Konu:
Nükleer Tıpta Son Yenilikler
Konuk: Acıbadem Sağlık Grubu Nükleer Tıp Danışmanı Prof. Dr. Hikmet
Bayhan
Sonay
Dikkaya: Günaydın. Sağlık raporu'nda bugün ele alacağımız konu nükleer
tıp uygulamalarındaki son yenilikler bu konuyla ilgili sorularınızı saglik@ntv.com.tr
elektronik posta adresimize ya da 0212-335 42 60 numaralı telefonumuza
iletebilirsiniz... Evet sibel söz sende...
Sibel Güneş: Merhaba..
Nükleer tıp uygulamaları başta kalp, beyin ve kanser hastalıkları olmak
üzere birçok alanda tanı ve tedavide başarı oranını artırıyor. Acıbadem
Sağlık Grubu Nükleer Tıp Danışmanı Prof. Dr. Hikmet Bayhan'la nükleer
tıp uygulamalarındaki yenilikleri ve pozitron emisyon tomografi ya da
kısaca adı pet olan cihazı konuşacağız. Hoşgeldiniz. Öncelikle nükleer
tıp yöntemlerini bize tanımlar mısınız? Diğer görüntüleme yöntemlerinden
farkı nedir?
Hikmet Bayhan:
Nükleer tıp kavramını çok kısaca radyoaktif materyalin tanı ve tedavide
kullanılması olarak özetliyoruz. Niçin radyoaktif maddeye gereksinim var.
Bunu biraz tartışmak lazım. Radyoaktif madde vücut içine verildiği zaman
izlenebilir, saptanabilir, takip edilebilir ve böylece vücut içinde nerede,
ne zaman, ne miktar bulunabileceği anlaşılabilir bir özelliği olduğundan
ötürü radyoaktif madde kullanıyoruz. Tedavide ise radyasyonun dokuyu,
hücreyi harabedici etkisi nedeniyle radyoaktif maddeleri birçok hastalıkta
tercih ediyoruz. Bu 1950'li yıllardan beri tıpta derin bir etki oluşturan
ve keşifler çağı olan 20. yüzyılda insan sağlığına çok önemli katkılarda
bulunan bir tıp dalı haline gelmiş durumda.
Sibel Güneş: Etkin
kullanımını düşünürsek, hangi alanlarda daha sık kullanılıyor?
Hikmet Bayhan:
Genel olarak bütün hastalıklarda ya da uygulamasında herhangi bir
sınır olmayan bir tıp dalı olarak tarif etmek lazım. Teori buna uyar.
Ancak günümüzdeki pratik uygulamalarda özellikle endokronolojik hastalıklarda,
onkolojik hastalıklarda, beyin hastalıklarında gastromitestinal hastalıklarda,
kardiyolojik hastalıklarda son derece rutin ve yoğun olarak kullanılıyor.
Triod, Türkiye'de çok önemli sorunlardan bir tanesi uzun yıllardan beri.
Ve nükleer tıp bu konuda tiroid hastalıklarının tanısında ve tedavisinde
çok geniş bir etkiye sahip.
Sonay Dikkaya:
Elektronik posta adresimize gelen bir soruyu iletmek istiyorum. Yekta
Kasımlıoğlu isimli izleyicimiz, "benim tiorid bezimde sorunlar var.
Sık sık nükleer tıp yöntemleriyle kontrolden geçiyorum. Bunların bir sakıncası
var mı?" diye soruyor.
Hikmet Bayhan:
Hemen özetleyeyim. Eskiden nükleer tıp yöntemlerinde trioid için iyot
131 kullanılırdı. Yani, tanı amacıyla ya da değerlendirme amacıyla. Şimdi
bu radyoaktif maddenin kullanımı hemen hemen sadece tedaviye yöneldi.
Bu nedenle günümüzde kullanılan teknisyum 99m radyoaktif maddenin en ufak
bir sakıncası yok. Hiçbir endişeye kapılmadan sıklıkla uygulanmasında
bir sorun olacağını zannetmiyorum.
Sibel Güneş: Nükleer
tıp yöntemleri kalp hastalıklarının tanısında nasıl kullanılıyor?
Hikmet Bayhan:
Nükleer tıbbın genel prensibi şu. İnsan organizmasında hücre, doku,
fonksiyon, bir sistem, sistemin fonksiyonu... Bunu ortaya koyabilmek,
bunu saptayabilmek nükleer tıbbın uğraştığı alan. Bizim kardiyolojik hastalıklarda
genelde en çok bildiğimiz konu koroner kalp hastalıkları. Ve son zamanlarda
çok popüler olan, koroner kalp hastalıklarının tanısı uygulamalarında
radyolojik yöntem olan koroner anjiyografi uygulaması. Ve ilginçtir ki,
aslında birbirlerini tamamlaması gereken teknikler olan bu iki teknik
birbiriyle karşılaştırılır hale geldi. Halbuki hiç öyle değil. Koroner
anjiyografi, kalbin kasını besleyen damarlarda bir lezyon olup olmadığını
gösteren bir teknik. Damarın yapısını, şeklini, anatomik biçimini gösteren
bir teknik. Nükleer tıp uygulamalarıysa kalp kasının canlılığını gösteren
bir teknik. Kalp kasını oluşturan hücreler canlı mı, hayatiyeti var mı,
buraya yeteri kadar kan gidiyor mu? Bunu gösteren bir teknik. Anjiyonun
göstermediği ya da nükleer tıp uygulamasının göstermediğini anjiyo, anjiyonun
göstermediğini nükleer tıp ortaya koyuyor. Dolayısıyla, kardiyolojik uygulamalarda
bu ikisi kaçınılmaz bir biçimde, atlanılmaz bir biçimde ardarda uygulanması
gereken iki teknik.Ve her koroner by-pass operasyonu öncesinde bu değerlendirmenin
yapılması lazım.
Sibel Güneş: Kanserde
kullanımından söz eder misiniz?
Hikmet Bayhan:
Gerek dünyada gelişmiş ülkelerde ve gelişmekte olan ülkelerde, kardiyobasküler
hastalıklar ilk sırayı alıyor, kanser de ikinci sırayı alıyor genelde.
Onkolojik hastalıklarda nükleer tıp çok önemli uygulama alanlarına sahip.
O da başta ifade etmeye çalıştığım fonksiyona ve işleve yönelik özellikleri
nedeniyle. Kanserin bir çok türünde, kanserin oluşturduğu harabiyeti,
yayılımını, primar dokunun yani ilk dokunun ana kaynağın nerede olduğunu
ya da tedaviden sonra tedavinin ne ölçüde etkili olduğunu gösterebilmek
açısından nükleer tıp kullanılıyor. Yakın zamanlarda gelişen önemli buluşlarla,
nükleer tıbbın artık kanser dokusuna daha spesifik, daha özgün bir şekilde
yapışabilmesi ve böylece bu dokuyu gösterebilmesi olanakları elde edildi.
Bu konuda önemli yatırımlar, önemli araştırmalar yapılıyor. Önümüzdeki
yıllarda bu konuda çok daha büyük gelişmeler ümit ediyoruz.
Sonay Dikkaya:
Serpil Aydınoğlu isimli izleyicimiz, "ben 55 yaşındayım. Kalp
rahatsızlığım var. Talium testi yaptırdım. Damar yolundan bana bir ilaç
verildi. Sonuçta iki damarımda tıkanıklık olduğu saptandı. Ama bu testten
sonra şikayetlerim arttı, testin bir yan etkisi olabilir mi?" diye
soruyor.
Hikmet Bayhan:
Nükleer tıp yöntemlerinde en ufak bir yan etki beklemiyoruz. Nükleer
tıp yöntemleri, şöyle açıklayayım: kullandığımız ilaçlar genellikle mg,
gram düzeyindedir. Radyolojide yani röntgen uygulamalarında kullanılan
kontras materyaller, miligram veya milimolar düzeydedir. Nükleer tıpta
kullanılan maddelerin düzeyiyse, sentopikogram düzeyindedir. Yani ilaçların
milyonda, yüzmilyonda biri düzeyinde ilaç kullanılmaktadır. Ve nükleer
tıpta alerjisi olan hastalara, her türlü alerjisi olan hastalara güvenle,
emniyetle hiç çekinilmeden bütün testler yapılabilir. O açıdan herhangi
bir problemin, oluşan sıkıntının bu uygulamaya bağlı olduğunu zannetmiyorum.
Sibel Güneş: Türkiye
tiroid hastalıkları ve tiroid kanseri açısından endemik bir ülke... Nükleer
tıp merkezlerinin sayısı türkiye'de yeterli mi?
Hikmet Bayhan:
Maalesef yeterli değil. Türkiye'de şimdi toplam 124 nükleer tıp merkezimiz
var. Bunların 29'u tıp fakültesi. Demek ki tıp fakültelerimizin hepsin
de nükleer tıp yok henüz. 16 merkezimiz kamu hastanelerinde, yani sosyal
sigortalar ve sağlık bakanlığı hastanelerinde. Özel kuruluşlarda ise 79
nükleer tıp merkezi var. Bu 124'ün dağılımı da maalesef yeterli değil.
Tabi ki Türkiye'deki herşeyin dağılımı gibi nükleer tıbbın dağılımı da
daha ziyade batıya, büyük metropollere yığılmış durumda. Bunun çok daha
yaygınlaşması, ülke genelinde herkesin ulaşıp yararlanabileceği düzeye
ulaşmasını büyük bir içtenlikle ümit ediyoruz.
Sonay Dikkaya: Sorularımız devam edecek. Ancak şimdi sırada nükleer
tıp alanındaki en gelişmiş cihaz olan pozitron emisyon tomografiyle ilgili
haberimizi izliyoruz...
"Nükleer tıp
alanında son 10 yılın en önemli gelişmelerinden biri olarak kabul edilen
pozitron emisyon tomografi ya da kısa adıyla pet kanser, kalp ve beyin
hastalıklarının tanısında kullanılıyor. Pozitron emisyon tomografi ya
da kısa adıyla pet cihazı, nükleer tıp alanında son 10 yılın en önemli
gelişmelerinden biri olarak kabul ediliyor. Pet cihazıyla vücuda zarar
vermeden organların biyolojik ve metabolik işlevleri incelenebiliyor.
Tüm pet uygulamalarının yüzde 75'ini kanser vakaları oluşturuyor. Kanserde
vücutta yapısal değişiklikler oluşmadan önce biyolojik ve metabolik değişiklikler
oluştuğu için pet cihazı ile daha erken tanı konulabiliyor. Pet cihazının
kanser tedavisinde de önemli bir rolü var. Kanserin hangi evrede olduğunu
belirleyerek tedavinin planlanmasına katkı sağlıyor. Kalp hastalıkları
ise petin en sık kullanıldığı alanlar arasında ikinci sırada. Bir kalp
hastasının ameliyat edilip edilmeyeceğine karar verilirken pet cihazından
yararlanılıyor. Bu cihazla kalp krizi geçiren bir hastada kalp kasının
hücrelerinin canlı olup olmadığın saptanması mümkün. Böylece gereksiz
bir bypass ameliyatı engellenebiliyor. Pet cihazıyla yapılan uygulamaların
yüzde 10'luk bölümünü de beyin hastalıkları oluşturuyor. En önemli bunama
nedeni olan alzheimer hastalığına pet cihazıyla tanı konulabiliyor."
Sibel Güneş: Pozitron
emisyon tomografi nükleer tıp yöntemlerinin sonuncusu. Çalışma sistemi
açısından diğerlerinden farkı nedir?
Hikmet Bayhan:
Toplumumuzun da anlayabileceği ölçüde açıklayabilmek güçlüğü çekeceğimi
zannediyorum ama elimden geldiğince ifade etmeye çalışayım. Pozitron emisyon
temografi (pet) dışındaki nükleer tıp tekniklerinde tanı amacıyla kullanılan
nükleer tıp tekniklerinde biz, genellikle gama ışını yayan radyoaktif
maddeler kullanırız. Radyoaktif maddelerin gama ışını yayması, onların
vücut dışından saptanabilmesine olanak verir. Gama ışını oldukça uzun
sayılabilecek yarı ömürlü radyoaktif maddeler tarafından yayılır. Bunların
yarı ömürleri altı saattir, sekiz saattir, iki gündür, üç gündür. Ve böylece
bu maddeleri yurtdışından ithal edip, Türkiye'de kullanmak olanağı vardır.
Fakat pozitron yayan radyoaktif materyalleri çok kısa yarı ömürlü olmaları
nedeniyle yurt dışından ithal edip, kullanma olanağı yoktur. Onları mutlaka
kullanılan yerde ve o yere çok yakın bir bölgede üretmek lazım. Yani,
üretim tesisini kurmak lazım. Bu birinci özellik. İkinci özellik, gama
ışını yayan radyoaktif maddelerin çok nadirleri dışındakilerin hiçbiri
vücuttaki moleküller içerisinde bulunmaz. Doğal olarak yoktur. Halbuki
pozitron yayan radyoaktif maddelerin hemen tümü vücut içindeki moleküllerde
yeralan atomların radyoaktif tipleridir. Onlar, vücut içinde doğal olarak
bulunurlar. Dolayısıyla bizim işaretleyebileceğimiz ve kullanabileceğimiz
radyoaktif molekül sayısı, vücuttaki molekül sayısı kadar olabilir, teorik
olarak. Bu vücuttaki herşeyi inceleyebilmemiz anlamına gelir. Bu konuda
geliştirme çalışmaları çok uzun süredir devam ediyor. Ve bir çok molekül
elde edildi. Organizmaya verilerek, organizmada, davranışını izleyebilmek
ve başka bir yöntemle erişemeyeceğimiz vücudun gizlerini saptayabilmek
artık mümkün gözüküyor.
Sonay Dikkaya:
Uğur Banazlı isimli izleyicimizin sorusu ise şöyle: "pet cihazının
kanserin erken tanısında önemli olduğu belirtildi. Uzun yıllardır sigara
içiyorum. Akciğer kanserine yakalanmaktan korkuyorum. Bu yöntemden yararlanabilir
miyim?" diye soruyor.
Hikmet Bayhan:
Şimdi, efendim izleyicimize bu soru için de hakikaten teşekkür etmek
lazım. Çünkü, bir konuyu net açıklamak lazım. Tıp dünyasında yeni gelişen,
yüksek teknoloji içeren aygıtlar, ki bunun içine x ışınlı bilgisayarlı
tomografi dahildir, magnetik rezonans görüntüleme dahildir. Nükleer tıp
yöntemleri dahildir. Ve pozitron emisyon tomografi dahildir. Bunlar tarama
yöntemi değildir. Bunlar, benim bir hastalığım var mı, yok mu, bir gideyim
bakayım gibi kullanılacak yöntemler ya da aygıtlar değildir. Ve pozitron
emisyon tomografi uygulamaları mutlaka ama mutlaka müdavim hekimle ve
klinik hekimiyle birlikte beraberlik içerisinde uygulanır. Öyle bir karar
uygulanır. Yoksa, aygıta herhangi bir şekilde, bende kanser var mı, yok
mu diye girip, veya bir çalışma yapılıp, bir sonuç elde edilmesi düşünülmemesi
gerekli.
Sibel Güneş: Hangi
merkezlerde veya hangi illerde pet cihazları bulunuyor? İnsanlar rahatlıkla
ulaşabilir mi?
Hikmet Bayhan:
Ülkemizde bir kere, pozitron tomografi dünyada oldukça yaygınlaşmış
durumda. Hatırlarsanız, bir tarihte uzaydan dünyanın gece görüntüsü yayınlanmıştı.
Nereler daha çok aydınlık, nereler daha çok karanlık. Pozitron tomografinin
ya da yüksek teknolojinin dağılımı da dünyada aynen öyle. Gelişmiş ülkelerde
herkesin rahatlıkla ulaşabileceği, kullanılabileceği ölçüde var. Gelişmekte
olan ülkelerde de bizim gibi, daha sınırlı. Ama bir şeye şükretmek lazım.
Biz, Yunanistan'dan önce bu olanağa kavuşmuş durumdayız şimdi. Avrupa'da
çok yaygın olmasına karşın. Ülkemizde İstanbul, bu konuda başı çekiyor.
Ve İstanbul'da bir radyoaktif üretim merkezi, pozitron tomografide kullanılmak
üzere üretilen radyoaktiflerin üretildiği merkez, Gebze'de, TÜBİTAK'ın
Marmara Araştırma Merkezi'nde bir teknopark çerçevesinde kuruldu. Ve yaklaşık
bir yıldır üretim yapıyor. Burada üretilen radyoaktif materyal, İstanbul'da
üç yerde kullanılmaya başlandı. Ankara'da yine Hacettepe Üniversitesi
Tıp Fakültesi, bu konuda ihalesini bitirdi, bir dış kredi kullanarak.
Şu anda bürokrasinin ne fazda olduğunu bilmiyorum ama 2002 yılında Hacettepe'nin
hasta almaya başlayacağını ümit ediyorum. Bir oluşum da İzmir'de var.
Ancak henüz hasta aldıklarını duymadım. Demek ki, İstanbul başta olmak
üç büyük şehrimizde çok kısa sürede hastalarımız bu olanaktan yararlanabilecek.
Sibel Güneş: Moleküler
düzeyde görüntülemeden söz ettiniz, diğer yöntemlerle üstünlüklerini değerlendirirken...
Peki, kalp ve kanser hastalığının tanısında getirdiği farklılıkları neler?
Hikmet Bayhan:
Kanser hastalıklarının ve de kalp hastalıklarının şu anda en çok kullanılan
radyoaktif maddesi flor 18 adını verdiğimiz radyoaktif materyal ile işaretli
şeker, yani glikoz. Buna kısaca fdg deniyor. Bu materyalin vücutta davranışı
normal radyoaktif olmayan glikoz, nasıl davranıyorsa aynen öyle. Radyoaktif
olmayan glikozu vücutta hücrelerin temel besin maddesi olduğunu, çok çalışan
hücrelerin bunu çok daha fazla aldığını, tuttuğunu biliyoruz. Hangileri
çok çalışan hücreler, beyin hücreleri, kalp kası hücreleri, diğer kas
hücreleri, karaciğer hücreleri gibi... Glikozu çok kullanan hücre grubu
da kanser hücreleridir. Kanser hücrelerinde kanserin kötü huypluluk derecesi
arttıkta glikoz kullanımı da artar. Böylece bizim verdiğimiz radyoaktif
glikoz, normal hücre grupları dışında kanser hücreleri tarafından da çok
yoğun bir biçimde tutulur. Ve vücudun herhangi bir yerindeki kanser dokusunu
böylece ayırdedebiliriz. Kalpte de kas hücresi, demin ifade ettiğim hücre
grupları içerisinde yoğun glikoz tutan hücre gruplarından. Çünkü çok ihtiyacı
var, beslenmeye, şekere. Kalp kasında da canlı doku, canlı hücre, şekeri
alır ve kullanır. Canlı olmayan hücre, alıp kullanamaz. Oradaki canlı,
cansız doku ayrımını da bu şekilde yapmamız mümkün olmakta.
Sibel Güneş: Hastalığın
tedavisindeki etkinliği nedir?
Hikmet Bayhan:
Ben bunun için bir örnek vermek istiyorum. ABD'de çok uzun yıllar
süren araştırmalar ve çalışmalar yapıldı. Araştırmayı yapan oluşum Amerika'nın
en büyük şirketi, sağlık sigortası organizasyonu. Niçin bu araştırmayı.
Bu pahalı bir tekniktir. Eğer bunun fiyatını ödersem, hastalara uygulanırsa,
ben zarar mı ederim, kar mı ederim, neye yarar, gibi klinik araştırma
yapıyorlar. İki yıl süren bir araştırma sonucunda eğer akciğer kanserlerinde
tanı ve tedavinin yönlendirilmesinde pet kullanılırsa, 2 milyar dolar
yıllık yaklaşık kar ettiğini, yani harcamasından 2 milyar dolar tasarruf
ettiğini saptıyor. Ve ondan sonra şirketin, bunun bulgulanmasına ilişkin
ödeme oranları, bir çok hastalık için artıyor. Şimdi, bunu halen şirketin
ödeme yaptığı hastalık grupları şeklinde sıralamakla birlikte kanser ve
kalp hastalıkları, diğer bir çok kanser olgusu için de kullanmanın genelde
bir sakıncası yok. Son klinik etkinliğe ilişkin araştırma, Amerikan klinik
kanser dergisinin mayıs 2001 sayısında yayınlanmış. Ve burada pet uygulamasının
hastanın tedavisini değiştirme oranını yani, kullanılan hastaların yüzde
kaçında tedaviyi değiştirdiği saptanmış. Bu oran yüzde 45 ila 70 arasında
değişiyor. Ortalama olarak çok kabaca uygulamanın yapıldığı yüzde 50 hastada
tedaviyi değiştirdiği ve hastaya yapılacak müdahalede farklılaşmaya neden
olduğu söylenebilir.
Sonay Dikkaya:
Tacettin Niğdeli isimli izleyicimiz, "pet cihazıyla yapılan bir
taramanın maliyeti, mr ve bilgisayarlı tomografiden çok yüksek. Sosyal
güvenlik kurumları bu uygulamanın maliyetini karşılıyor mu?
Hikmet Bayhan:
Ülkemizde sağlık bakanlığı ve maliye bakanlığının işbirliğiyle hazırlanan
ve her yıl yayınlanan bütçe uygulama uygulama talimatında bu uygulama
yeralmakta. Ve emekli sandığı ile devlet kurumları tarafından ödemeler
bu listeye dayanılarak yapılmakta. Zaten bu uygulamaları yapan merkezler
de emekli sandığı ile anlaşmalarını yapıyorlar ve geliştiriyorlar. Sosyal
sigortalar kurumunda görüşmeler sürüyor. SSK'nun hastalara uygulatma listesinde
bu testin adı ve fiyatı yeralmakta. SSK hastalarına da çok yakında uygulanacağını
ümit ediyorum.
Sibel Güneş: Nükleer
tıp yöntemlerinin geleceğini değerlendirir misiniz?
Hikmet Bayhan:
2000'li yıllardan itibaren artık moleküler tıp kavramı oluştu. Ve
bu asır, bu yüzyıl, moleküler tıbbın geliştiği daha da derinleştiği bir
asır olacak. Bununla paralel olarak biz de nükleer tıbbın adını moleküler
nükleer tıp olacak şekilde değiştirdik. Bu bizim icadımız değil. Nükleer
tıbbın çok önemli öncülerinden sayılan Amerika'da Johnes Hopkins Üniversitesi'nin
Nükleer Tıp Profesörü Henry Wagner JR'ın bir tanımıdır. Moleküler nükleer
tıp, moleküler tıp alanında çok daha derin bir etkiye sahip olacak. Çünkü
hücre içindeki genetik bazda görüntüleme yapabilme, genetik bazda radyoaktif
tedavi yapabilme olanaklarına kavuşacağız. Bunlar 2005'li, 2010'lu yıllardan
sonra olacak diye tahmin ediyoruz. Böylece, vücutta ulaşamayacağımız noktalar
gibi gözüken yerleri, gözümüzle görebilme gibi, elimizle tutabilme gibi
insana herhangi bir zarar vermeden yapabilme gibi bir olanağı elde edeceğiz
gibi gözüküyor.
Sibel Güneş: Katıldığınız
ve verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederiz. Sağlık Raporu'nda bugün
Prof. Dr. Hikmet Bayhan'la nükleer tıp uygulamalarındaki son yenilikleri
ve pozitron emisyon tomografi yöntemini konuştuk. Pazartesi günü 2001
yılında sağlık alanındaki önemli gelişmeleri ele alacağımız yılbaşı özel
yayınımızda tekrar birlikte olmak dileğiyle sağlıkla kalın.
Sonay Dikkaya:
Bugün de sağlık raporu'nun sonuna geldik. Programımızla ilgili görüş
ve dileklerinizi saglik@ntv.com.tr elektronik posta adresimize iletebilirsiniz.
Program içeriğimize ntvmsnbc.com internet adresimizden ulaşabilirsiniz.
Tekrar birlikte olmak dileğiyle hoşçakalın.
|