Home page
Haber Menüsü


 
Apo’nun AİHM serüveni (3)
 
Ankara’nın Büyük Daire’ye itirazıyla birlikte artık Strasbourg’da “Öcalan davası” olarak adlandırılan davanın esastan görülmesine gerçek anlamda başlanmış, tarafların AİHM yargıçlarını etkileme savaşına start verilmişti.
 
NTV-MSNBC
 
11 Mayıs 2005 —  Mahkemeye her iki taraftan da binlerce sayfalık belgeler yağmaya başladı.

   
 
       
    Internet Sites Fotoğraflarla dünyada geçen hafta
MSNBC News Apo'nun AİHM serüveni (1)
MSNBC News Apo'nun AİHM serüveni (2)
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Öcalan’ın avukatları bu süreçte önceliği, duruşmada da olduğu gibi ölüm cezası, Kenya’dan “kaçırılış” ve adil yargı konularına verdiler. Ankara infazı askıya aldığını bildirmiş olsa da, Öcalan’ın “ölüm koridorunda” (death row phenomenon) bekletiliyor olmasını ön plana çıkardılar. Hatta dünyada ilk kalp nakli ameliyatını gerçekleştiren Güney Afrikalı doktor Chris Barnard’ın asarak adam öldürmenin ne derece insanlık dışı olduğuna dair bilimsel çalışmalarını dava dosyasına belge olarak sundular.
İngiliz avukatlar hem Avrupa hem de Commonwealth hukuku deneyimlerini silah olarak kullanmak niyetindeydiler. İngiliz hukuk ekolüyle kıta Avrupası hukuk ekolünün bir nevi bileşimi olan AİHM’deki bazı yargıçların bu tür örneklere duyarlı oldukları herkesin bildiği bir gerçekti.
İngiliz avukatların en ilginç iddia ve talepleri ise hiç şüphesiz Kenya’dan “kaçırılış” konusu üzerineydi. Burada Türk hükümetinin “Öcalan Kenya makamlarıyla işbirliği içinde yakalandı” tezine karşı bir uluslararası komplodan söz ediliyordu. Hem de bu komplonun “tanıklarının” isimleri verilerek.

APO’NUN İNTİKAM ÇIĞLIĞI
“Satıldığını” haykırmaya çalışan Öcalan bu kişi ve ülkelerin bilinmesi için adeta çırpınıyordu. Listede kimler yoktu ki : Öcalan’ın kendisi, Bülent Ecevit, ABD’nin o dönemki başkanı Bill Clinton’ın özel danışmanı Anthony Blinken, ABD’nin o dönemki Atina büyükelçisi Nicholas Burns, dönemin İtalya başbakanı Massimo d’Alema, dışişleri bakanı Umberto Ranieri, D’Alema tarafından Öcalan’la temasta bulunmak için görevlendirilmiş olan temsilciler Roberto Quillo, Nicola Terro ve Marco Mintini, Öcalan’a vaatlerde bulunup bunları sonradan unutan çok sayıda İtalyan parlamenter, o dönem Rusya başbakanı olan Yevgeni Primakov, bazı PKK yönetici ve temsilcileri, vs...
Listenin en renkli bölümünü ise Yunan politikacı ve gizli servis ajanları oluşturuyordu. Abdullah Öcalan en çok Atina’ya ve Yunanistan’daki “eski dostlarına” ateş püskürüyordu. Bunların başında dönemin Yunanistan dışişleri bakanı Teodoros Pangalos geliyordu. Listede Yunanistan’ın Kenya büyükelçisi Kustalas, Yunan donanmasından emekli amiral Naksakis, Yunan istihbarat şeflerinden havacı subay Stavrakakis, Kenya’ya yolculuğu sırasında Öcalan’a eşlik eden Yunan istihbarat subayı yüzbaşı Kalenderis ve Öcalan’ı Kenya’da “ziyaret” eden Yunan hukukçu Krandiotis gibi şahsiyetlerin isimleri AİHM’deki Öcalan davasında “tanık” olarak dinlenmek üzere Strasbourg’a iletildi. Öcalan’ın avukatları yukarıdaki tüm isimlerin “komplonun bir parçası” olduğunu ileri sürüyor ve mahkeme tarafından ifadelerinin alınmasını istiyorlardı.
AİHM’ye sunulan belgelere göre, İtalya’dan sığınma izni koparamayan Öcalan Yunan istihbaratından amiral Naksakis ile birlikte Rusya’nın Saint-Petersburg kentine uçmuştu. Naksakis, Öcalan yakalandıktan aylar sonra yapacağı açıklamalarda eski başbakan Simitis ile Pangalos’un PKK liderinin attığı her adımdan haberdar olduklarını itiraf edecekti. Rus yetkililer Öcalan’ı Saint-Petersburg’da Romanya’ya gitmesi konusunda ikna etmeye çalışmışlardı. Ancak amiral Naksakis, Bükreş’in o dönem bazı PKK üyelerini Ankara’ya iade politikasını gerekçe göstererek Rusya’nın önerisine karşı çıktı.
Aynı belgelere göre, Öcalan, Ruslar ve Yunan hükümeti arasında Saint-Petersburg’dan Atina’ya gidilmesi konusunda anlaşmaya varıldı. Ancak Atina’ya gelindiğinde Yunan istihbaratı Öcalan’a Yunan topraklarında kalamayacağını söyleyecek ve Kenya’daki Yunan elçiliğine gitmesini önerecekti. Oradan da Güney Afrika Cumhuriyeti’ne geçilmesi söz konusuydu. Öcalan Kenya’daki Yunan elçiliğinde Atina’ya iltica başvurusunda bulundu. Amiral Naksakis ve hukukçu Krandiotis tarafından doğrulanan bu başvurunun hiçbir zaman işleme konulmadığı ise sonradan ortaya çıkacaktı.

‘KAHPE ATHENA’
Yunanistan’ı affetmeyen ve “cezalandırmak” isteyen Abdullah Öcalan 2004 yılında AİHM’ye göndereceği bir mektupta, “kendisini satan Athena kahpesinin oynadığı oyunu” şu ifadelerle dile getirecekti: “Atina’da beni karşılayan gerçek dost insanlar değil, ünlü Troya kahramanı Hektor’u doğru olmayan savaşa çeken erkeklerin tanrısı Zeus’un anlından yaratılmış mitolojik Athena kahpesi oldu. Beni öldürücü bir saha içinde tüm kâr zihniyetli uygarlık güçleri ile savaşa zorladı. Karşılığında ise güya Troya’yı (Anadolu) ve Kıbrıs’ı alacaktı. Veya en azından bu yönlü bir politika doğacaktı.... Tarihte çok ünlü olan ve hem İskender hem Napolyon’da dile getirilen Athena hilekarlığından beslenmiş Yunan devlet geleneği karşısında Ortadoğu bilgeliği ve yiğitliği ne yapabilirdi?”.
Öcalan öfkeliydi. AİHM yargıçlarının davanın bu boyutunu görmezden gelmesine dayanamıyordu. Davanın temyiz sürecinde Atina ve Roma’nın “kendisini sattığını” görmemekte ısrar etmelerine dayanamayıp onları da “komploya alet olmakla” suçlayacak, hatta tehdit edecekti. Bu davada Türkiye’yi “maşa” olarak görüyor, gerçek sorumluların ABD, Yunanistan ve İtalya olduğunu düşünüyordu. En azından avukatlarının AİHM’ye ilettikleri belgelerden bu sonuç çıkıyordu.
Türkiye’de DGM ve Yargıtay önündeki süreçte adil yargı yapılmadığı da Öcalan’ın avukatlarının ana iddialarının başında geliyordu. Avukatlar; Bülent Ecevit, Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz ve Devlet Bahçeli gibi liderlerin verdikleri beyanlarla davaya “müdahale” ettiklerini ileri sürdüler. Öcalan ile görüşmelerinin engellendiği, davaya hazırlık için yeterli zaman verilmediği ve bazı avukatların saldırıya uğradığı tezlerini de işlediler.
Sonuç olarak da AİHM’ye 3 “çözüm” önerisinde bulundular. Bunlardan birincisinde; AİHM’nin, Türkiye’nin ölüm cezasını infaz etmemesi gerektiğine, Öcalan’ı serbest bırakmasına ve Kenya, İtalya ya da arzulayacağı bir diğer üçüncü ülkeye gitmesine izin vermesine hükmeden bir karar alması öneriliyordu.
İkinci öneride ise Öcalan’ın bir AB ülkesinde kurulacak uluslararası özel bir mahkemeye sevkine hükmedilmesi isteniyordu.
Üçüncü öneri daha da kapsamlıydı. AİHM’den; Öcalan’ın idam edilmemesi, hakkındaki suçların geri çekilmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi çerçevesinde yeniden yargılanması, tutukluluk koşullarının düzeltilip tecridine son verilmesi, Türkiye’nin terörle mücadele yasası ile DGM’lerin yapısını Avrupa normlarıyla uyumlu hale getirmesi, davanın Büyük Daire’ye sevk edilmesi ve yeni bulgular için Strasbourg veya Türkiye’de yeni bir duruşma düzenlenmesi yönünde karar alması talep ediliyordu.

ANKARA: NAIROBI İLE ANLAŞTIK
Ankara tüm bu iddialara 1 Ekim 2001 tarihinde Strasbourg’a ilettiği savunmasında yanıt verecekti. Türk hükümeti her şeyden önce Öcalan’ın kendisine Kenya tarafından “iade” edildiğini söylüyordu. Buna örnek olarak da Bolivya’nın Nazi savaş suçlusu Klaus Barbie’yi Fransa’ya iki ülke arasında ikili sözleşme olmasa da normal iade prosedürüyle iade etmiş olmasını gösteriyordu. Barbie 1987 yılında AİHM’de bu nedenle Fransa’ya karşı açtığı davayı kaybetmişti.
Ankara’nın Kenya versiyonu ise Öcalan’ın avukatlarınınkinin tam tersiydi. Nairobi’deki Yunan elçiliğinden çıktıktan sonra Öcalan’ın Kenya polisinin aracına binmesini Kenyalı yetkililer istemiş, Öcalan da kabul etmişti. Türk ve Kenya hükümetleri arasında varılan anlaşma çerçevesinde Öcalan bu yolla Kenya’dan çıkartılıp Türkiye’ye getirilmişti.
Ankara’ya göre, Kenyalı yetkililer politik nedenlerden ötürü yorum yapmıyor, ancak hiçbir protestoda da bulunmuyorlardı, bu da Kenya’nın ulusal egemenliğine aykırı davranılmadığının açık kanıtıydı. Türk güvenlik güçlerinin yasadışı hareket ettiklerine dair hiçbir bulgu yoktu. Öcalan’ın Türk mahkemelerine verdiği ifadeler bu tezi destekler yöndeydi. Öcalan hakkında Yunanistan’da oluşturulan özel komisyonun bulguları da Yunan hükümetinin Öcalan’ın iadesiyle görüş birliği içinde olduğunu gösteriyordu.
Öcalan’ın avukatları AİHM’ye işkence ve kötü muamele şikayetinde de bulundular. Bu şikayetlere göre Öcalan Kenya’dan Türkiye’ye getirilirken kötü muamele görmüştü. Öcalan’a uyuşturucu verilmiş, elleri kelepçelenmiş, gözleri bantlanmıştı. Üstelik tüm bu görüntüler bilinçli biçimde TV kanallarında yayımlanmıştı. Avukatlara göre tüm bunlar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin işkence ve kötü muameleyle ilgili 3. maddesine aykırıydı.
Ankara elbette aynı görüşte değildi. Kelepçe hem geçerli hem de gerekliydi. Öcalan’ın gözlerinin bağlanmasındaki amaç da kendisine eşlik eden güvenlik güçlerinin kimliklerini koruma kaygısındandı. Çok sayıda kişinin maske taşıması yerine tek bir kişinin gözlerinin bağlanması daha mantıklıydı. Gözleri bağlanarak Öcalan’ın olası bir intihar girişimi de engellenmiş oluyordu. Türkiye’ye getiriliş görüntülerinin TV kanallarında yayımlanması konusunda ise Ankara’nın yanıtı basitti : söz konusu görüntüler polis arşivleri için polis tarafından çekilmiş, medyaya dağıtımları önceden planlanmamıştı. Türk medyası görüntüleri “kendi imkanlarıyla” elde etmişti.

TBKP ÖRNEĞİ
Ankara, Öcalan’ın Türkiye’ye getirildiğinde elleri kelepçeli, gözleri bağlı olmasını eleştiren davacı avukatlarına ilginç bir örnekle yanıt verecekti. Öcalan’ın avkatları, eski TBKP (Türkiye Birleşik Komünist Partisi) liderleri Haydar Kutlu ile Nihat Sargın’ın 90’lı yılların başlarında Türkiye’ye geldiklerinde ne ellerinin kelepçelendiğini ne de gözlerinin bağlandığını belirterek Öcalan’a ayrımcılık ve kötü muamele yapıldığını savunmuşlardı. Ankara bu iddiayı, “Kutlu ve Sargın eğitim sahibi ve medeni insanlar olduklarından etraflarındaki polis ve güvenlik güçleri için herhangi bir tehdit oluşturmuyorlardı. Oysa Abdullah Öcalan’ın durumu farklıdır. Kendisi çaplı terör eylemlerine imza atmış bir terör örgütünün lideridir” ifadeleriyle yanıtladı. Birkaç yıl önce AİHM’de TBKP liderlerinin açtığı davayı kaybeden Ankara’nın bu tavrı TBKP davasını karara bağlayan AİHM yargıçlarının dikkatinden kaçmayacaktı.
Ankara’nın adil yargı konusundaki iddialara yanıtları da ilginçti. Türk hükümetinin savunmasında AİHM’nin askeri hakim konusundaki içtihatı göz önüne alınarak DGM’lerin yapısında değişikliğe gidildiği açıkça belirtilecek, DGM’lerde askeri hakimin bulunmasının askeri liderlerin 1983 yılında demokratik yollarla seçilen parlamentoya hükümet görevini iade etmesi karşılığında varılan bir uzlaşının sonucu olduğu itiraf edilecekti.
Türkiye’nin avukatları Abdullah Öcalan’ın DGM’nin yargı yetkisini tanıdığını hatırlatacak, bu nedenle yargının adil olduğu tezini de işleyeceklerdi. Ankara’nın bu konudaki bir diğer dayanağı da bazı AB ülkelerindeki uygulamalar olacaktı. Ankara’ya göre Fransa, Almanya, Avusturya ve İspanya gibi ülkelerde ulusal ceza prosedürleri yargı esnasında yargıç değiştirilmesine ve yedek bir yargıcın asil hale gelmesine imkan tanımaktaydı. Türkiye’ye bu hakkı reddetmek söz konusu ülkelerin yasal sistemlerini sorgulamak anlamına gelecekti.

17 BİN SAYFAYA 36 GÜN
Öcalan’ın avukatları dava dosyalarını incelemek için kendilerine yeterli zaman verilmediğinden de şikayetçiydiler. Ankara aynı görüşte değildi. Türk hükümetinin avukatları dava dosyalarının 87 cilt ve 17 bin sayfadan oluştuğunu doğruluyordu. Ancak bu ciltlerden 85’inin savunmanın bilgisi dahilinde ek belgeler olduğunu söylüyorlardı. Avukatlara savunmaları için verilen süre yeterliydi. Abdullah Öcalan’ın Türkiye’deki 12 avukatına dosyalar üzerinde çalışmaları için 36 gün verilmişti.
Davacılar arasındaki tez çürütme yarışında 2002 yılının ikinci yarısına gelindiğinde AİHM açısından yeterli belge ve sav oluşmuştu. Mahkeme artık karar sürecine girmeye başlayabilirdi. Türkiye bu arada AB üyeliği yolunda reformlar gerçekleştirmeye başlamış, seçim geçirerek iktidarı değişmiş ve Aralık 2002’de Kopenhag’da yapılacak AB Konseyi zirvesine kilitlenmişti. Öcalan’ın avukatları da bu zirve öncesi AİHM’den bir karar çıkarma hesapları yapıyorlardı. Bu hesaplar tutmayacak, AİHM 1.Dairesi Öcalan davasındaki kararını 2003 yılı Mart ayına saklayacaktı.
Aralık 2002’de Kopenhag’da yapılan AB Konseyi zirvesi geçmiş, Türkiye’nin bu zirve öncesi yaşadığı gerginlik sona ermiş, Ankara beklediği gibi olmasa da yeni bir AB perspektifine kavuşmuştu. Öcalan’ın avukatlarının AİHM kararının Kopenhag zirvesi öncesi açıklanması beklentileri sonuç bulmamıştı.
AİHM’de davaya bakan 1. Daire Öcalan konusundaki karar için Kopenhag zirvesi öncesi 26 Şubat 2002 tarihinde bir oturum düzenlemişti. Karar için kapsamlı oturumlar ise 2003 yılının 22 Ocak ve 10 Şubat günleri düzenlenecekti. Davayı ilk aşamada inceleyen AİHM’deki Türk hukukçular raporlarını çoktan hazırlamışlar, alternatif kararlar sunmuşlardı.
Davaya resmi olarak 1. Daire’nin 7 yargıcı bakıyordu. Ancak dava AİHM açısından o kadar önemliydi ki mahkemenin diğer tüm yargıçları da davaya bakan meslektaşlarıyla bu konuda gayrı resmi ve daimi kontak halindeydiler. Kaldı ki AİHM’nin tüm yargıçları Strasbourg’da aynı bina içinde çalışıyorlardı ve birbirlerini günün her saatinde görme imkanına sahiptiler. Ayrıca 1. Daire daha Öcalan’ın başvurusunun kabul edilebilirliği aşamasında konuyu olağanüstü politik boyutu nedeniyle Büyük Daire’ye paslamak istemiş, fakat Türk hükümetinin itirazına toslamıştı.
1. Daire’nin 10 Şubat oturumu sonrasında kararın nihai yazımına geçildi. Karar 12 Mart 2003 tarihinde açıklanacaktı. Kararın pek de Ankara’yı tatmin eder yönde olmayacağı yaklaşık bir ay öncesinden kulislere sızmıştı. Bu söylentilerden Türkiye’nin Strasbourg’daki Avrupa Konseyi daimi temsilciliği de haberdardı. Ankara, DGM’lerin statüsünde yaptığı değişiklik ve ölüm cezasını kaldırmakla dev adımlar attığını düşünüyor, bu adımların AİHM tarafından takdirle karşılanacağını umuyordu.
Ankara hüsrana uğrayacaktı.

‘ÖCALAN ADİL YARGILANMADI’
DGM’lerin statüsündeki değişikliğe rağmen AİHM Öcalan davasında Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) adil yargılanmayla ilgili 6. maddesi, özgürlük ve güvenlik hakkıyla ilgili 5. maddesi ve işkence ve kötü muamele yasağıyla ilgili 3. maddesini ihlal ettiğini duyuracaktı.
AİHM’ye göre DGM’lerin statüsündeki değişiklik adil bir yargı için yeterli değildi. İçinde askeri hakim bulunan DGM’ler son birkaç yıldır AİHM tarafından “bağımsız ve tarafsız olmayan yargı organı” olarak tanımlanıyordu. Bu tanımlama askeri hakimli DGM tarafından mahkum edilmiş tüm şikayetçiler için bir emsaldi. AİHM’ye göre, DGM’de askeri hakimin sivil bir meslektaşıyla görev değişimi yapması için geç kalınmıştı. Ama asıl önemli olan sivil bir hakimin ne zaman davaya girdiği değil, ilke olarak bir askerin sivilleri yargılayan yargı organı içinde yer alamayacağıydı. Sonuç olarak askeri hakimli DGM bağımsız ve tarafsız olamazdı ve bu durum Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin 1. bendine aykırıydı.
Mahkemenin adil yargıyla ilgili ihlal tespitleri burada bitmiyordu. Abdullah Öcalan Türkiye’ye getirildiğinde uzun süre avukatlarıyla görüştürülmemişti. Dahası, avukatların Öcalan’la görüşmelerine güvenlik güçleri de katılmıştı, ya da en azından “kulak misafiri” olmuştu. AİHM’ye göre avukatların müvekkilleriyle serbestçe görüşebilmeleri demokratik toplumlarda olmazsa olmaz bir şarttı. AİHS’nin 6. maddesinin 3. bendi ihlal edilmişti.
AİHM’ye göre avukatlara davaya hazırlanmak için yeterli süre de tanınmamıştı. Avukatların Öcalan’la görüşme sayı ve süresi sınırlanmış, davayla ilgili tüm dosyaları incelemelerinin önünde engeller oluşturulmuştu. Bu durum da 6. maddeye aykırıydı.
AİHM “Öcalan; bağımsız ve tarafsız olmayan bir mahmeke tarafından yargılanmadı, yargılanması da adil olmadı” diyordu. Son yıllarda AİHM’nin 6. maddede çok kez ihlal hükmünde bulunması sonrası Avrupa devletlerinde yargının yenilenmesine ilişkin yeni bir uygulama başlamıştı. Avrupa hukukunda birçok kişinin gözünden kaçan bu gelişme Öcalan kararının çıktığı gün kulislerde konuşuldu, ancak gündem yaratmadı. Kararın çıktığı gün Avrupa Konseyi koridorlarında “Bu karar Büyük Daire’ye gitse de değişmez, Türkiye Öcalan’ı yeniden yargılamak zorunda kalacak” söylentileri yayılacaktı.

ÖLÜM CEZASI KÖTÜ MUAMELE
AİHM kararı adil yargılamayla bitmiyordu. Öcalan hakkında hümedilen ölüm cezasına da mahkeme ilginç ve pek de beklenmedik bir yorum getirecekti. AİHM’ye göre, Öcalan bağımsız ve tarafsız olmayan bir mahkeme tarafından ölüm cezasına mahkum edilmişti. Türk hükümeti, Strasbourg’a ilettiği savunmalarda ölüm cezasının AİHS’de öngörüldüğünü söylüyordu. Bu doğruydu. Ancak AİHM’ye göre Avrupa genelinde ölüm cezasıyla ilgili pratikteki uygulama değişiyordu. Avrupa devletleri Avrupa kıtasını ölüm cezasından arındırılmış bir hukuksal alan yapmak niyetindeydiler. Gerek AİHM gerekse uluslararası diğer yargı organlarının içtihatlarında adil yargılanmadan ölüm cezasına mahkum edilen bir bireyin infazına izin verilmiyordu.
AİHM’nin Ankara’yı şaşırtan ve öfkelendiren yorumuna göre, Anayasa Mahkemesi’nin ölüm cezasını kaldıran yasayı onayladığı 27 Aralık 2002 tarihine kadar Öcalan’ın infaz riski hâlâ mevcuttu. Öcalan uzun süre bu mahkumiyetin “sonuçlarına katlanmak” zorunda bırakılmıştı. AİHM’ye göre bu durum bir tür kötü muameleydi ve AİHS’nin işkence ve kötü muameleyle ilgili 3. maddesi ihlal edilmişti.
AİHM Öcalan’ın AİHS’nin özgürlük ve güvenlik hakkıyla ilgili 5. maddesinden kaynaklanan haklarının ihlal edildiği sonucuna da varacaktı. Öcalan Türkiye’ye getirildiğinde en kısa sürede yargıç önüne çıkarılmamış, avukatlarıyla görüşmesine engel olunmuş ve gözaltı süresi yasal çerçeveyi aşmıştı. Bu nedenlerle 5. maddenin 3. ve 4. bendleri ihlal edilmişti. Ankara’nın bu konularla ilgili tüm tezleri çökmüştü.Bu tezlerin çürümesi adil yargılama yapılmadığına ilişkin 6. maddeyle doğrudan bağlantılıydı. Adil yargılama yapılmadığına ilişkin AİHM kararının değişmeyeceğinin de adeta göstergesiydi.

AİHM APO’YU ÖFKELENDİRDİ
AİHM kararında Ankara’yı olduğu kadar Abdullah Öcalan’ı da sinirlendiren ve çileden çıkaran unsurlar yer alacaktı. Öcalan, avukatları ve genel olarak PKK ve yan örgütleri, Kenya’da olup bitenlerin bir “komplo” olduğunun AİHM tarafından belgelenmesini ve “ortaya çıkarılmasını” istiyorlardı. AİHM’deki dava Öcalan’ın avukatları tarafından başlangıçta iki temel strateji üzerine kurulmuştu : infazı durdurmak ve Öcalan’ın Kenya’da Türk makamlarına teslim edilmesini “uluslararası bişr komplo” olduğunu tescil ettirmek.
AİHM Öcalan’ın avukatlarının bu konudaki tezlerinin hiçbirine olumlu yanıt vermedi. Strasbourg yargıçlarına göre ortada komplo yoktu. Öcalan, Türk hükümetiyle Kenyalı makamlar arasındaki bir anlaşma sonucu Ankara’ya Nairobi havalimanının uluslararası bölümünde teslim edilmişti.

APO’YA KARŞI ÇAKAL CARLOS
Türk hükümeti davanın bu bölümüne ilişkin savunmasında Öcalan’ı Çakal Karlos’la vurmuştu. Gerçek adı İlyiç Sançez Ramirez olan “Çakal Karlos”un Sudan’ın kendisini Fransa’ya iade etmesini protesto amacıyla AİHM’de Paris’e karşı açtığı dava Paris’in lehine sonuçlanmıştı. Ankara, Nairobi ile Öcalan konusundaki anlaşmasının Çakal Karlos konusunda Fransa ile Sudan arasındaki işbirliğiyle benzerlik taşıdığını söylemişti. Çakal Karlos kararı Ankara’nın çok işine yaradı. AİHM bu kararı temel alarak, Kenya’nın Nairobi’de Öcalan’ı Türk güvenlik güçlerine teslim etmesinin uluslararası hukuka aykırı olmadığı sonucuna vardı.
AİHM’ye göre Türkiye’nin Kenya’nın ulusal egemenliğini ihlal ettiğine dair hiçbir somut kanıt da yoktu. Kenya olayı protesto etmemiş, esasen Öcalan’ı yasadışı yollardan ülkeye soktuğu için Atina’ya yüklenmiş ve Atina’dan büyükelçisini geri çekmesini istemişti. Davanın bu bölümünü Ankara kazanıyordu.

APO’DAN AİHM’YE SİTEM
AİHM kararının bu yönü Öcalan ve avukatları için tam bir hayal kırıklığı oldu. Öcalan daha sonraları İmralı’dan AİHM yargıçlarına göndereceği bir mektupta bu karara sitem edecek ve AİHM’yi “kararı düzeltmediği takdirde komplonun işbirlikçisi ilan etmekle” tehdit edecekti.
AİHM kararınıda Öcalan tarafının kaybettiği ve gözden kaçan bir unsur da makheme masrafları konusuydu. Öcalan, Türkiye’den maddi veya manevi tazminat talebinde bulunmuyordu. Ancak Türkiye dışındaki 7 avukatı, onların 3 stajyeri ve Türkiye’deki 7 avukatı için toplam 1 milyon 190 bin 115 Euro mahkeme masrafı talebinde bulunmuştu. Bu rakamın 739 bin 719 Euro’luk bölümü İngiltere’deki hukukçular için, geri kalanı ise Türkiye’deki hukukçular için talep ediliyordu. Sadece Türkiye’deki avukatlardan Hasip Kaplan kendi masrafları için 62 bin 972 Euro istiyordu.
AİHM bu rakamları olağanüstü aşırı buldu. Hatta rakamlar AİHM kulislerinde “Dalga geçiyorlar galiba” yorumlarına neden olacaktı. Talep edilen rakamlar kimi AİHM yargıçlarını dahi güldürecekti. AİHM, talep edilen rakamın ne denli abartılı olduğunu kararındaki “Mahkemeye göre ihlal tespitine yol açan tezleri savunmak için bu kadar çok sayıda temsilciye hiç de gerek yoktu” ifadeleriyle dile getirecekti. Strasbourg yargıçları sonuç olarak Öcalan’ın avukatlarına talep ettikleri miktarın yüzde 10’unu bile vermeyecekti. Ankara Öcalan’ın Türk ve İngiliz avukatlarına toplam 100 bin Euro mahkeme masrafı ödemekle cezalandırılacaktı.
Karar ne Ankara ne de Öcalan’ın avukatlarını tatmin etmemişti. Ankara “adil yagılanmadı” hükmüne sinirlenmiş, Öcalan tarafı ise çok bel bağladığı “komplo teorisi” gün ışığına çıkarılmadığı için küplere binmişti. Taraflar bu kararı ayrı ayrı AİHM’nin temyiz organı olarak da anılan Büyük Daire’ye götürme kararı alıp davayı uzatacaklardı.
 
       
    TOP5 İsrail hücum botu Gazze kıyısını vurdu  
     
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları