|
Fotoğraflarla dünyada geçen hafta Apo'nun AİHM serüveni (1) Apo'nun AİHM serüveni (2) |
|||
Öcalanın avukatları bu süreçte önceliği, duruşmada da olduğu gibi ölüm cezası, Kenyadan kaçırılış ve adil yargı konularına verdiler. Ankara infazı askıya aldığını bildirmiş olsa da, Öcalanın ölüm koridorunda (death row phenomenon) bekletiliyor olmasını ön plana çıkardılar. Hatta dünyada ilk kalp nakli ameliyatını gerçekleştiren Güney Afrikalı doktor Chris Barnardın asarak adam öldürmenin ne derece insanlık dışı olduğuna dair bilimsel çalışmalarını dava dosyasına belge olarak sundular. İngiliz avukatlar hem Avrupa hem de Commonwealth hukuku deneyimlerini silah olarak kullanmak niyetindeydiler. İngiliz hukuk ekolüyle kıta Avrupası hukuk ekolünün bir nevi bileşimi olan AİHMdeki bazı yargıçların bu tür örneklere duyarlı oldukları herkesin bildiği bir gerçekti. İngiliz avukatların en ilginç iddia ve talepleri ise hiç şüphesiz Kenyadan kaçırılış konusu üzerineydi. Burada Türk hükümetinin Öcalan Kenya makamlarıyla işbirliği içinde yakalandı tezine karşı bir uluslararası komplodan söz ediliyordu. Hem de bu komplonun tanıklarının isimleri verilerek. APONUN İNTİKAM ÇIĞLIĞI Satıldığını haykırmaya çalışan Öcalan bu kişi ve ülkelerin bilinmesi için adeta çırpınıyordu. Listede kimler yoktu ki : Öcalanın kendisi, Bülent Ecevit, ABDnin o dönemki başkanı Bill Clintonın özel danışmanı Anthony Blinken, ABDnin o dönemki Atina büyükelçisi Nicholas Burns, dönemin İtalya başbakanı Massimo dAlema, dışişleri bakanı Umberto Ranieri, DAlema tarafından Öcalanla temasta bulunmak için görevlendirilmiş olan temsilciler Roberto Quillo, Nicola Terro ve Marco Mintini, Öcalana vaatlerde bulunup bunları sonradan unutan çok sayıda İtalyan parlamenter, o dönem Rusya başbakanı olan Yevgeni Primakov, bazı PKK yönetici ve temsilcileri, vs... Listenin en renkli bölümünü ise Yunan politikacı ve gizli servis ajanları oluşturuyordu. Abdullah Öcalan en çok Atinaya ve Yunanistandaki eski dostlarına ateş püskürüyordu. Bunların başında dönemin Yunanistan dışişleri bakanı Teodoros Pangalos geliyordu. Listede Yunanistanın Kenya büyükelçisi Kustalas, Yunan donanmasından emekli amiral Naksakis, Yunan istihbarat şeflerinden havacı subay Stavrakakis, Kenyaya yolculuğu sırasında Öcalana eşlik eden Yunan istihbarat subayı yüzbaşı Kalenderis ve Öcalanı Kenyada ziyaret eden Yunan hukukçu Krandiotis gibi şahsiyetlerin isimleri AİHMdeki Öcalan davasında tanık olarak dinlenmek üzere Strasbourga iletildi. Öcalanın avukatları yukarıdaki tüm isimlerin komplonun bir parçası olduğunu ileri sürüyor ve mahkeme tarafından ifadelerinin alınmasını istiyorlardı. AİHMye sunulan belgelere göre, İtalyadan sığınma izni koparamayan Öcalan Yunan istihbaratından amiral Naksakis ile birlikte Rusyanın Saint-Petersburg kentine uçmuştu. Naksakis, Öcalan yakalandıktan aylar sonra yapacağı açıklamalarda eski başbakan Simitis ile Pangalosun PKK liderinin attığı her adımdan haberdar olduklarını itiraf edecekti. Rus yetkililer Öcalanı Saint-Petersburgda Romanyaya gitmesi konusunda ikna etmeye çalışmışlardı. Ancak amiral Naksakis, Bükreşin o dönem bazı PKK üyelerini Ankaraya iade politikasını gerekçe göstererek Rusyanın önerisine karşı çıktı. Aynı belgelere göre, Öcalan, Ruslar ve Yunan hükümeti arasında Saint-Petersburgdan Atinaya gidilmesi konusunda anlaşmaya varıldı. Ancak Atinaya gelindiğinde Yunan istihbaratı Öcalana Yunan topraklarında kalamayacağını söyleyecek ve Kenyadaki Yunan elçiliğine gitmesini önerecekti. Oradan da Güney Afrika Cumhuriyetine geçilmesi söz konusuydu. Öcalan Kenyadaki Yunan elçiliğinde Atinaya iltica başvurusunda bulundu. Amiral Naksakis ve hukukçu Krandiotis tarafından doğrulanan bu başvurunun hiçbir zaman işleme konulmadığı ise sonradan ortaya çıkacaktı. KAHPE ATHENA Yunanistanı affetmeyen ve cezalandırmak isteyen Abdullah Öcalan 2004 yılında AİHMye göndereceği bir mektupta, kendisini satan Athena kahpesinin oynadığı oyunu şu ifadelerle dile getirecekti: Atinada beni karşılayan gerçek dost insanlar değil, ünlü Troya kahramanı Hektoru doğru olmayan savaşa çeken erkeklerin tanrısı Zeusun anlından yaratılmış mitolojik Athena kahpesi oldu. Beni öldürücü bir saha içinde tüm kâr zihniyetli uygarlık güçleri ile savaşa zorladı. Karşılığında ise güya Troyayı (Anadolu) ve Kıbrısı alacaktı. Veya en azından bu yönlü bir politika doğacaktı.... Tarihte çok ünlü olan ve hem İskender hem Napolyonda dile getirilen Athena hilekarlığından beslenmiş Yunan devlet geleneği karşısında Ortadoğu bilgeliği ve yiğitliği ne yapabilirdi?. Öcalan öfkeliydi. AİHM yargıçlarının davanın bu boyutunu görmezden gelmesine dayanamıyordu. Davanın temyiz sürecinde Atina ve Romanın kendisini sattığını görmemekte ısrar etmelerine dayanamayıp onları da komploya alet olmakla suçlayacak, hatta tehdit edecekti. Bu davada Türkiyeyi maşa olarak görüyor, gerçek sorumluların ABD, Yunanistan ve İtalya olduğunu düşünüyordu. En azından avukatlarının AİHMye ilettikleri belgelerden bu sonuç çıkıyordu. Türkiyede DGM ve Yargıtay önündeki süreçte adil yargı yapılmadığı da Öcalanın avukatlarının ana iddialarının başında geliyordu. Avukatlar; Bülent Ecevit, Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz ve Devlet Bahçeli gibi liderlerin verdikleri beyanlarla davaya müdahale ettiklerini ileri sürdüler. Öcalan ile görüşmelerinin engellendiği, davaya hazırlık için yeterli zaman verilmediği ve bazı avukatların saldırıya uğradığı tezlerini de işlediler. Sonuç olarak da AİHMye 3 çözüm önerisinde bulundular. Bunlardan birincisinde; AİHMnin, Türkiyenin ölüm cezasını infaz etmemesi gerektiğine, Öcalanı serbest bırakmasına ve Kenya, İtalya ya da arzulayacağı bir diğer üçüncü ülkeye gitmesine izin vermesine hükmeden bir karar alması öneriliyordu. İkinci öneride ise Öcalanın bir AB ülkesinde kurulacak uluslararası özel bir mahkemeye sevkine hükmedilmesi isteniyordu. Üçüncü öneri daha da kapsamlıydı. AİHMden; Öcalanın idam edilmemesi, hakkındaki suçların geri çekilmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi çerçevesinde yeniden yargılanması, tutukluluk koşullarının düzeltilip tecridine son verilmesi, Türkiyenin terörle mücadele yasası ile DGMlerin yapısını Avrupa normlarıyla uyumlu hale getirmesi, davanın Büyük Daireye sevk edilmesi ve yeni bulgular için Strasbourg veya Türkiyede yeni bir duruşma düzenlenmesi yönünde karar alması talep ediliyordu. ANKARA: NAIROBI İLE ANLAŞTIK Ankara tüm bu iddialara 1 Ekim 2001 tarihinde Strasbourga ilettiği savunmasında yanıt verecekti. Türk hükümeti her şeyden önce Öcalanın kendisine Kenya tarafından iade edildiğini söylüyordu. Buna örnek olarak da Bolivyanın Nazi savaş suçlusu Klaus Barbieyi Fransaya iki ülke arasında ikili sözleşme olmasa da normal iade prosedürüyle iade etmiş olmasını gösteriyordu. Barbie 1987 yılında AİHMde bu nedenle Fransaya karşı açtığı davayı kaybetmişti. Ankaranın Kenya versiyonu ise Öcalanın avukatlarınınkinin tam tersiydi. Nairobideki Yunan elçiliğinden çıktıktan sonra Öcalanın Kenya polisinin aracına binmesini Kenyalı yetkililer istemiş, Öcalan da kabul etmişti. Türk ve Kenya hükümetleri arasında varılan anlaşma çerçevesinde Öcalan bu yolla Kenyadan çıkartılıp Türkiyeye getirilmişti. Ankaraya göre, Kenyalı yetkililer politik nedenlerden ötürü yorum yapmıyor, ancak hiçbir protestoda da bulunmuyorlardı, bu da Kenyanın ulusal egemenliğine aykırı davranılmadığının açık kanıtıydı. Türk güvenlik güçlerinin yasadışı hareket ettiklerine dair hiçbir bulgu yoktu. Öcalanın Türk mahkemelerine verdiği ifadeler bu tezi destekler yöndeydi. Öcalan hakkında Yunanistanda oluşturulan özel komisyonun bulguları da Yunan hükümetinin Öcalanın iadesiyle görüş birliği içinde olduğunu gösteriyordu. Öcalanın avukatları AİHMye işkence ve kötü muamele şikayetinde de bulundular. Bu şikayetlere göre Öcalan Kenyadan Türkiyeye getirilirken kötü muamele görmüştü. Öcalana uyuşturucu verilmiş, elleri kelepçelenmiş, gözleri bantlanmıştı. Üstelik tüm bu görüntüler bilinçli biçimde TV kanallarında yayımlanmıştı. Avukatlara göre tüm bunlar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin işkence ve kötü muameleyle ilgili 3. maddesine aykırıydı. Ankara elbette aynı görüşte değildi. Kelepçe hem geçerli hem de gerekliydi. Öcalanın gözlerinin bağlanmasındaki amaç da kendisine eşlik eden güvenlik güçlerinin kimliklerini koruma kaygısındandı. Çok sayıda kişinin maske taşıması yerine tek bir kişinin gözlerinin bağlanması daha mantıklıydı. Gözleri bağlanarak Öcalanın olası bir intihar girişimi de engellenmiş oluyordu. Türkiyeye getiriliş görüntülerinin TV kanallarında yayımlanması konusunda ise Ankaranın yanıtı basitti : söz konusu görüntüler polis arşivleri için polis tarafından çekilmiş, medyaya dağıtımları önceden planlanmamıştı. Türk medyası görüntüleri kendi imkanlarıyla elde etmişti. TBKP ÖRNEĞİ Ankara, Öcalanın Türkiyeye getirildiğinde elleri kelepçeli, gözleri bağlı olmasını eleştiren davacı avukatlarına ilginç bir örnekle yanıt verecekti. Öcalanın avkatları, eski TBKP (Türkiye Birleşik Komünist Partisi) liderleri Haydar Kutlu ile Nihat Sargının 90lı yılların başlarında Türkiyeye geldiklerinde ne ellerinin kelepçelendiğini ne de gözlerinin bağlandığını belirterek Öcalana ayrımcılık ve kötü muamele yapıldığını savunmuşlardı. Ankara bu iddiayı, Kutlu ve Sargın eğitim sahibi ve medeni insanlar olduklarından etraflarındaki polis ve güvenlik güçleri için herhangi bir tehdit oluşturmuyorlardı. Oysa Abdullah Öcalanın durumu farklıdır. Kendisi çaplı terör eylemlerine imza atmış bir terör örgütünün lideridir ifadeleriyle yanıtladı. Birkaç yıl önce AİHMde TBKP liderlerinin açtığı davayı kaybeden Ankaranın bu tavrı TBKP davasını karara bağlayan AİHM yargıçlarının dikkatinden kaçmayacaktı. Ankaranın adil yargı konusundaki iddialara yanıtları da ilginçti. Türk hükümetinin savunmasında AİHMnin askeri hakim konusundaki içtihatı göz önüne alınarak DGMlerin yapısında değişikliğe gidildiği açıkça belirtilecek, DGMlerde askeri hakimin bulunmasının askeri liderlerin 1983 yılında demokratik yollarla seçilen parlamentoya hükümet görevini iade etmesi karşılığında varılan bir uzlaşının sonucu olduğu itiraf edilecekti. Türkiyenin avukatları Abdullah Öcalanın DGMnin yargı yetkisini tanıdığını hatırlatacak, bu nedenle yargının adil olduğu tezini de işleyeceklerdi. Ankaranın bu konudaki bir diğer dayanağı da bazı AB ülkelerindeki uygulamalar olacaktı. Ankaraya göre Fransa, Almanya, Avusturya ve İspanya gibi ülkelerde ulusal ceza prosedürleri yargı esnasında yargıç değiştirilmesine ve yedek bir yargıcın asil hale gelmesine imkan tanımaktaydı. Türkiyeye bu hakkı reddetmek söz konusu ülkelerin yasal sistemlerini sorgulamak anlamına gelecekti. 17 BİN SAYFAYA 36 GÜN Öcalanın avukatları dava dosyalarını incelemek için kendilerine yeterli zaman verilmediğinden de şikayetçiydiler. Ankara aynı görüşte değildi. Türk hükümetinin avukatları dava dosyalarının 87 cilt ve 17 bin sayfadan oluştuğunu doğruluyordu. Ancak bu ciltlerden 85inin savunmanın bilgisi dahilinde ek belgeler olduğunu söylüyorlardı. Avukatlara savunmaları için verilen süre yeterliydi. Abdullah Öcalanın Türkiyedeki 12 avukatına dosyalar üzerinde çalışmaları için 36 gün verilmişti. Davacılar arasındaki tez çürütme yarışında 2002 yılının ikinci yarısına gelindiğinde AİHM açısından yeterli belge ve sav oluşmuştu. Mahkeme artık karar sürecine girmeye başlayabilirdi. Türkiye bu arada AB üyeliği yolunda reformlar gerçekleştirmeye başlamış, seçim geçirerek iktidarı değişmiş ve Aralık 2002de Kopenhagda yapılacak AB Konseyi zirvesine kilitlenmişti. Öcalanın avukatları da bu zirve öncesi AİHMden bir karar çıkarma hesapları yapıyorlardı. Bu hesaplar tutmayacak, AİHM 1.Dairesi Öcalan davasındaki kararını 2003 yılı Mart ayına saklayacaktı. Aralık 2002de Kopenhagda yapılan AB Konseyi zirvesi geçmiş, Türkiyenin bu zirve öncesi yaşadığı gerginlik sona ermiş, Ankara beklediği gibi olmasa da yeni bir AB perspektifine kavuşmuştu. Öcalanın avukatlarının AİHM kararının Kopenhag zirvesi öncesi açıklanması beklentileri sonuç bulmamıştı. AİHMde davaya bakan 1. Daire Öcalan konusundaki karar için Kopenhag zirvesi öncesi 26 Şubat 2002 tarihinde bir oturum düzenlemişti. Karar için kapsamlı oturumlar ise 2003 yılının 22 Ocak ve 10 Şubat günleri düzenlenecekti. Davayı ilk aşamada inceleyen AİHMdeki Türk hukukçular raporlarını çoktan hazırlamışlar, alternatif kararlar sunmuşlardı. Davaya resmi olarak 1. Dairenin 7 yargıcı bakıyordu. Ancak dava AİHM açısından o kadar önemliydi ki mahkemenin diğer tüm yargıçları da davaya bakan meslektaşlarıyla bu konuda gayrı resmi ve daimi kontak halindeydiler. Kaldı ki AİHMnin tüm yargıçları Strasbourgda aynı bina içinde çalışıyorlardı ve birbirlerini günün her saatinde görme imkanına sahiptiler. Ayrıca 1. Daire daha Öcalanın başvurusunun kabul edilebilirliği aşamasında konuyu olağanüstü politik boyutu nedeniyle Büyük Daireye paslamak istemiş, fakat Türk hükümetinin itirazına toslamıştı. 1. Dairenin 10 Şubat oturumu sonrasında kararın nihai yazımına geçildi. Karar 12 Mart 2003 tarihinde açıklanacaktı. Kararın pek de Ankarayı tatmin eder yönde olmayacağı yaklaşık bir ay öncesinden kulislere sızmıştı. Bu söylentilerden Türkiyenin Strasbourgdaki Avrupa Konseyi daimi temsilciliği de haberdardı. Ankara, DGMlerin statüsünde yaptığı değişiklik ve ölüm cezasını kaldırmakla dev adımlar attığını düşünüyor, bu adımların AİHM tarafından takdirle karşılanacağını umuyordu. Ankara hüsrana uğrayacaktı. ÖCALAN ADİL YARGILANMADI DGMlerin statüsündeki değişikliğe rağmen AİHM Öcalan davasında Türkiyenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) adil yargılanmayla ilgili 6. maddesi, özgürlük ve güvenlik hakkıyla ilgili 5. maddesi ve işkence ve kötü muamele yasağıyla ilgili 3. maddesini ihlal ettiğini duyuracaktı. AİHMye göre DGMlerin statüsündeki değişiklik adil bir yargı için yeterli değildi. İçinde askeri hakim bulunan DGMler son birkaç yıldır AİHM tarafından bağımsız ve tarafsız olmayan yargı organı olarak tanımlanıyordu. Bu tanımlama askeri hakimli DGM tarafından mahkum edilmiş tüm şikayetçiler için bir emsaldi. AİHMye göre, DGMde askeri hakimin sivil bir meslektaşıyla görev değişimi yapması için geç kalınmıştı. Ama asıl önemli olan sivil bir hakimin ne zaman davaya girdiği değil, ilke olarak bir askerin sivilleri yargılayan yargı organı içinde yer alamayacağıydı. Sonuç olarak askeri hakimli DGM bağımsız ve tarafsız olamazdı ve bu durum Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinin 1. bendine aykırıydı. Mahkemenin adil yargıyla ilgili ihlal tespitleri burada bitmiyordu. Abdullah Öcalan Türkiyeye getirildiğinde uzun süre avukatlarıyla görüştürülmemişti. Dahası, avukatların Öcalanla görüşmelerine güvenlik güçleri de katılmıştı, ya da en azından kulak misafiri olmuştu. AİHMye göre avukatların müvekkilleriyle serbestçe görüşebilmeleri demokratik toplumlarda olmazsa olmaz bir şarttı. AİHSnin 6. maddesinin 3. bendi ihlal edilmişti. AİHMye göre avukatlara davaya hazırlanmak için yeterli süre de tanınmamıştı. Avukatların Öcalanla görüşme sayı ve süresi sınırlanmış, davayla ilgili tüm dosyaları incelemelerinin önünde engeller oluşturulmuştu. Bu durum da 6. maddeye aykırıydı. AİHM Öcalan; bağımsız ve tarafsız olmayan bir mahmeke tarafından yargılanmadı, yargılanması da adil olmadı diyordu. Son yıllarda AİHMnin 6. maddede çok kez ihlal hükmünde bulunması sonrası Avrupa devletlerinde yargının yenilenmesine ilişkin yeni bir uygulama başlamıştı. Avrupa hukukunda birçok kişinin gözünden kaçan bu gelişme Öcalan kararının çıktığı gün kulislerde konuşuldu, ancak gündem yaratmadı. Kararın çıktığı gün Avrupa Konseyi koridorlarında Bu karar Büyük Daireye gitse de değişmez, Türkiye Öcalanı yeniden yargılamak zorunda kalacak söylentileri yayılacaktı. ÖLÜM CEZASI KÖTÜ MUAMELE AİHM kararı adil yargılamayla bitmiyordu. Öcalan hakkında hümedilen ölüm cezasına da mahkeme ilginç ve pek de beklenmedik bir yorum getirecekti. AİHMye göre, Öcalan bağımsız ve tarafsız olmayan bir mahkeme tarafından ölüm cezasına mahkum edilmişti. Türk hükümeti, Strasbourga ilettiği savunmalarda ölüm cezasının AİHSde öngörüldüğünü söylüyordu. Bu doğruydu. Ancak AİHMye göre Avrupa genelinde ölüm cezasıyla ilgili pratikteki uygulama değişiyordu. Avrupa devletleri Avrupa kıtasını ölüm cezasından arındırılmış bir hukuksal alan yapmak niyetindeydiler. Gerek AİHM gerekse uluslararası diğer yargı organlarının içtihatlarında adil yargılanmadan ölüm cezasına mahkum edilen bir bireyin infazına izin verilmiyordu. AİHMnin Ankarayı şaşırtan ve öfkelendiren yorumuna göre, Anayasa Mahkemesinin ölüm cezasını kaldıran yasayı onayladığı 27 Aralık 2002 tarihine kadar Öcalanın infaz riski hâlâ mevcuttu. Öcalan uzun süre bu mahkumiyetin sonuçlarına katlanmak zorunda bırakılmıştı. AİHMye göre bu durum bir tür kötü muameleydi ve AİHSnin işkence ve kötü muameleyle ilgili 3. maddesi ihlal edilmişti. AİHM Öcalanın AİHSnin özgürlük ve güvenlik hakkıyla ilgili 5. maddesinden kaynaklanan haklarının ihlal edildiği sonucuna da varacaktı. Öcalan Türkiyeye getirildiğinde en kısa sürede yargıç önüne çıkarılmamış, avukatlarıyla görüşmesine engel olunmuş ve gözaltı süresi yasal çerçeveyi aşmıştı. Bu nedenlerle 5. maddenin 3. ve 4. bendleri ihlal edilmişti. Ankaranın bu konularla ilgili tüm tezleri çökmüştü.Bu tezlerin çürümesi adil yargılama yapılmadığına ilişkin 6. maddeyle doğrudan bağlantılıydı. Adil yargılama yapılmadığına ilişkin AİHM kararının değişmeyeceğinin de adeta göstergesiydi. AİHM APOYU ÖFKELENDİRDİ AİHM kararında Ankarayı olduğu kadar Abdullah Öcalanı da sinirlendiren ve çileden çıkaran unsurlar yer alacaktı. Öcalan, avukatları ve genel olarak PKK ve yan örgütleri, Kenyada olup bitenlerin bir komplo olduğunun AİHM tarafından belgelenmesini ve ortaya çıkarılmasını istiyorlardı. AİHMdeki dava Öcalanın avukatları tarafından başlangıçta iki temel strateji üzerine kurulmuştu : infazı durdurmak ve Öcalanın Kenyada Türk makamlarına teslim edilmesini uluslararası bişr komplo olduğunu tescil ettirmek. AİHM Öcalanın avukatlarının bu konudaki tezlerinin hiçbirine olumlu yanıt vermedi. Strasbourg yargıçlarına göre ortada komplo yoktu. Öcalan, Türk hükümetiyle Kenyalı makamlar arasındaki bir anlaşma sonucu Ankaraya Nairobi havalimanının uluslararası bölümünde teslim edilmişti. APOYA KARŞI ÇAKAL CARLOS Türk hükümeti davanın bu bölümüne ilişkin savunmasında Öcalanı Çakal Karlosla vurmuştu. Gerçek adı İlyiç Sançez Ramirez olan Çakal Karlosun Sudanın kendisini Fransaya iade etmesini protesto amacıyla AİHMde Parise karşı açtığı dava Parisin lehine sonuçlanmıştı. Ankara, Nairobi ile Öcalan konusundaki anlaşmasının Çakal Karlos konusunda Fransa ile Sudan arasındaki işbirliğiyle benzerlik taşıdığını söylemişti. Çakal Karlos kararı Ankaranın çok işine yaradı. AİHM bu kararı temel alarak, Kenyanın Nairobide Öcalanı Türk güvenlik güçlerine teslim etmesinin uluslararası hukuka aykırı olmadığı sonucuna vardı. AİHMye göre Türkiyenin Kenyanın ulusal egemenliğini ihlal ettiğine dair hiçbir somut kanıt da yoktu. Kenya olayı protesto etmemiş, esasen Öcalanı yasadışı yollardan ülkeye soktuğu için Atinaya yüklenmiş ve Atinadan büyükelçisini geri çekmesini istemişti. Davanın bu bölümünü Ankara kazanıyordu. APODAN AİHMYE SİTEM AİHM kararının bu yönü Öcalan ve avukatları için tam bir hayal kırıklığı oldu. Öcalan daha sonraları İmralıdan AİHM yargıçlarına göndereceği bir mektupta bu karara sitem edecek ve AİHMyi kararı düzeltmediği takdirde komplonun işbirlikçisi ilan etmekle tehdit edecekti. AİHM kararınıda Öcalan tarafının kaybettiği ve gözden kaçan bir unsur da makheme masrafları konusuydu. Öcalan, Türkiyeden maddi veya manevi tazminat talebinde bulunmuyordu. Ancak Türkiye dışındaki 7 avukatı, onların 3 stajyeri ve Türkiyedeki 7 avukatı için toplam 1 milyon 190 bin 115 Euro mahkeme masrafı talebinde bulunmuştu. Bu rakamın 739 bin 719 Euroluk bölümü İngilteredeki hukukçular için, geri kalanı ise Türkiyedeki hukukçular için talep ediliyordu. Sadece Türkiyedeki avukatlardan Hasip Kaplan kendi masrafları için 62 bin 972 Euro istiyordu. AİHM bu rakamları olağanüstü aşırı buldu. Hatta rakamlar AİHM kulislerinde Dalga geçiyorlar galiba yorumlarına neden olacaktı. Talep edilen rakamlar kimi AİHM yargıçlarını dahi güldürecekti. AİHM, talep edilen rakamın ne denli abartılı olduğunu kararındaki Mahkemeye göre ihlal tespitine yol açan tezleri savunmak için bu kadar çok sayıda temsilciye hiç de gerek yoktu ifadeleriyle dile getirecekti. Strasbourg yargıçları sonuç olarak Öcalanın avukatlarına talep ettikleri miktarın yüzde 10unu bile vermeyecekti. Ankara Öcalanın Türk ve İngiliz avukatlarına toplam 100 bin Euro mahkeme masrafı ödemekle cezalandırılacaktı. Karar ne Ankara ne de Öcalanın avukatlarını tatmin etmemişti. Ankara adil yagılanmadı hükmüne sinirlenmiş, Öcalan tarafı ise çok bel bağladığı komplo teorisi gün ışığına çıkarılmadığı için küplere binmişti. Taraflar bu kararı ayrı ayrı AİHMnin temyiz organı olarak da anılan Büyük Daireye götürme kararı alıp davayı uzatacaklardı. | ||||
İsrail hücum botu Gazze kıyısını vurdu | |||
|
|||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||
Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler | Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||||||||||||