|
O zamanlar hiçbir maçı tek başıma seyrettiğimi hatırlamıyorum. Anlayacağınız: sonraları bilgisayar ve internetle sarmaş dolaş olacak olan TVnin günlük hayatlarımızdaki hükümdarlığı o yıllarda bizi henüz asosyal birer yaratık gibi yaşatmaya başlamamıştı. Aksine, her bir maçın naklen yayını, düpedüz sosyal bir olaydı sanki. Devre arasında ve maç sonrasında sohbetler ederek misafirlerle vedalaşacağımız o yayınlar, ayrı bir keyif verirdi bana. Eve gelen konu-komşu, eş-dost, arkadaş kim varsa, az sonra Oscarlı bir film başlayacakmışçasına salonlarımızın baş köşesine kurulu televizyonun karşısına geçer, misafirler öncelikli olmak kaydıyla büyükten küçüğe ekranı en güzel gören yerden en kötü gören yere doğru sıra sıra dizilirdik. Yerde, halının üzerinde oturarak seyretmek bile ayrı bir keyif verirdi bana. Hele babamla maç önceleri girdiğim iddialara doyum olmazdı. O hep garantici davranır, Almanya, İngiltere, Brezilya gibi takımları tutar; ben de mazlumdan yana olur, hep sürprizci takılırdım. Sonunda kazanan o olur, bana da tuttuğum takımın hakkının yendiğini iddia edecek birkaç pozisyonu bahane ederek kendimi ve mazlum takımı savunmak kalırdı. İşte yine öyle maçlardan biriydi. 1978 Dünya Kupasına büyük iddialarla gelen Avrupanın İskoçyası, Futbolun Oscarı sayılan bu serüvene en iyi yardımcı aktör adayı olarak katılan Güney Amerikanın Perusu ile oynayacaktı. Bir kere, formaları bile herkesten farklı ve çok sempatikti. Bembeyaz forma siyah tenli oyuncuların sırtında daha bir hoş duruyor, sol omuzlarından diyagonal olarak aşağıya, şortlarına kadar inen, kırmızıya çalan portakal rengi kalın şerit ise adeta içimi ısıtıyordu. 1970 yılındaki turnuvaya katılan ve nefis frikikleriyle bir anda sivrilen Cubillas yine takımının başında, sahadaydı. Maçın sonucunun ne olduğunu çok iyi, maç içinde neler olduğunu ise zor-zar anımsıyorum. Şimdi sizlere, muhabir Jim Derewetin geçenlerde, Dünya Kupalarının en golcü futbolcuları sıralamasında hâlen 6. sırada bulunan Cubillas ile yaptığı bir söyleşiyi aktarmak istiyorum: Naif gençlik yıllarımızda, attığı nefis gollerle rüyalarımızı süsleyen, uzak diyarların futbol yıldızı Cubillasın, bu güzel oyunun o zamanlar aklımızın ermediği kadar çirkinleştirildiği bazı sevimsiz iddialarla sıkıştırıldığı söyleşiye geçiyoruz: 1978teki İskoçya-Peru maçı dendiğinde neler hatırlıyorsunuz? Maçtan önce Peruya kimse şans tanımıyordu. İskoçya, o yıl çok güçlüydü. Joe Jordan ile öne geçmeyi de başardılar. Ama o golden sonra topu saha içinde çok güzel çeviren takım biz olmaya başlamıştık. Özellikle orta sahada Cueto, Velasquez ve ben birlikte, çok iyi bir uyum içerisinde oynuyorduk. İlk yarı biterken Cueto, skoru eşitledi. Soyunma odasına giderken rahatlamıştık. İkinci yarı başladığında ben iki gol daha attım ve o maçtan sonra otoriteler kupanın en iyi orta sahasının bizde olduğunu söylemeye başlamışlardı. Ancak, kalecimiz Quiroganın da o maçta hakkını yememek lazım. Hem çok iyi oynadı hem de skoru eşitlemeden önce bir penaltı kurtararak bize güven verdi. İskoçları 3-1, öyle yenebilmiştik. O maçta sizin attığınız 2 gol de Dünya Kupası tarihinin en güzel golleri arasında yer alıyor. Evet. Frikikten attığım ilk gol çok çok özeldi. Topu, önümdeki barajın dışından dolaştırdım. Birçok kişi sağ ayağımın dışıyla nasıl öyle vurabildiğimi soruyor ama topun başına geldiğimde kalecinin yanlış yerde durduğunu gördüm. Ve topu nereden yollamam gerektiğini çok net olarak anlamıştım. Çoğunlukla o golümü beğeniyorlar ama, ben ikinci golümü daha çok seviyorum; çünkü ceza sahası dışında önüme gelen topa henüz durmadan, gelişine vurarak attım o golü. Sert ve dış vurdum; tam da köşeye gittiğini hatırlıyorum. Özellikle İngilterede birçok insanın, İskoçyanın o kupayı kazanacağına inandığını biliyor muydunuz? Evet biliyordum; ve bu yüzden de İskoç oyuncular kendilerine çok fazla güveniyorlardı. Arjantine geldiklerinde kendilerinden o kadar eminlerdi ki, maçlardan önce publarda içki içiyorlardı. Biz ise sakin sakin bekliyorduk. Hiç kimse, bizim 3 maç sonunda evlerimize dönecek oluşumuzdan kuşku duymuyordu. Daha sonraki Arjantin maçını 6-0 kaybettiniz. Arjantinin bir üst tura çıkması için o maçta en az 4 gol atması gerekiyordu. Bu maçın önceden bağlanmış olduğu konusundaki spekülasyonlar için siz ne düşünüyorsunuz? Hayır bu konuda hiçbir şey bilmiyorum. Hep söylerim: Futbolda bazen kazanırsınız, bazen de kaybedersiniz. İlk iki maçta birkaç kez çok güzel pozisyonlarımız direkten dönmüştü. O toplar gol olsa, şimdi futbol tarihi böyle mi olurdu? Biz o maçı 6-0 kaybetmemiş olsaydık, Brezilya final grubuna yükselecekti, o yüzden bu söylentileri Brezilyalılar çıkarttılar. Arjantin Hükümetinin o maç sonrasında Peruya tahıl ve silah yardımını hibe olarak artırdığı iddia ediliyor. Buna ne diyorsunuz? Aynı kupada, Meksika da Almanyaya 6-0 yenilmişti fakat kimse Almanya ya da Meksika için bu tür iddialar da bulunmadı. Benim yer aldığım maçlarda 6-0 kaybettiğimiz tek maçtır o turnuvadaki Arjantin maçı. O maç dahil olmak üzere hep, ülkem futbolunun başarısı için elimden geleni yaptım ben. O turnuvadan sonra ülkenize döndüğünüzde neler hissettiniz? İnsanlarımız çıldırmış gibiydi. Peru halkı ikinci tura çıkacağımıza hiç inanmıyordu. Ancak, ikinci tura çıkınca da bu kez kupayı alacağımıza dair büyük bir beklenti içerisine girdiler. Futbolda taraftarların psikolojisi hep böyledir. Size neden nene diyorlar? Nene bizim dilimizde bebek demek. Alianza Lima takımında oynayıp kendimi göstermeye başladığımda henüz 16 yaşındaydım. Deplasmandaki bir maç için uçaktaydık. Bir ara, hostes yanımıza geldi ve bana ne içersin? diye sordu. Takım arkadaşlarımdan biri, ona süt getirin; çünkü o bir bebek dedi ve ondan sonra adım NENE oluverdi. Perunun Alianza Lima takımından sonra İsviçrenin Basel, Portekizin Porto takımında ve son olarak da ABDnin Fort Lauderdale takımlarında oynadınız; şimdilerde ne yapıyorsunuz? Benim asıl mesleğim muhasebecilik ama asla bu iş için ofise gitmiyorum. Hem ABDde hem de PERUda miniklere futbol öğretmeye çalışıyorum. Kendime ait bir fubol kliniği var ve futbolun içinde olmaya bayılıyorum. İki oğlum var; ikisi de iyi birer futbolcu olmak yolunda uğraş veriyorlar. Biri Alianza için, diğeri ise Porto için ter döküyor. Ama her ikisinin de işi çok zor; çünkü ismim altında eziliyorlar. Sırf Cubillasın oğlu oldukları için, herkes onlardan daha baştan, büyük futbolcu olmalarını bekliyor. Pelenin sizden büyük övgüyle bahsettiği doğru mu? Maradonanın futbola veda maçlarından biriydi. Arjantinde oynanıyordu ve ben de çağrılmıştım. Perulu gazeteciler Peleye ülkemiz futbolu hakkındaki görüşlerini sordular. Pele, aynen şöyle dedi: Cubillastan sonra Peru futbolu kocaman bir hiç! İşte bu benim için büyük bir onurdur. | ||||
|
|||||||
Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||