çekiyor.
 
NTV-MSNBC
 
18 Nisan—  Varsın, yazmakta olduğum yazılar konusunda Süper Lig’den kafamı kaldırıp daha ziyade, yaklaşmakta olan Dünya Kupası ile ilgili konuları tercih etmeye karar vermiş olayım. Varsın, bir süre önce Carlos Alberto, Teofilo Cubillas ile başlayan o tür yazılarımı, Uche-Okocha, Ronaldo-Rivaldo, Saviola-Batistuta... ile devam ettirmeye hazırlanmış olayım. Bol gürültülü ve çok güncel “şaibeli lig” muhabbetinde ben de yer almazsam ölürüm (!).

   
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Hem madem ki, benim gibi bir yazar bozuntusunun bu uğraştaki heyecanını besleyen şeylerin başında önce futbol sevgisi, sonra okuyucularından aldığı geri bildirimler gelmekte, bazen yarım gün boyunca kafa patlatıp yazdığım, futbolun endüstrisine ve onun skorlardan ibaret olmayan birtakım özelliklerine dair yazılarıma kimi zaman bir tane bile geri bildirim alamazken, öte yandan, içinde GS/FB/BJK’ye (maazallah) bir cümlelik dil uzattığım, yarım saat, 45 dakikada bitirilmiş bir yazı için, mailbox’um binbir çeşit geri bildirimlerle dolup taşmakta, o halde, Dünya Kupası muhabbetine şimdilik ara vermekte bir mahsur görmüyorum.
       
       Buyrun size, daha çok istenilen türden bir yazı :
       Şaibe konusundaki tartışmalarda kimin haklı, kimin haksız olduğundan daha çok, tarafların bu konuda aldıkları tavırlar, gösterdikleri tepkiler çok ilgimi çekiyor. (Belki de bunun sebebi, devenin “nerem doğru ki” yanıtına biçare yenik düşmemdir.) Nasıl da olayların üzerine böyle alenen “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” düsturuyla ve oy toplamaya çalışan parti liderlerimizin popülist yaklaşımlarıyla gidebildiklerine şaşıyor, üzülüyorum. Tıpkı, Roma maçı sonrasındaki erteleme kararında olduğu gibi, şimdi de şaibe iddialarında, iktidarda olduğu yıllarda kendilerinin yaptıklarını, muhalefete geçince tepki gösterilmesi gereken ilk konuymuş gibi öne çıkartarak basbas bağıran politikacılarımız gibi davranıyorlar yöneticilerimiz.
       
       Önce Galatasaray’dan başlayayım:
       Son günlerde Galatasaray cephesinden “şaibeli lig” konusunda herhangi bir demeç duydunuz mu? Hatta, bugün bir gazetede okudum; başkan yöneticilere ve kadroya talimat buyurmuş: Susun ve 3 maça konsantre olun! E-bravo! Vallahi çok akıllıca! Mesela, köşede kalmış bir-iki GS’li köşe yazarının dışında İstanbulspor-Galatasaray maçı konusunda hakem hatasına değinen var mı? (Değinenler de, zaten nesnel olarak eleştirebildikleri için hep köşede kalmış bir köşe yazarı olmaya layık görülmüyorlar mı?)
       
       Fenerbahçe, geçen sene bu ülkede şampiyon olduğunda futbol federasyonunun başında başka bir federasyon başkanı mı görevdeydi? Ya da aynı kişi, geçen sene tertemizdi de, bu sene mi karakter değiştirdi? Hadi canım siz de...
       
       Beşiktaş başkanı, sevgili dostum Bilgili’nin “6 milyon dolarımıza maloldular” tepkisini göstermek için, neden son 3 maça, daha doğrusu “lider eksi 8 puan” durumuna gelene kadar beklediğini merak ederim. Yoksa, son âna kadar siyah-beyaz camiaya da federasyonca mavi boncuk dağıtılıyordu da, bundan son anda mı çark edildi? Bu maçı 9 kişiye rağmen kazansaydı Beşiktaş, “Az kalsın 6 milyon dolarımıza mal oluyorlardı” bile demeye gerek duyacak mıydı sevgili Bilgili?
       
       Kartlarla kızartılan Ali Eren/İlhan’dan dolayı kızılan Muhittin Boşat konusuna da değinelim: A benim sevgili Beşiktaşlılar’ım, Ali Eren’e çok iyi savunma yaptığı ya da İlhan’a gol attığı maçlar sonrasında da bunlara benzer hareketlerde bulundukları için yeterli uyarılarda bulunuldu mu sanıyorsunuz? Şimdi zevahiri kurtarmak için kesilen 30 milyarlık ceza sizi rahtalattıysa, yanlış zihniyetlere bir kez daha alet oldunuz demektir? O Ali Eren, çok değil iki maç önce kendi takım arkadaşıyla bile saha içinde kavga eden Ali Eren değil miydi? O İlhan, GS maçında da hakeme düpedüz küfreden, sezon başından beri kendine, “hakeme meydan okuyan topçu” imajını çok yakıştıran, çok sevilen İlhan değil miydi?
       
       Bu satırları kıs kıs gülerek okuyan FB’lilerin, iki derbide de ortalığı karıştıran ve fakat olaylardan şimdilik kartsız sıyrılabilen Serhat’ı hepten bağırlarına basası gelebilir; ama kart sırası Serhat vesilesiyle onlara geldiğinde ne yapacaklar? GS derbisinde Batista’yı ve Hasan’ı sinsice oyundan attıran Serhat’a bugün sessiz kalarak sahip çıkanlar, önümüzdeki sezonun bir başka derbisinde aynı şey başlarına geldiğinde, onun maç bitmeden soyunma odasına giden endamından turşu mu kuracaklar? (Yanlış anlamaya meyilli okuyucuya bir aranotu: Serhat’ın futbolcu ve forvet olarak, bu kadar genç yaşta sahip olduğu stile, “zıpkın gibi”liğine en fazla hayran olanlardan biriyim.)
       
       Ya Galatasaray? Geçen sene Nouma’nın hareketlerini eleştiren, hazmedemeyen Galatasaraylılar, bu sene onu renklerine bağlamaya çalışırlarken, onun karakter ya da tarz değiştirmiş olacağını mı umuyorlar. Ahlâklı sporcu kimliği, ille de rakip takımın forması altında mı aranmalı? Benzer subjektiflik ya da çelişki Hagi’de yaşanmadı mı? Onun da ustalığına dil uzanmaz elbet; ama her maç, takımı sırtlıyor ve puanları aldırıyor diye saha içi hırçınlığına eyvallah edenler, sezonun en kritik son çeyreğine girilirken takımını 6 hafta yalnız bırakınca, sadece ve sadece Erol Ersoy’u suçlamışlardı. Belki de şampiyonluk, o 6 haftada gitmişti ama hakemlerimizden biri, çok değil, son uluslararası turnuvadaki, Euro 2000’deki hakemlerden biri gibi davranıp kart gösterme cesaretini kendinde bulunca, GS cephesi topyekûn ayağa kalkma gereği görmüştü.
       
       Hakemleri savunma derdinde değilim, hele hele Muhittin Boşat’ın bu maçta savunulacak hiçbir şeyi yok! Yan hakem Dölek (Serhat-Ali Eren pozisyonunu yanlış ya da eksik görmenin dışında) Boşat’tan katbekat iyi bir maç çıkarmıştır. Bütün bir maç boyunca edilen küfürleri, sahaya atılan alet edavatı es geçen bir orta hakem, taç atmak için topu eline alıp sonra kafasına yediği bir şişeden dolayı aynı topu gülerek yere bırakıp oradan uzaklaşan Ceyhun’un bu hareketini 2-0’ın korunması adına vakit geçirme olarak yorumluyor ve kart gösteriyorsa acz içinde olmanın resmini o tek karede çektirmiştir zaten. O an, o kartın, ikinci sarı kart olacağını baştan kestirebilecek kadar kendinde olsaydı, yine de gösterir miydi, orası da ayrı bir muamma!
       Ama, muamma olmayan bir şey olduğu kesin: “Uluslararası turnuvalarda neden Türk hakemleri yok?” sorusunun muammalığı falan kalmamıştır artık. Belki de hakemlerimizin performansını düşürten şey, iddia edilen şaibelere konu tezgahların yürürlüğe geçmesini sağlayacak olan, maç öncesindeki üst düzey talimatlarla, maça çıktıktan sonra oluşan pozisyonların ters orantıda gelişmesinin çelişkisini kaldıramıyor olmalarıdır.
       Bu tarz eleştirilerimden birini içeren bir yazım sonrasında bir okuyucu, “bir anlık bir karar için hakemleri dilinize dolamaya utanmıyor musunuz?” gibilerinden bir tenkitte bulunmuştu. Bu bir bakımdan doğrudur; mesela aynı Erman Toroğlu, aynı Ahmet Çakar kendi hakemlik dönemlerinde bunca kanal ve reyting savaşı uğruna bir hafta boyunca “oynat bakalım”lara bu kadar çok malzeme olsalardı, emeklililiklerinden sonra yine de bu çığırtkanlığı vicdan rahatlığıyla yaparlar mıydı, ondan emin değilim. Ama, bana o kızgınlığını ifade eden bey gibi düşünenler de ellerini vicdanlarına koyup söylesinler: Bir anlık kararın doğruluğu/yanlışlığı başka şey, koca bir maçın kontrolünü elden kaçırmak ve hatayı düzeltmek için habire başka hatalar yapmak başka şey değil midir?
       
       “Nedir, peki çözüm nedir?
       Dil uzatmadığın taraf kalmadı, sonuç ne?” diyebilirsiniz. Bu olaylar, bu çirkin söylenti ve şüpheler başka ülkelerde de var. Cânım futbolun içine edilmesine sebep olan şüphe ve başkaldırılar her yerde var. Ama orada insanlar, bu olayları sürekli nalıncı keseri gibi kendilerine yontamıyorlar. Birileri çıkıyor, Milan gibi, Marsilya gibi takımlara, kulüplere cezayı verip “Yallah! Öbür kümeye” diyebiliyorlar. Çünkü oralarda “3 Büyükler” yok, değişen büyüklüklerde ter döken takımlar ve kanun önünde suçluya karşı korunabilen bir sürü “büyük” var.
       Hadi, lafı daha fazla uzatmadan son birşey sorayım: Bugün, Fenerbahçe 3 puan önde lider, Beşiktaş ve Galatasaray 2. ve 3. (ya da 3. ve 2., farketmez) olsalardı, (“Üçüncü Yıldız” savaşları da bu kadar şişirilmemiş olsun) önümüzdeki sezon 6 milyon (burası bayağı önemli “a-l-t-ı”!) dolarlık Şampiyonlar Ligi’ne 2 değil, 3 takımımız katılıyor olsaydı; bu kadar tantana olur muydu? O zaman, Ulusoy’un koltuğu böyle zangır zangır mı sallanıyor olurdu, yoksa en az bir sezon daha ninemin beşiği gibi tıngır-mıngır mı?
       Burası da masal gibi oldu! O halde :
       Şaibeli ve her tarafı eğri-büğrü develerin üzerinden inene kadar, tatlı rüyalar hepimize!
 
 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları
Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın
Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları