Home page

Haber Menüsü


 
Fatih Terim’e Neler Oluyor?
 
Çok değil daha 15 gün önceki Brugge maçında alınan 3-1 mağlubiyet ile GS’nin gidişatı hakkında, 25 Ekim’de, yine bu sütunlarda, “Galatasaray’a Neler Oluyor?” başlığıyla, bir yazı yazmış; gidişattaki temel olumsuzluklara parmak basmaya çalışmıştım.
 
Tuğrul AKŞAR
NTV-MSNBC
 
10 Kasım—  Yazının özetinde de sonuç olarak; “Fatih hoca, GS’ı sıradan ve vasat bir takım hüviyetinden kurtarıp, eski saygınlığını takıma yeniden kazandırtmalıdır. Geçmişle övünebilirsiniz ama yaşayamazsınız. Brugge maçı umarım Terim’i ve yönetimi bir rüyadan uyandırmıştır. Terim bunun bilincindedir muhakkak” demiştim. Ama ne var ki, arkasından Ali Sami Yen’de 29 Ekim’de, L.Moskova’dan alınan 2-0’lık, son olarak da, Kadıköy’de, ezeli rakip Fenerbahçe’den alınan ve kolay kolay hazmedilemeyecek, belki de üstesinden gelinemeyecek 6-0’lık bir ezeli ve ebedi mağlubiyet, ne yönetimi ne de Terim’i derin hülyalardan ve rüyalardan uyandıramamış anlaşılan. Hal böyle olunca bendeniz de, böyle bir başlığı atmak durumunda kaldım.

   
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Evet, gerçekten Neler oluyor Terim’e? Adı tarihe geçmiş, efsane hoca İmparator Fatih Terim bir yerlerde bir hatalar yapmakta ve bunun sonuçları tüm camiayı ve kulübü derinden etkilemekte, adeta yakıp kavurmaktadır. İlk once Galatasaray’ın yurtdışında bugüne kadar yaratmış olduğu haklı ve saygın kredibilitesi erezyona uğramaya başlamış; arkasından ciddi gelir kayıplarının oluşmasına neden olunmuştur.
       
       Fatih Terim Hoca’nın iş başına geldiğinden bugüne yaklaşık 4.5 ay geçti. Hazırlık maçlarını saymazsak, Terim’li Galatasaray, sezon başından beri 16 resmi maç oynadı. Şampiyonlar liginde sergilenen berbat bir performansla, ikinci tur mucizelere kaldı. UEFA bile tehlikede… Ligde ise oynanan maçlarda takım lider. Ancak, oynanan futbolun ve karşılaşılan rakiplerin kalitesi ortada. En son Fenerbahçe’den de yenilen 6 gol, bugüne kadar ligde alınan galibiyetlerle adeta gözlere peçe olan örtüyü ortadan kaldırmış; deyim yerindeyse, “Kral Çıplak”dedirtmiştir. Bu maçın Galatasaray’a tek faydası bu olmuştur. Terim bu yenilgiyi, takımının gelecek kaygısından ve kötü gidişinden bir an once kurtarılmasına olanak sağlayacak gerekli aksiyomların alınması fırsatı olarak görmelidir. Yapacağı özeleştiri ve dikkate alacağı(!) eleştiriler, bardağın diğer tarafının neden boş olduğunu değil, neden doldurulamadığında odaklanmalıdır. Gerçekten de, kendi ifadesiyle, herşeyinden ve transferinden sorumlu olduğu takımında, nicelik ve nitelik olarak bir eksiklik görmüyorsa, neden arzu edilen futbolu oynatamadığını ve başarılı sonuçlara ulaşamadığını sorgulamalıdır.
       
       Terim, “Usta kaptan dalgalı denizde belli olur”diyerek, taraftarın ve camianın endişeye kapılmaması telkininde bulunmuştu. Çünkü, gemisini batırmadan, bir limana ulaştırabilecek kapasite ve ehliyette görüyordu kendisini. Fener yenilgisi üzerine, Star gazetesi yazarlarından Yılmaz ÖZDİL’in, 7 Kasım tarihli yazısında, konuya ilişkin, Kaptanların kaptanı olarak nitelediği Sadun BORO’ya atfen “ ‘Usta kaptan, gemisini fırtınadan kurtarıp limana getiren kaptan değildir... Fırtınayı önceden hissedip gemisini limandan çıkarmayan kaptandır...”diye belirttikten sonra, öz cümleyi de ekliyordu: “Yani, maceraya atılana değil, önlem almayı bilene ‘usta kaptan’ denir. Önlem almadan fırtınalı denize yelken açan kaptana, kısa süre sonra ‘rahmetli kaptan’ denir...” Biz burada Fatih Terim’in kaptanlığını sorgulama gibi bir amaç içinde değiliz. Ancak, rüştünü ispat etmiş ve Türk spor(futbol) tarihindeki altın yerini almış, usta hocanın taktik, teknik ve felsefi yönden analizini, fazla ahkam kesmeden yapmayı düşünüyoruz.
       
1) KİŞİLİK OLARAK TERİM
       
Terim’in Adanalı kişiliği üzerinde kesinlikle durmak gerekir. Yaşam felsefesi, futbol mentalitesi, teknik ve taktik anlayışını daha iyi algılayabilmek ve bazı analizler yapabilmek için bu kaçınılmaz bir zorunluluktur.
       
       Terim’in tüm felsefesini ve dünya görüşünü, doğduğu ve yetiştiği coğrafyanın genel kültürü ve sosyopolitik yapısı ile yoğrulmuş, feodal temelde yükselmiş, “Bir delikanlılık” kültürü oluşturur. İnandığı değerler uğruna her türlü riski göze alabilecek kadar gözü kara olan, kendi ifadesiyle gerektiğinde, başarıya ulaşmak için kumar oynayabilen bir yapıya sahiptir.
       
       Terim, doğduğu yöre insanının, belki de tipik Türk insanının, ortalama bir çaba ile ulaşamayacağı, olağan olmayan niteliksel bir değişim ve gelişim süreci yaşayarak, bu sürecin sonunda, takımdaş felsefeyi, yani bireysellikten uzak, kollektiviteyi esas alan bir spor dalında, olağanüstü başarılara imza atmayı becerebilmiştir. Bu gelişim sürecine, Terim’in başarı uğruna sergilediği olağanüstü hırs ve azminin damga vurduğunu görmekteyiz. Terim’in felsefesinde “kaybetmek” yok. “Kaybetmek” lügatte olmayınca, o zaman başarıya mahküm bir karakter kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. İşte bu başarıya mahkumiyet, Terim’i öyle bir yapısal değişime sürüklüyor ki; bu hiç kimsenin kendisinden beklemediği ölçüde bir performansı ve yapılanmayı beraberinde getiriyor. Bu yapılanma, entellektüel yetilerin geliştirilmesi temelinde, günümüzün ve yaşantımızın sistem adamı, takımdaşlık felsefesi temelinde, yaşam biçimini ve içindeki başarı hırsını yönlendiren lider Terim geliyor.
       
       Bununla beraber Terim’in Galatasaray ve Ulusal takımdaki yakaladığı ardışık başarılar, uzun yılların imbiğinden geçerek, süzülürken; Terim’in, maalesef, kendine olan özgüveni, biraz abartılarak, megolamaniye doğru yol almasını da başlatan bir süreçe giriyor. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak da maalesef Terim, içinde yer aldığı, doğduğu, büyüdüğü ortamlarla, kişilik olarak çelişmeye başlıyor. Kendi başarılarının yadsınamaz olacağı tezinden hareketle, önlenemeyen yükselişinin her halukarda devam edeceği düşüncesine saplanıyor. İşte öldürücü nokta da burası zaten. Siz kendinizi bu şekilde dev aynasında görmeye başladığınızda, psikolojik olarakta kimseye ihtiyacınız kalmıyor. Bu noktada Terim’in bugün Galatasaray’da çok yalnız olduğunu düşünüyorum. Oysa, Terim’in, her önemli maç öncesi, taktik, teknik ve felsefe olarak belki de, bazı şeyleri tartışmaya, paylaşmaya ihtiyacı bulunmaktadır. Bunu da belki yapıyordur. Ancak, alınan sonuçlar ve oynanan futbol, bunun böyle olmadığını da en azından ortaya koymaktadır. Terim’in genel kişilik yapısı buna izin vermemektedir.
       
       Ne varki, yaşam biçimini oluşturan bu kültür, İtalya’da, Milano’da Milan’ın başında geçerliliğini yitirmiştir. Terim’in İtalya’da yarım kalan serüvenini açıklamada yardımcı olabilecek öz yaklaşımı, çok daha net olarak, Uğur Vardar’ın, 29 Ekim 2002 tarihli Radikal’deki “Hocam Biz Sana Hep Mecburduk” başlıklı yazısında görebiliriz. “İtalyan burjuvazisinin kalbur üstü takımı Milan, örneğin Leesds maçında öğrencisi Emre Belezoğlu’nu, fiziksel bir darbeyle soyunma odasına yollayan hoca modelini kendi takımının başında görmeyi pek istemeyebilirdi” derken, Uğur Vardar, aslında bir bakıma, Terim’in sahip olduğu kültür ile burjuva kültürü arasındaki çelişkiyi de ortaya koyarak, Terim’in, kısa sonuçlanan İtalya macerasını da temel olarak analiz etmektedir.
       
2) TERİM’İN TEKNİK VE TAKTİK ANALİZİ
       
Terim’in kişisel analizi üzerinde bu kadar durmamızın nedeni; karakteristik özelliklerinin, teknik ve taktik anlayışını da doğrudan yönlendiriyor, şekillendiriyor olmasındandır.
       
       Çünkü Galatasaray’daki 1.Terim döneminde, Fatih hoca başlangıçta bazı sıkıntılar çekse de, geçirdiği 4 sezon da, olağanüstü başarılara ulaşmasını bilmiştir. Terim’i bugün ne kadar eleştirirsek, eleştirelim Fatih Terim, Türk futbolunda bir ekol yaratmasını bilmiştir. Terim kendi kafasındaki oyun anlayışı ve felsefesini, Scolari tarafından temeli atılan ve Capello tarafından geliştirilen dörtlü alan savunmasına; pirenalar gibi rakibe saldırıp, pres yaparak, topu dar alana sıkıştırıp, rakibe geniş alan bırakmayarak, bunaltan ve kazanılan topları, hızlı ve etkin bir şekilde kanatlardan oyuna sokan, dinamo bir orta saha ile rakibin daha kendi yarı alanından top çıkartmasını önleyen ve sıkıştıran, presi ileride başlatıp, koşan ve rakibi dağıtan bir hücum anlayışıyla takımını destekleyen çağdaş forveti monte ederek, kendi modelini oluşturma başarısını sergileyebilmiştir.
       
        İleride başlayan presle bunalan rakip, kendi alanından top çıkartmakta zorlanmakta, oyun kuramamakta; bu nedenle forvete destek veren orta sahanın da kazanılan bu topları öldürücü noktalarda dağıtımıyla, golle sonuçlanan bir oyun şekli bu… Evet bu oyun anlayışı ile Galatasaray 4 sezon Türkiye’de şampiyon olmuş, Avrupa’da ise UEFA kupasını havaya kaldırabilmiştir.
       
       Bu oyun anlayışında, oyuncuların fizik kondüsyon yapıları, hızları ve agresif kişilikleri çok önem arzetmektedir. Özellikle, orta saha bir beyin görevini yerine getirmektedir. Orta sahayı bu kadar etkin kılan ise, Terim’in felsefesinden doğan, takımdaşlık ve dayanışma temelinde yükselen sistemsel bütünlüktür. Takımda yardımlaşma ve takım ruhu en üst seviyededir. Bu nedenle bloklar arasında sürekli bir yardımlaşma ve kademeye girme anlayışı gelişmiştir. Forvetin ileride pres yapmasıyla, orta saha rakibin alanında konumlanmakta, defans bloku ise orta sahaya yakın oluşturulmaktadır. Bu nedenle oyun alanını daraltarak, enerjilerini de daha ekonomik kullanma olanağına kavuşan Galatasaray oyun içinde, rakibe pas yaptırtmayan, oyun kurdurtmayan, bunaltıcı bir baskı uygulayabilmektedir.
       
       II.Terim döneminde ise Fatih Terim, yukarıda belirtilen oyun anlayışını, tekrar hayata geçirebilmenin sıkıntılarını yaşamaktadır. “Galatasaray’ın UEFA şampiyonu olduğu dönemde, ileride son adam müthiş fizik gücüyle, çağdaş forvetin bütün özelliklerini sergileyen Hakan Şükür’dü. Arkasında da Avrupa’nın en iyi ön liberolarından biri durumuna gelen Suat’la birlikte Emre, Okan ve Ümit Davala vardı. Şimdi Hakan Şükür, Emre, Okan yok. Suat yaş sınırında, Ümit Davala eski devamlılığında ve fizik gücünde değil. Sol kulvarın amansız bindirmecilerinden Hakan Ünsal da iki ağır ameliyat yüzünden artık eski ritminden uzak, Hasan Şaş ise formsuz. Geçen seneyi boş geçiren Christian kondüsyon yetersizliğinden Terim’in istediği tipte son adam rolünü yerine getiremiyor. Yetenekli Felipe savunma yapmıyor. Hücuma da katkısı kopuk kopuk.”(Ömer Üründül, Milliyet, 22.10.2002)
       
       Bu yılki Terimli Galatasaray’da en büyük eksiklik, kadroda oyun akışını yönlendirecek ve yönetecek, lider vasıflı Hagi benzeri bir maestronun olmayışı. Geride ise Popescu’nun yerinin hala doldurulamamış olması da, Galatasaray’ın, organize atakların oluşturulması ve ileride etkili top dağıtımlarını çok olumsuz etkilemektedir. Özellikle bu sezon Galatasaray’ın defans blokunda yaşadığı saha içi arızalar, kısa süre içinde de düzeltilebilecek gibi görünmemektedir. Terim kafasındaki modeli uygulamaya kalktığında ise, elindeki oyuncuların kalitatif anlamda, arzu edilmekten daha çok modelin gereklerini yerine getirebilecek yetenek ve kapasitede olmayışları, bloklar arasında derin boşlukların oluşmasına yol açmakta, geride defansı sevk ve idare edecek bir oyuncunun bulunmayışı sebebiyle de, yerleşim düzeninden doğan kademe hatalarına, defansın yavaşlağı da eklenince, göbekten gelen her top ciddi gol pozisyonları yaratabilmektedir.
       Ayrıca, geride uygulanan yanlış ofsayt taktiği ile hızdaki yavaşlık, çizgi halindeki defansın abuk hatalar yapmasına neden olmuş; bunun sonucunda yenilen goller ile Galatasaray Şampiyonlar liginde ciddi puanlar kaybetmiştir.
       
       Bunun yanısıra, Galatasaray duran topları etkin ve etkili kullanamadığı gibi, her duran top, özellikle kornerler Galatasaray için büyük bir tehlike oluşturmuştur. Birbirinin karbon kopyası olan yenilen gollere çare bulunamaması, Galatasaray’ın hala kanayan bir yarasıdır. Özellikle, kornerlerde, yerleşim hatasından dolayı ön direkten yenilen goller çok amatörcedir.
       
       Orta sahada yer alan oyuncuların ofans yönlerinin zayıf olması, topların daha çok yan ve geri pas şeklinde oynanmasına yol açmakta; bu durum oyun içinde Galatasaray’ın kendi alanını daraltarak, topu sıkıştırmaktan dolayı daha çok pas hataları yapmalarına neden olmaktadır. Bu olay Galatasaray’ın başlatacağı herhangi bir kontratakta, orta sahanın hızla geçilmesini önlemekte; buna bağlı olarak rakibin yerini almasına imkan sağlamaktadır. Terim’in kafasındaki modelin tam da 180 derece zıddı olan bu oyun anlayışı, tamamiyle oyuncuların kapasite, yetenek ve özgüvenlerine bağlı bir olaydır. Terim’in her hafta farklı bir kadro ve anlayışla sahaya takım çıkartması; futbolcuların her an yapılabilecek bir hatada kulübeye alınabileceklerini düşünmeleri, futbolcuların bilişim alanlarını daraltmaktadır. Bu ise doğrudan futbolcuların yetenek ve kapasitelerini kısıtlamakta, buna bağlı olarak ta istediklerini yapamamaktan ve kapasiteleri ile yeteneklerini kullanamamaktan dolayı özgüven eksikliği doğmaktadır.
       
       Takımın 16 resmi maç oynamasına karşın, Terim’in hala arayışlarına devam etmesi, takımda oynayan oyuncular arasında bir uyumun sağlanamamasına da neden olmaktadır. Bu olay, birbirleri ile oynamaya alışmamış oyuncuların, oyun içinde takım arkadaşının bir sonraki hamlesini kestirerek, pozisyon almalarını engellemektedir. Takım içi ahengi olumsuz etkileyen bu gelişme, göze hoş gelmeyen bir kopukluk ve sonuç getirmeyen etkisiz hamlelere neden olmakta; isabetli pas yüzdesini düşürmektedir.
       
III-TERİM’İN OYUN ANLAYIŞI (FELSEFESİ) VE SİSTEMİ
       Esas sorunun temeli buradadır. Terim’in oyun mentalitesi, devrimci ve agresif bir oyun anlayışıdır. Terim çok basit anlatımla, takım halinde hem rakibi bozacak, hem de oyunun kontrolunu maç sonuna kadar elinde tutacak, hükümran bir felsefe ile takımını oynatmak istemektedir. Yazımızın başında da analiz ettiğimiz gibi bu yaklaşım, tam da Terim’in kafayapısı ve dünya görüşüne uygun düşmektedir.
       
       Gerçekte, Lucescu’nun kontrollu, savunma güvenliğini ön planda tutan, oyun bozmaya yönelik, resesif oyun anlayışı Galatasaray’ı her ne kadar Süper ligde şampiyon yapmış, Avrupa’da ise çeyrek finale çıkartmış ise de oynanan futbolun estetik değerinin olmayışı, camiayı ve yönetimi memnun etmemiş, bu nedenle de hoca değişikliğine gidilmişti. Terim bu değişim sürecini başlatabilmek amacı ile tekrar takımın başına getirildi.
       
       Galatasaray Luce ile mütevazi kadrosuna rağmen Avrupa’da ciddi başarılara imza atmasına karşın, camia ve yönetim, takımın sergilediği performansı potansiyelinin altında gördü. Oysa bu takım arama konferansından çıkan sonuçlara göre de Avrupa’da şampiyonluğa oynamalıydı. Bu işi kotarabilecek tek kişi ise Fatih Terim hocaydı. Aslında, “…Lucescu’nun performansı göz önüne alındığında, reel anlamda camianın Terim’e ihtiyacı yoktu. Böylece Terim, camianın asla bir ihtiyaçtan kaynaklanmayan, aslında bayağı lüks olan ihtirasına olumlu karşılık vermiş oluyordu. Bu olumlu karşılığın manası açıktır: Her şeyi değiştirecek, Galatasaray keyifli hücum futbolu oynayacak ve 2005’e kadar şampiyonlar Ligi kazanılacak…Bu aslında Terim açısından da çok köklü bir değişimi işaret ediyordu. Galatasaray’ın başına ilk gelişinde ‘Yenemiyorsan, yenilme’ sloganını bayrak yapan Terimizm artık terk edilmiş, yerine Şampiyonlar Ligi’nde iki senede üç kez gruptan çıkmayı yetersiz gören, ‘Yenilmek de neymiş, her maçı kazanacaksın’ fikri gelmişti. Çünkü Galatasaray bunu istiyordu.”(Mehmet Demirkol, Radikal Spor Eki, 29.10.2002) Bu konuda Terim’in yine sezon başında kameralara ‘Biz çıkar oyunumuzu oynarız, rakip bizi nasıl durduracağını düşünsün” şeklindeki beyanı da bu tezi destekler niteliktedir.
       
       Mehmet Demirkol, pasajın devamında, bu hamleyi, yani “Terim’in göreve gelişini, açık sebepleri ortaya çıkmamış ve şekli itibariyle Galatasaray’ı yöneten sınıfın son 20 yıldaki en kötü hamlesi”olarak nitelendirse de, ben aynı görüşte olmadığımı burada belirtmek isterim. En son 6-0’lık Fener yenilgisinden sonra bile Başkan Özhan Canaydın’ın, “Biz netice değil, hedef takımıyız” açıklaması, Terim’in, takımın başına ne amaçla getirildiğini de açıkça ortaya koymaktadır. Ancak, yine bu sütunlarda yayınlanan yazımda da değindiğim gibi, Galatasaray’ın minumum maliyet, maksimum fayda prensibinden hareketle, büyük hedeflere doğru koşmasının mümkün olamayacaktır. Bir yandan büyük hedefler ve göze daha hoş gelecek, hücum futbolu oynayacak yeni bir Galatasaray yaratma düşüncesi güdülürken; diğer yandan, her ne kadar “Biz transferi hocaya bıraktık” ifadesinde de bulunulsa, “kesenin ağzının sıkılarak”, vasat oyuncu transferlerinin yapılması, temel bir çelişki yaratmaktadır. Bu yapılacaksa, ki bunu İtalya’da Chievo, İspanya’da Alaves yapmıştır, ayıplanacak bir olay da değildir. Bu bir politikadır. Yönetimin de bu yönde samimi irade beyan etmesi gerekirdi. Yoksa Terim’in elinde sihirli bir değnek bulunmamaktadır.
       
       Terim’in hayran kaldığı ve israrla hayata geçirmeye çalıştığı hücum futbolunda, Brezilya’nın 3R modeli bugün karşımızda başat bir faktör olarak çıkmaktadır. Ne var ki, daha önceden de belirttiğimiz gibi, elindeki oyuncuların hem ofans hem de defans yönlerinin gelişmiş olmaması, bu modelin uygulanmasını imkansız kılmakta; modelin aşırı zorlanması ise, defansta büyük açık ve hatalara yer vermekte, dramatik sonuçlara neden olmaktadır. Terim’in bu eksikliğin farkında olmaması mümkün değildir. Ama yine de buna karşın, hücum ağırlıklı oyun ve estetiği düşünen Terim’in en büyük özelliklerinden birisi de, inanılmaz risklere girebilmesidir. Buna en tipik örneği, Fenerbahçe maçında oyunu 4 forvetle bitirmesini gösterebiliriz.
       
       Terim’in Galatasaray’a yeni bir futbol oynatma hevesi eleştirilebilir ama Terim, yapısından gelen özellikleriyle de, böylesi bir değişimi bırakacak gibi de görünmemektedir. Burada Terim’in takımın omurgasını değiştirerek, elindeki kadroya uygun bir futbol oynatmaması en çok eleştirilebilecek konu. Oyun anlayışındaki radikal değişim, ancak elinizde gerekli ve yeterli oyuncularınız varsa anlamlı olabilmektedir. Belki Terim, Lucescu’nun takımıyla devam etmeyi kendisine bir kompleks olarak görmüş olabilir.
       
       Yazımızı, Mehmet Demirkol’un, pasajı ile bitirelim. “…F.Terim’in önünde iki seçenek kalıyor. Birinci ve kolay seçim, bir süreliğine bu devrimi geciktirmek ve Lucescu modeline dönmek…ikincisi…oyuncuların uyum sağlamasını, daha da ötesinde değişmesini beklemek. Şimdilik görünen, Terim’in ikinci yoldan devam edeceği. Bu da demek oluyor ki, bu yıl Avrupa’da ileri turları görme umudu çok az…Şunu söyleyebiliriz: Terim Fierontina ve Milan’dakinden de büyük bir kumar oynuyor. Unu yapabilirse,’Avrupa Fatihi”bir Türk hoca olmaktan da öteye geçecek, Avrupa’nın Fatihi olacak. Ama olmazsa kaybedeceği çok şey var.”
       
 
 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları
Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın
Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları