|
|
Cansun'un ziyareti üzerine... Boğalar, Çizme'yi aşmak üzere... İki portre: Biri elma, biri armut Galatasaray'ın Şampiyonlar Ligi istatistikleri BABALAR ve OĞULLARI... |
|||
Neden inadına derseniz, kızanlar, kızsın... Söyleyeyim: Bir yılı aşkın süredir medyamızda bir Fenerbahçe dolduruşudur gidiyor. Galatasaraya gelince; onlar da battı-batıyor gibilerinden haberlerle de olsa her türlü medya ürününe malzeme oluyorlar, sayfaları ve ekranları kaplıyorlar. Birer dev aynasından yansıtılan bu iki kutuptan (sanki başka kutup yokmuş gibi) yer kalırsa şayet, Beşiktaşımızla ilgili haberlere de rastlıyoruz... Nasıl rastladığımız da malum işte! Koskocaman ve de kodaman basınımız ancak Daum kokain mi içsin, yoksa Beşiktaşı mı yönetsin? gibilerinden derin(!) halk oylamaları veya Nouma, Nouma... Pascal Nouma teranelerince baş tacı ediyor koca Beşiktaşı. İşte böylesi bir dönemde daha da keyif duyuyorum aşağıdaki yazıyı sizlere aktarmaktan. Yazanın eline, diline sağlık olsun ! (not: Siyahbeyaz.net web komitesinden Fuat Çimen, daha sonra bize attığı bir mail ile yazının Göksel Duyuma ait olduğunu bildirdi) KARDELEN Boğaz azgın bir nehir gibi akıyordu Marmaraya doğru. İstanbulun üzerine çöken manevi ağırlığı kaldıracak bir evliya beklentisi vardı sokaklarda. Karayelden esen rüzgar, yağmur getirecekti şehit mezarlarına. Fatihin al kanla fethettiği İstanbul beşyüzyıl sonra, kansız savaşsız İngilizlere teslim edilmişti bir Mayıs sabahı. Dolmabahçe önünde son silahlı birlik de silahlarını teslim ediyordu. Yüzbaşı Şeref ve birliği manga manga tüfeklerini, tabancalarını hatta süngülerini İngiliz subaylarına makbuz karşılığı teslim ediyordu. Birliğin sonu geldiğinde İngiliz Çavuş Şeref Yüzbaşıya bağırdı : - Sör ! Tabancanız... Şeref hiddetle döndü, elinin tersiyle çavuşa vuracak oldu. İngiliz Binbaşı araya girdi ve Tabancanız kalsın, mermileri boşaltınız yüzbaşı dedi. Şeref hiddetle tabancasını çekti, ateş edebileceğini düşünen İngiliz askerleri silahlarını Yüzbaşı Şerefe doğrulttular. Şeref altı patlarını gökyüzüne çevirdi, tambur pimini çekti, prinç kovanlı ve uçları çentikli altı mermi iki metre yükseklikten yere boşaldı. Kabzası laz işi, baba yadigarı tabancasını kılıfına soktu, asker dönüşüyle birliğinin karşısına geçti. Hazırolda bekleyen 120 asker yumrukları sıkılı, dişleri kenetli, Galiçyadan Hicaza, Trablusgarptan Fizana peşinden gittiği o mert adamın ağzının içine bakıyordu. Bir emir verse, evet o bir emir verse bir avuç züppe İngilizi elleriyle boğabilirlerdi. - Şimdi dağılıyoruz arkadaşlar. Sizleri 10 yıldır sabırla bekleyenlerin yanına gidin. Ama unutmayın bu iş daha bitmedi, bu millet esaretini yenmek için sizin gibi yiğitlere ihtiyaç duyacaktır. Hakkınızı helal eder misiniz? Bir an sessizlik oldu. Elleri cebinde ve cebinde tuttuğu yuvarlak metal çerçeveli gözlüğü olduğu halde bekledi. Bekledi, bekledi... Birliğin çavuşu bir adım öne çıktı ve: - Bizim helalimiz seninle şehit düşmektir komutanım. Şerefin gözlerinden hiç de istemediği halde iki damla yaş süzüldü, ellerinde tuttuğu gözlük tuzla buz olmuştu. Avuç içi kanıyordu ve daha sert bir sesle bağırarak : - Hakkınız helal midir bana? **** Yağmur yağıyordu. Gökyüzündeki martılar birkaç dakika önce yaşadıkları gökgürültüsünden beter bir Helal Olsun! sesinden duydukları ürküntüyü üzerlerinden atamamışlardı. Kan damlaları Dolmabahçeden Beşiktaşa doğru birer metre aralıklarla Şerefi takip ediyorlardı. Neden sonra elinin kanadığını farketti. Dolmabahçe Sarayı Harem Dairesi ardındaki yüksek duvarın altında omuzundaki yıldızlı apoletleri söküp eline sardı. Kanı emen apoletin ipek örtülü yıldızları kıpkırmızı oluverdiler. Şeref Bey sabahın yağmurlu hüznünde Beşiktaşa vardı. Balıkçı kahvesinde oturmak istedi ancak hırpani halim bir Türk subayına yakışmaz diyerek sahile indi. Oturup tekne altını onaran balıkçıyı seyre daldı. Kan çanağına dönen gözlerinin ardında fırtınalar kopuyordu. Sırtına dokunan elle irkildi. Kafasını kaldırdı. Biraz önce teknesini onarırken seyrettiği denizci bir şeyler söylüyordu. Ama Şeref duyamıyordu onu. Sararmış dişlerine bakarak denizcinin, anlamaya çalıştı söylediklerini. - Asker aga, asker aga ? - Efendim - Okuman, yazman var mıdır? - Evet. Hayrola? - Agam be teknenin adını yazsan olur mu? - Tamam. Nedir teknenin adı? - Kardelen - Sevgilinin adı mı? - Hee... Nerden bildin? Harp Okulunda aldığı Hat dersi ilk kez işine yarıyordu. Şeref Osmanlıca ve bir kardelen şekline benzer motifle yazdı tekneye genç denizcinin sevgilisinin adını KARDELEN - Aga, kardelen mi bu şimdi? Ya aga çok güzel oldu. Sana borçlandım şimdi ben. - Bir gün ödersin. Nerelisin sen? - İneboluluyum. İstanbuldaki Rum meyhanelerine tuza basılmış torik getiririz. Rumlar lakerda mı, lekarda mı ne diyorlar. Feneri dönerken teknenin altını vurdum. Burada onarıyorum. Kısmetse öğlen namazı tekneyi indirip İneboluya yelken basacağım. ***** Yüzbaşı Şeref Akaretler Yokuşundan Osmanoğlu Konağına yürüdü. Konağın kapısını müstahdem açtı. - Şeref Beyim, hoşgelmişsin BJK Divan Kurulu üyesiydi. Eskrim takımında kılıç hocasıydı ve futbol takımında da kalecilik yapıyordu. Şeref konağın ahşap merdivenlerini hışımla çıkıp çatıdaki malzeme deposuna girdi. Kısa çatı camının altına oturdu. Tabancasını çıkardı. Cepkenindeki enfiye kutusunu eline aldı. Kutuyu kulağına götürüp iki salladı. Sedef kakmalı enfiye kutusu tıkırdamaya başladı. Kutuyu açtı, içinden pamuğa sarılmış gümüş bir kurşun çıktı. Kurşunu çizme derisine süre süre iyice parlattı. Kurşunu tabancasının tamburuna sürdü, tamburu hızla çevirip kapattı. Kırlaşmaya başlayan şakaklarına götürdü. Affet dedi. TIK... boş TIK... boş TIK... boş ***** Kapı hiddetle açıldı. Ahmet Fetgeri içeri girip dördüncü kez tetiğe basmakta olan Şerefin elindeki silahı kaptı. Şeref kendinden geçmiş bir durumda ağlamaya başladı. - Ne yapıyorsun sen, delirdin mi Şeref ? - ... Koltukaltından tutup Şerefi aşağıya indirdi. Sade kahve ile birer sigara içtiler. Herşey bitti dedi Şeref. Daha değil dedi Fetgeri. Dün akşam Mustafa Kemal ve arkadaşları İstanbulu terkedip Anadoluda mücadeleyi başlatmak için gemiyle Samsuna doğru yola çıktılar Gözleri parladı Şerefin. Birkaç dakika önce Azraille Rus ruleti oynayan o değildi sanki. Bir kuş olup o gemiye yetişmeyi geçirdi aklından. Nasıl giderim ben de? dedi. Çok zor. Salmazlar seni İstanbuldan dedi Fetgeri. Çaresiz hissetti Şeref kendini. Birden Kardelen geldi aklına. Kardelen vardı ya İneboluya giden. Neden olmasın? diye söylendi. Dur cellalenme hemen diyen Fetgeriye Kardeleni anlattı. Dostum fındık kabuğu kadar bir tekneyle gidemezsin oralara. Sakin olunuz, bir çare düşünürüz elbet dedi Fetgeri. Artık Şerefi durdurmanın imkanı yoktu. Yukarı çıktı, üç beş parça eşyasını bez asker torbasına sıkıştırdı. İki dost sarıldılar. Ha, unutmadan bu torbayı da al, lazım olur belki dedi Fetgeri. Nedir bu? diye sordu Şeref. Denize açılıncaya kadar sakın açma cevabını aldı. ***** Kardelen denize inmiş, yelken açmaya hazırlanırken bir sesle irkildi denizci : - Tayfa lazım mı? Gözleri ışıldadı genç denizcinin. - Buyur agam. Ama hayırdır, nereye? - Senin gittiğin yere, hatırlarsan bana borcun vardı, ödeşmiş oluruz. ***** Kardelen, Anadolu Fenerini geçip Karadenize yol alırken, Şeref erguvanlara son kez baktı. Erguvanların güzel renklerini İngilizlere bırakıyordu. Yaralı elini Karadenizin az tuzlu temiz sularında yıkadı. Temiz bir bez parçası aradı sarmak için. Fetgerinin verdiği çantanın düğümünü açtı. İçinde beyaz bir beze sarılı yuvarlak bir şey vardı. Bu bez olur diye açtı bezi ve Kardelenin içine bir futbol topu yuvarlandı. Gözlerine inanamadı. Bu top mahalli ligde gol yemeden şampiyon oldukları ve hatıradır diyerek sakladıkları Ertolhd marka, içten lastikli pahalı futbol topuydu. Ah be! Fetgeri dedi içinden ve güldü. ***** Arasıra esen sert rüzgar ve serpiştiren yağmura rağmen Şile açıklarını neşeyle geçtiler. Ağva limanında gece demirlediler. Lakerdanın satılmamış kısmıyla, mısır ekmeği ve erik rakısı akşam yemekleriydi. Gece denizci gence Beşiktaşı, Ahmet Fetgeriyi ve bu futbol topunun hikayesini anlattı hiç susmadan. Şeref çok içtiği rakının ardından yüzüne doğan yakıcı güneşle uyandı. Kardelen, Pazarbaşı burnunu aşmış, Karasuya doğru yelkenleri doluyordu. Kardelenin genç reisi Asiye tüküsünü söylüyor, tekneyle yarışan yunuslara mısır ekmeği atıyordu. Arasıra Kardelenim, sevdiğime benzer mırıldanmalarla yavuklusunu anıyordu. Ertesi gece Akçakoca, diğer gece Amasra limanında yattılar. Yüzbaşı Şeref denizciliği de öğrenmeye başlamıştı. Amasra limanı çıkışı denizci hayıflandı. Hava patlayacak agam Şeref baktı, baktı. Keyifli ve güneşli bir 19 Mayıs sabahından başka bir şey göremiyordu. Önemsemedi. Teknedeki topun bir o yana, bir bu yana gittiğini gören Şeref başını kaldırdı. Deniz tarafı tamamen kararmıştı ama daha öğlen bile olmamıştı. Karadan neden bu kadar uzaklaştık?diye sordu Şeref. Agam, kaba dalga vuruyor, burnu çevirdim ***** Bir süre sonra yağmur eşliğinde öyle bir fırtına başladı ki, Şerefin midesi dışarı çıkarcasına istifra ediyordu. Yelken ipinden uzak dur agam, ayağına dolanmasın dedi genç adam. Bir büyük dalga geçti üzerlerinden. Sonra bir daha, bir daha. Dümen tutan avuçları ezilmişti denizcinin. Şeref yelken ipini tutmaya çalışsa da bir süre sonra direk kopup, denize düştü. Denizcinin çığlığı bardaktan boşalırcasına yağan yağmura karıştı. Agam ipi sal Şeref duyamadı, tekne boyunun beş katı bir dalga sancak tarfından tekneyi alabora etti. Dalga çukurunun dibindeki tekne denizin altında kaldı. Denizci büyük bir çeviklikle kendini yukarı itip sudan çıktı. Yüzbaşı Şeref su çekmiş asker üniformasının ağırlığı ve çizmesine dolanan yelken ipiyle tekneye bağlı karanlık dibe doğru hızla batıyordu. Yarım dakika dibe hızlı gidiş, ayağından çözülen iple durdu. Artık tekneden kurtulmuştu ama üzerindeki ağırlık onun yüzeye çıkmasına mani oluyordu. Bulanık denizde gözleri açık çırpınırken, yanından geçen beyaz birşey gördü. Bu, yukarı doğru hızla çıkan Ertolhd marka futbol topuydu. BJK nın gol yemez kalecisi Panter Şeref topa doğru uzandı, uzandı... ***** Kerempe Burnunda baygın yatan genç denizci ve yanında Ertolhd marka futbol topu dalgalarla birlikte salınıyordu. Genç denizci yüzünü paramparça eden kayalıkların üzerine çıkıp bağırdı : Agam ! Agam! Yüzbaşı Şeref hayatının golünü Karadenizin soğuk sularında yemişti. Topa yetişememiş ve karanlık sular onu dibe doğru sürüklemişti. Elbet Karadeniz onu Anadoluya verecekti. ***** Mustafa Kemalin ardından Kurtuluş mücadelesinde yer almak için Anadoluya geçen Yüzbaşı Şeref ten tam 17 yıl sonra 19 Mayıs 1936da Şerefin takımı Beşiktaş Jimnastik Kulübü, 19 Mayısta kutladığı spor gününün her yıl Atatürkü Anma Gençlik ve Spor Bayramıolarak milletçe kutlanması için önerisini Atatürke sundu ve kabul edildi. Öneriyi Beşiktaş Jimnastik Kulübü adına veren Ahmet Fetgeri Beydir. ***** Ahmet Fetgeriye 1924 yılında bir hanım gelir ve bir torba bırakır. Ahmet bey kadının getirdiği torbadan çıkan topa bakar ve kadına sorar. - Nedir bu bacım? - İstiklal savaşında şehit düşen kocamın vasiyetiydi, size vermemi istedi. Ahmet bey sorar - Adın ne bacım? Kadın yanıt verir. KARDELEN | ||||
Yazarlık patladı, peki ya okuyuculuk? Onu yazmazsam olmaz... Sarı-lacivertliler erdi muradına... Bu-ra-sı Tür-ki-ye bur-da in-saf yok ! Waldir Pereira Didi... Bir derbinin ardından |
|||
|
|||||||
Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||