Home page

Haber Menüsü


 
Sınıflararası derbi
 
Böyle maçlarda devre aralarının bile tadı başka olur. Önde giden takımın taraftarlarının akıllarından bir an “bu tempoyu sürdürebilecek miyiz acaba?”lar geçer ama o anki skorun keyfine yenik düşen bu gibi sorular kafalardan derhal defedilir...
 
Tayfun Öneş
NTV-MSNBC
 
21 Ekim—  Beşiktaşlı dostlarımızın gönül koyma, hatta tepki gösterme olasılıklarını da göz önüne alarak yazının sonunda söylenecek şeyi daha en baştan, “başlık”tan söyleyelim istedik. Neden mi? Biz izah etmeye çalışalım, kabulü sizin paşa gönüllerinize kalmış: Bir takım bir dolu “rağmen”e rağmen, örneğin : Müthiş coşkulu bir taraftar baskısı altında konuk olarak çıktığı bir maçta erkenden bulduğu ve “bal gibi” sıfatlı bir golünün maçın (soyismiyle musemma) hakemi tarafından “boşattın, boşuna attın” denilerek iptal edilmesine rağmen, hemen ardından yüze yakın dönerci ve sucuk-ekmekçilerin stada saldığı mide guruldatan o keskin kokudan daha da keskin biçimde ofsayt kokan bir gol için bu kez yan hakem-orta hakem işbirliğiyle rakibe bol kepçeden ikramda bulunulmuş olmasına rağmen, bunlar yetmiyormuş gibi bir de kendi kalesine gol atmış ve 2-0 yenik duruma düşmüş olmasına rağmen böylesi bir derbiyi rakibiyle olan “çok” puan farkını koruyarak tamamlayabilmişse, bunun izahı olsa olsa (kimse kusura bakmasın valla) “sınıf farkı” ya da “gömlek farkı”ndandır.

   
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Üstelik kartalın Anadolu takımlarına karşı son haftalarda sergilediği hırslı futbol bu maçın özellikle ilk yarısında zirveye çıkmıştı. Bir başka zirveye çıkan unsur da “11 ası gitmiş Avrupa Fatihi” edebiyatından bize artık gına geldiğinden (kimbilir takımda kalıp iyi niyetle ve canla başla çalışanlara ne gelmiştir?) bu gerçeği bir tarafa bırakıyoruz ama kalanlardan olma defansında bir de Capone’suz ve Bülent’siz olmanın aczi sarı kırmızılı takımda zirve yapmıştı.
       Bu iki zirvede futbol adına nefis kanatlar çırparak uçan kartal, Bayram, İlhan, Nihat, İbrahim ve onlara zaman zaman katılan Baya ve Tayfur’la aslanın üzerine “2-3 dakikadabir”lik pikeler yapıyor, onu adeta presle boğuyor, Mondragon’u Lucescu’ya koşup, isyan ettirecek ve kart görecek kadar çıldırtıyordu.
       
HIRS SİSTEME KARŞI
       
Oturmuş sistem ile şahlanmış hırsın duellosu izleniyordu tarihi Dolmabahçe’nin tarihe geçecek bu derbi akşamında. Sonuçta ortaya öyle güzel, öyle doyurucu bir maç çıkıyordu ki maç yorumu yapmasını pek de sevmeyen bizler bile tadı damağımızda kalan bu 90 dakikadan sonra hızımızı alamayıp klavye başına geçiyorduk işte.
       Böyle maçlarda devre aralarının bile tadı başka olur. Önde giden takımın taraftarlarının akıllarından bir an “bu tempoyu sürdürebilecek miyiz acaba?”lar geçer ama o anki skorun keyfine yenik düşen bu gibi sorular kafalardan derhal defedilir, yerlerine “fark beklentileri” kondurulur bir bir (ya da 3,4,5...) Yenik durumdaki takımın taraftarlarında ise antrenör edasına bürünmek ve “ben olsam”ları giyinip, kuşanmak için en fazla 15 dakika vardır.
       Akıllardan “Ben olsam Suat’ı veya Bülent Akın’ı çıkartır, Sergen’i koyarım”lar geçer, hatta düpedüz yüksek sesle yumurtlanır bunlar ve sağdakinden, soldakinden onay beklenir. Zaten Lucescu da yine Amerika’yı yeniden keşfetmeye hiç kalkışmadan öyle yapıverdi ve Sergen’i aldı oyuna. Sergen de başladı oynamaya, oynatmaya. (“gol atmaya” diyemiyorum, Beşiktaş’a karşı hiçbir maçta bunu dedirtmiyor ki kerata!) Hazır kartal da yorulmaya başlamışken onların 4-5 kişiyle birinci devrede GS ceza sahası önünde yaptıklarını o tek başına yapmaya başladı. İlk gol “geliyorum” diyerek, Florqueen’in ayağından geldi, sonra da müzmin savruklardan Arif’in ayağından bir gol daha geldi ve basket maçı gibi hızlı başlayan oyun, o hızda olmasa bile yine basket maçı gibi bir o kalede bir bu kalede devam ederk son buldu.
       
YA RONALDO’NUN KAÇIRDIĞINA NE DEMELİ?
       
Kör değiliz elbet, ilk yarının ilk 20 dakikasında olanları gördüysek, son yarım saate girerken “olamayan”ı da (hem de ağzımız açık kalarak) gördük. Kendisinden “Esas” Ronaldo gibi oynamasını hiçbir zaman beklemediğimiz Ronaldo’nun en dandik kopya haliyle bile o pozisyonda golü atması gerekirdi diye düşünüyoruz. Öyle bir pozisyondu ki, yıllarca kendisine “Nasıl kaçırdım?” sorusunu sorsa “top yuvarlaktır” yanıtıyla bile rahata eremeyeceği kesin. Üstelik o top gol olsa yazımızın başındaki “sınıf farkı” ahkamını bile zor keserdik, belki de maç kartalın pençesinde kopup giderdi çünkü.
       Her iki takımın maç boyu yarattığı ve yaşadığı pozisyonlara bakıp da 2-2’lik skor için “Futbolda arada bir de olsa ilahi adalet kendisini gösterir” diyecek olanlar varsa, adaletin temelinde bu akşam Ronaldo’nun ayak izleri vardı, onu da kabul etsinler lütfen.
 
 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları
Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın
Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları