Home page

Haber Menüsü


Yazara e-mail atmak için resmin üzerine tıklayın.
 
Komşu, İsveç’e fazla dayanamadı
 
İkisi de buraya grup birincisi olarak gelmişler, ikisi de sadece bir kez, o da son maçlarında (işi garantiye aldıktan sonra yani) ve aynı skorla (1-0) yenilmişlerdi.
 
İstanbul
NTV-MSNBC
 
16 Haziran 2004—  C Grubunun ilk maçları birbirinin tam zıttı niteliğindeydi. Birinci maçta İtalya ile Danimarka bırakın skor üstünlüğünü tek gol bile atamadan ayrılınca sahadan, ben de ikincisini, İsveç-Bulgaristan mücadelesini “bari bu maç gollü geçse” diyerek izlemeye koyuldum.

   
 
       
    MSNBC News Kupa tarihinden ilginç anılar
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Daha öncekilerde TV karşısına sadece seyir keyfiyle oturduğumdan, o maçlarda bir sıkıntım olmamıştı. Ama bu kez 90 dakikayı, seyrettikten sonra kaleme alma sevdasıyla da izleyince, “aman akılda tutayım, hatta not da tutayım” falan derken, ayaklarımı uzatıp seyretmek bir yana, ne yediğim kabak çekirdeklerinin tadı tuzu oldu, ne de yanında içtiğim çayın... Allah’tan maçın kendisi gayet keyifliydi.
       Her iki takımda kupanın fazla gediklilerinden sayılmazdı. Bundan önce İsveç üç kez (1964,1992 ve 2000) katılmış, en fazla başarıyı 92’de göstermiş ve çeyrek finale kadar yükselmişti. Bulgarlar ise topu topu ikinci kez katılmış oluyorlardı. Daha öncekinde (96’da) ilk turda veda etmişlerdi.
       İkisi de buraya grup birincisi olarak gelmişler, ikisi de sadece bir kez, o da son maçlarında (işi garantiye aldıktan sonra yani) ve aynı skorla (1-0) yenilmişlerdi.
       Maç hızlı başladı. Spiker de maçın temposuna fazlasıyla ayak (ağız) uydurdu(!). Ne kadar hızlı anlatabiliyordu, anlatamam. Öyle ki, top daha dışarı çıkmadan “korner” diyor, hakikaten kornere gidiyordu, “avut” diyor avut oluyordu. Bir müddet “Vay be! ne öngörülü spiker!” diye düşündüm ama sonra anladım ki, bizim spikerin sesi görüntüden hızlı olabiliyormuş; bu duruma da alıştım.
       İsveç futbolundan hiçbir zaman büyük bir tat ya da haz beklemediğimden, ben yine biraz da bize benzeyen yanlarıyla ve de komşuluklarıyla Bulgarların kazanmasını isterken buldum kendimi. İsveç koşa koşa ve sert ve duygusuz oynayacak, bizim komşu, bir iki estetik hareket çekecek hatta gol ya da goller bile atacaktı... Letchkov’lu, Stoichkov’lu Bulgaristan’la, Dahlin’li, “baby face” Brolin’li İsveç’i karıştırmış mıydım ne?
       Bu İsveç’te rakip takımdan ödünç alınmış gibi bir isme sahip İbrahimovic diye biri ve esmer bir İsveçli olan Larsson falan gibi oyuncular vardı. İsveçliler maç boyu 6-7 kez Brezilya usulü topuk pası bile denediler, hatta bir tanesinde İbrahimovic’in bir topuk pası çok güzel bir gole asist bile oluyordu da birileri son anda ayak koyarak engelledi.
       Bulgarlarda ise otoritelere göre dikkat edilmesi gereken iki isim vardı : Berbatov ile Petrov. Ben ise İstanbulspor’dan ve iyi zamanlarından hatırladığım Zdravkov ile Fenerbahçe’den ve kötü zamanlarından hatırladığım Petkov’a vermiştim göz yoğunluğumu. Kocaelispor’un da formasını giyen, defansın ortasındaki Pazin’i ise pek tanımıyordum.
       Sahi, Fenerbahçe daha geçtiğimiz sezondan ne müthiş bir kadro kurmuş olmalı ki, Bulgaristan milli takımında direkt oynayabilen Petkov, genellikle Daum’un yedek kulübesinden dışarıya pek adım atamıyordu. Maçı anlatan spikere yandan yorum yaparak destek vermekte olan Sayın Üründül, birkaç kez aynı cümleyi sarf ederek bu olayı aydınlığa kavuşturdu: “Zaten Petkov çok ağırdır” diyordu.
       Doğru da söyledi sayılır (sadece “madem ağırdı, o zaman neden alındı?” sorusu yine askıda kaldı); Bulgarlar çizgi halinde ve ofsayt taktiği ile savunma yapmaya çalışırken Petkov gibi ağır adamlar bu konuda risk teşkil ediyordu. Nitekim ilk gol de öyle oldu. Petkov’un önünde oynayan ve ilk yarı ileri geri verimli çalışan Petrov da ikinci yarı yorulunca sol taraf İsveçli Ljungberg ve İbrahimoviç için çok verimli bir koridor olup çıkıyordu.
       Bence genelde daha çağdaş oynayan ve açılan farkın verdiği avantajı oyun disiplininden kopmayarak lehinde tutabilen İsveç, maçı kazanmayı fazlasıyla hak etti ama ortaya konan oyun(lar)a baktığımızda bu kadar açık bir skor farkı hak edildi mi, ondan emin değilim. Maç içinde iki gelişme oldu bu skoru doğuran ve büyüten. Birincisi Bulgar oyuncuların hırslı ve tempolu oyunlarını kesen sarı kartlar vardı ki (17. ve 22. dakikalar arasında) 5 dakika içinde gelişti. Art arda 3 sarı kart yiyen Bulgar defansı (ki Petkov’un kartı gerçekten abartılmış bir cezaydı) topa girişlerde biraz daha ürkek ve ağır davranmaya başladılar. İkincisi ise, ikinci yarı başladığında Jankovic’in kafa şutunun boş köşe yerine direği sıyırarak avuta çıkmasıydı. O pozisyon gol olsa, ikinci yarıya 1-1’le başlansa belki İsveç maçı yine de alırdı ama skoru bu farka taşıması kolay olmazdı.
       Larsson’u unutmamak lazım, maçın 1 saati dolarken 1 dakika içinde birbirinden klas iki gol birden attı ve öylece maçı Bulgarlar açısından normal süreden yarım saat önce bitirmiş oldu. Skoru 2-0’a getiren golü ise özellikle izlenmeye değerdi; soldan ve 30-35 metrelik mesafeden, Edman tarafından yapılan orta ile top havadan süzülerek ceza sahasına doğru alçalmaya başladığında Larsson, bir zamanlama ustası olduğunu göstererek ve adeta uçarak o kadar nefis vurdu ki kafayı, İsveçli futbolseverlerin sevgisine bir kez daha hem de fazlasıyla layık olduğunu gösterdi.
       2 dakika içinde 3-0 yenik duruma düşen Bulgaristan’ın son yarım saatte mucize yaratamayacağı belli idi. Maç boyu çok çalışan ve sürekli Bulgar defansının dengesini bozan İbrahimoviç’e hakem tarafından bir penaltı atışı bahşedildi; o da bunu değerlendirmesini bildi ve 77’de 4-0 oldu ama o da yetmedi. 90. dakikada İsveç’li Allback, bizim “komşu”ya adeta skor tabelasını gösteriyor “al bak 5-0 oldu” diyordu.
       
 
 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları
Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın
Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları