Home page

Haber Menüsü


Yazara mail atmak için resmin üzerine tıklayınız.
 
Can havliyle ‘toplu sünnet-toplu şiddet’
 
Şunu sormalı: Neyin öfkesiyle doluyuz? Gittikçe yoksullaşan bir toplumda, evine ekmek dahi alıp getiremeyen bir erkeğin o ezilmişlik duygusuyla eşini ve çocuklarını dövmesini kabullenmek mi gerekiyor?
 
Utku Erişik
NTV-MSNBC
 
4 Haziran 2004—  Toplu sünnet törenlerinde, ‘kesilme’ sırası gelen çocukların ağzını lokumla doldururlar, bağıramasın diye... Ya da bazen öyle ‘önemli gün ve hafta’ya denk getirilir ki bu törenler, çocukların güçleri yettiğince bağırması istenir; bağırarak söyleyecekleri, çok önceden ezberlettirilmiştir!..

   
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Şair, haberleri izlerken televizyon karşısında deliye döner bir gün... O, kendisine çok yakışan öfkesi, kalemi eline tutuşturur ve bir şiir bas bas bağırır:
       “Yaşasın Cumhuriyet!”
       Kulaklarımızı şiire şimdilik tıkayıp, 1967 yılına gidelim birlikte... O yıl, Sivasspor ile Kayserispor arasında oynanan maçta, Kayseri Şehir Stadyumu’nda çıkan olaylar sonucunda, 40 kişi ölür, 60’ı ağır olmak üzere 600 kişi yaralanır... Bu üzücü olaydan sonra yazılan bir yazının kapısını çalalım; içeri girip okuyabilmek için...
       Ama anlaşılan bizi konuk etmek istemeyen bir yazıyla karşı karşıyayız; çünkü yazının adına baktık yalnızca ve daha girmeden kovulduk mu ne:
       “Goool!.. Ve Defooool!..”
       Yine de her yazının yüreği bir anneninki kadar yufkadır; nasıl ki annelerimiz bize her kızdığında, ‘nasıl olsa affedileceğimizi’ biliyor ve rahatça yapıyorduk her istediğimizi, şimdi gelin hep birlikte girelim yazının kapısından içeri...
       “Orhan, Şeref’e geçirdi; Şeref, Ulvi’ye... Hay sağlıcakla geçiremez olaydın!.. Ulvi hızlandı... Gözünü seveyim, ağırdan al biraz!.. Sanki biz öyle demedik, hâlâ koşturuyor herif!.. Şimdi de tuttu, müsait pozisyondaki Kâmil’e verdi... O, ocağı sönmiyesice de aldı, Faruk’a aşırdı. Sırıtkan Faruk, gine de içli çocuk, ‘Günah benden gitsin!’ dedi, üstünden atladı... Aksiliğe bak sen, top gelip Orhan’ın ayağına çarpmaz mı!.. Allah kahretsin!.. Gooool!.. Millet fırladı yerinden... Taşlar uçuşuyor havada... Şişeler, bıçaklar parladı... Bir kurşun geçti kulağımın dibinden... Bunun böyle olacağı belliydi zaten... Ahmet, Ahmed’e; Mehmet, Mehmed’e; mübalâğa cenk olundu... 40 ölü, 600 yaralı, 60’ı ağır...”
       Bu ölü-yaralı bilançosu tüylerimizi diken diken etmiyor, değil mi? Korkmuyoruz, tiksinmiyoruz, nefret etmiyoruz... Çünkü kanıksadık artık bütün bunları. Zaten, sosyolojik açıdan baktığımızda, asıl korkunç olan; çirkinliklerin, sık sık yinelenmesi sonucu sıradanlaşması, anlamını yitirmesi ve artık ‘çirkin’ olarak görülmemesi... Bir dönem, trafik kazalarına karşı büyük bir duyarlılık vardı bizde; haber bültenleri yurdun dört bir yanından kaza haberleri verir, kafa sallayıp ‘cık cık’layarak izlerdik. Trafik yasası çıktı mı, çıkmadı mı, merak eder; yasa yeterli mi, değil mi, tartışırdık. Şimdi artık o hale geldi ki, ne haberlere konu oluyor, ne de bu konudaki tepkimizi dile getiriyoruz. Oysa, trafik kazaları bütün şiddetiyle hâlâ sürmekte... Aynı örneği, stad teröründe de düşünebiliriz.
       “O, üç tahta parçasının arasından geçip yırtık ağa takılan, bildiğimiz top değil de, başka bir matah sanki!.. Kardaş, Yunan gâvuru mu girdi kalemize, n’oluyorsun yahu!.. Enosis mi ilan edildi, Altıncı Filo topa mı tuttu İzmir’i, ekmeğini mi aldılar elinden, haksız yere işten mi attılar, kundak mı soktular gecekonduna, mütegallibe mi oturdu toprağının üstüne, karını-kızını koltukevine mi kapattılar?.. Ne diye kan bürüyor gözünü böyle?.. Olup olacağı bir ayaktopu maçı, kazansan da olur, kaybetsen de... Yeter ki insanlık haklarına, yurttaşlık onuruna, millî bağımsızlığına kastetmesinler!..”
       Spor haberlerini izlerken televizyonda, spiker ‘stadlarda görmek istemediğimiz görüntüler’ diye başlarsa eğer konuşmasına, hemen anlıyoruz ki, yine kan gövdeyi götürmüş... Deplasman maçlarına giden takımların taraftarlarını taşıyan otobüsler, kentin girişinde durdurulduysa eğer, hemen anlıyoruz ki, yine döner bıçağından maket bıçağına kadar bir yığın kesici alet bulunmuş... Şunu sormalı: Neyin öfkesiyle doluyuz? Gittikçe yoksullaşan bir toplumda, evine ekmek dahi alıp getiremeyen bir erkeğin o ezilmişlik duygusuyla eşini ve çocuklarını dövmesini kabullenmek mi gerekiyor? Aynı adamın, (nerden para bulduysa?) haftasonu maça gidip karşı takıma küfürler savurmasını, ‘stres atmak için’ diye açıklayıp, ses çıkarmamak mı gerekiyor? O halde, lütfen spordaki terörü tartışırken, konuyu ‘taraftarın asıl bağırması gerekenlere bağıramadığı için tribünde küfürler savurduğu’na bağlamayalım artık. Azalan, cebimizdeki para mı, yoksa insanî erdemlerimiz mi?
       Para ve bıçaklardan söz açılınca bakın aklıma ne geldi:
       “Bu paralara bakınca kendi kendime gülümsedim, ‘Ah gözü körolası!’ dedim yüksek sesle, ‘Şimdi neye yararsın? Benim için hiçbir değerin kalmadı, yere eğilip almaya bile değmezsin; şu bıçaklardan biri senin tomarından daha değerlidir. Hiçbir işime yaramazsın, olduğun yerde kal, kurtarılmaya değmez bir yaratık gibi denizin dibini boyla!”
       Paranın insanın karakterinde ve davranışlarında ne kadar önemli(!) bir yeri olduğunu anlatan bu satırların yazarı, yalnızlık adasında avladığı hayvanları pişirip yemek için bıçağa gereksinim duyan Robinson Crusoe’dur!..
       İnsanca ve uygarca davranmak zorunluluğu, varsıllıkta da, yoksullukta da, geçerli ise; ama yine de stada döner bıçaklarıyla gelenlerin sayısı ciddi anlamda yüksek ise, suç kimde?
       “Asıl suç, üç buçuk para babası, kapanık Anadolu illerinde top atmasın, top oynatıp vurgun vursun diye, senin memleketine, Sivas’ına, Kayseri’ne bağlılığını sömürenlerde...”
       Futbol dahil bütün spor dallarında, bizim toplumumuza özgü iyi niyetin ve kardeşlik duygusunun, sömürülmeye-kullanılmaya açık bir ‘temelsizlik’ sorunu yaşadığını düşünürüm hep. Kendisini mantık temeline oturtamamış her duygusallık, sporda da, aşkta da, yaşamın her alanında da, çökmeye mahkûm... Yani, çöken sadece, çıkan arbede sonucu tribünler değil, aynı zamanda ‘körü körüne’ bağladığımız sportif duygusallığımız...
       “Yöneticilerimiz, bu milletin başına göz göre göre ve ‘geliyorum’la belâ geldikçe, ‘Gerekli tedbirler artık alınacaktır!’ diye yaramıza tuz basan yöneticilerimiz, ‘başsağlığı’ demeçleri yolluyorlar sana... Sözüm meclisimizden dışarı, hani elektrik sandalyesinin eşiğinde ‘Son sözün ne?’ diye sormuşlar Amerikalıya, Amerikalı da ‘Bu bana çok iyi bir ders olacak!’ demiş... Bari bizimkiler de, ‘baş’ yerine ‘kafa’ sağlığı demeçleri yollasalar da... Sen de, hafta-sekiz gün-dokuz, yoz alanlarda ‘Goool!’ diye birini vuracak yerde, gelecek seçimlerde kendilerine dört dörtlük bir ‘Defooool!’ çeksen...”
       Bu “Defoool!”un bize söylenmediğini anlamış olmak içimizi rahatlatsa da, aman rahatsız etmeyin bu satırların yazarını; o, bütün dikkatini toplamış, televizyonda gördüğü manzara karşısında buz kesilmiş, sizin tarafınızdan ‘çözülmeyi’ bekliyor çünkü!..
       Kayseri Valisi’nin söylediği türküye geçmeden önce, Gölköy Muhtarı’nın sünnet şöleninde şenlenelim mi biraz?
       Televizyon karşısındaki şairin, elindeki not defterine yazdıklarına gizlice bir göz atalım:
       “gölköy adında bir yer varmış gelibolu’da / televizyonda gösterdiler geçen gün. / gelenek edinmiş köy halkı, / ‘ben kendimi bildim bileli bu böyledir’ / diyor muhtar: / 29 Ekim’de toptan sünnet ederlermiş çocuklarını... // derken ekranda entarili bir çocuk belirdi / kirvesi tutmuş kolundan / yatırdılar bir kamp yatağına, / ardından sünnetçi olacak zat boy gösterdi / elinde bıçağıyla, / çocuk kaldırdı başını, bağırdı: /
       ‘yaşasın cumhuriyet’ diye / bunun üzerine de ekran karardı”
       Ekran karardı; ama şiir bitmedi... “Buraya kadar anlatılanlarda şiire konu olacak ne var?” diyebilirsiniz. Sanatçı olmak böyle bir hüner istiyor işte; hiç kimsenin göremediğini görmek... Bakalım, “Goool!.. Ve Defooool!”un yazarının “Yaşasın Cumhuriyet” şiirinde biz neyi görememişiz?
       “korkarım bu, sade gölköylülerin değil, umumuzun / sade küçüklerimizin değil, büyüklerimizin de / düştüğü bir tarihsel yanılgı / çünkü sünnet değil, farzdır cumhuriyet”
       Gülümsediğinizi görür gibiyim; Kayseri Valisi de gülümsüyor neşeden... Aynı şair, burada da görüyor göreceğini:
       “Duyduk hep Kayseri’nin valisi, o gün sabahtan koyulmuş yola, Geysi bağlarına varmış kuşluk vakti; kurdurmuş sofrasını, epiy bir parlattıktan sonra başlamış türküye... ‘Geysi bağlarında bir top gülüm var!’ diye, okumuş yukarlardan... Ne bilsin hazret, umurunda mı? O sırada, Kayseri’de, aşağıda, ‘Top uğruna, bok yoluna, sana bana ölüm var.’...”
       ‘Sıradan’ bir olayı neden bu kadar önemsediğini anlayamadığım şairi ve valinin söylediği türküyü düşününce, aklıma bir müzik grubu gelir: Yeni Türkü!.. Ki aynı grup, aynı şairin bir şiirini besteleyip söylemişti...
       Onlarca çocuğun “Yaşasın Cumhuriyet!” bağırışlarını ve Kayseri Stadyumu’ndaki kavga seslerini geride bırakıp, şu güzelim şiiri okumaya ne dersiniz?
       “Başka türlü bir şey benim istediğim, / Ne ağaca benzer ne de buluta benzer; / Burası gibi değil gideceğim memleket, / Denizi ayrı deniz, havası ayrı hava; / Nerde gördüklerim, nerde o beklediğim kız / Rengi başka, tadı başka.”
       Şiir gibi çocukların ‘Can Baba’sı ve şiirin vücudunun can damarı Can Yücel ustamın önünde saygıyla eğilerek... Sormak isterdim; gittiği memleket acaba burası gibi mi?
       
       NOT: Üçüncü çocuğum HAVA ATIŞI, Çınar Yayınları’nda doğdu. Doğum sancılarımın geçtiği ve lohusa ağrılarımın azaldığı şu günlerde, siz sevgili okurlarıma artık rahatça teşekkür edebilirim. İlk yazımdan itibaren, attıkları e-postalarla düşüncelerini paylaşan herkese sonsuz teşekkürler... Bu köşede okuduğunuz yazılarımın hepsi, ‘hava atışı’na çıktı kitapta... Ben de merak ediyorum; bakalım topu kim kapacak?
       İlk imza günüm; 7 Haziran 2004 Pazartesi günü, 18:00-20:00 arasında, İzmir’de... Kemeraltı Kızlarağası Hanı’ndaki Berfin Kitabevi’nde... “Spor edebiyata, edebiyat spora nasıl hava atar?” başlıklı söyleşiyle birlikte, İzmirli okurlarla tanışma ve sohbet etme olanağı bulacağım. Görüşebilmek umuduyla...
       
 
 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları
Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın
Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları